Yöneticilik enflasyonu


  • Kayıt: 01.06.2016 16:19:00 Güncelleme: 03.06.2016 16:55:00

Son zamanlarda Hollanda Türk toplumunu yakından ilgilendiren gelişmeler oldu. 2015 yılında halkımız 2 defa sandığa gitti ve ilk defa Türkiye Cumhuriyet tarihinde yurt dışındaki Türkler oy kullanabildiler. Bu seçimlerde pek çok kurum ve kuruluşlar seçmenleri aktif veya pasif bir şekilde oy kullanmaları için ya sandığa davet ettiler veya belirli bir partiye çalışarak demokrasiye katkıda bulundular. Bu kurum ve kuruluşların yöneticileri yoğun bir çalışmaya girerek geniş bir siyasi “network ” kazandılar. Bu durum bazı insanların başlarını döndürdü ve onlar bir anda kendilerini sanki cennettin ortasında hissettiler. Bu durum aslında sadece bu insanların şahsi durumlarını değil, toplumumuzun  tamamını ilgilendirmektedir. Hiç bir kurum veya kuruluşun adını bildirmeden veya anmadan, hiç kimsenin adını zikretmeden Hollanda'da yaşayan Türk toplumunun yöneticileri ile alakalı bir yazı yazmak istedim. 


Hollanda Türk toplumu 50 seneyi aşkın bir zaman içerisinde Hollanda’da varlığını kabul ettirmiştir. İşçi statüsünde buraya gelen birinci nesil kendi çabalarıyla, devlet veya kurumların destekleriyle vakıf, cemiyet veya dernek kurarak, günlerinin ihtiyaçlarına göre faaliyetler düzenlediler. Türk toplumu bir elin  parmaklarıyla sayılabilecek kadar çatı kuruluşlarla eksileriyle ve artılarıyla Türk ve Hollanda toplumu arasında köprüler kurmaya gayret gösterdiler. Şimdi yazacaklarım okuyanlarımı şaşırtabilir. Amacım kafa karıştırmak değil, sadece gençlere yeni ufuklar açabilecek ve gelecek için yeni ipuçları sunmaktır.


Eskiden her şey daha iyiydi demek istemiyorum, ama sanki o zaman işler biraz daha anlaşılır halde idi. Ak aktı, kara kara idi. Herkesin bir akı, herkesin bir karası vardı ve ikisi de yan yana yaşıyordu.


Azınlık içinde bir çoğunluk, parçalar arasında bir bütünlük vardı. Ayrılık içinde bir birlik, kaosun içinde bir ahenk vardı. Boşluğun içinde bir doluluk, kurunun yanında bir yaş vardı, uzunun yanında bir kısa, ailenin başında bir reis vardı. Yaşlılığın içinde bir gençlik vardı. Umutsuzluğun içerisinde bir yeşil ışık, her çaresizliğin içerisinde bir umut vardı. Hiçin içinde bir iç vardı. Bizi “biz” yapan unsurlar vardı. Bunlar ne idi şöyle bir sıralayalım. 


1. Bir gün bizi Hollanda'dan yurtdışı ederlerse, anavatanımıza geri dönme arzusu onları birleştiriyordu ve dik durma arzusu vardı,


2. Herkes çalışıp çabalayarak Hollanda toplumunda işçi statüsünden kurtulup, işveren ünvanına sahip olma arzusu vardı,


3. Geri kalmışlıktan kurtulma hevesi ve mesafe katetme isteği vardı,


4. Homojen bir yapı olmasa da, vatan hasretiyle kavrulan bir yapı vardı ve


5. Büyüğe saygı, başkasına ilgi, ötekine muhabbet duygusu vardı.


6. Her kurumun bir “otoritesi” veya “fikirbabası” vardı


Birbiriyle hasım gibi gözükenler bile bu 5 noktada birleşiyordu. Türk toplumu cemiyet ve teşkilatçılık anlayışı ve yaklaşımı farklı idi. Kurumlar arası bir “soğuk savaş” psikolojisi mevcuttu. Dengeler kurulmuş ve kimse bu dengeleri aşmıyordu.


Şimdilerde, 3. milenyumda ise, yetişen yeni nesiller daha eğitimli, daha donanımlı, belirli seviyede azimli ve önünün açılmasını istemektedir. Diğer taraftan, bu işin zorluğunu, ceremesini çekmiş, tırnak içerisinde her şeyi daha iyi bilen bir ağabey kadrolar ordusu mevcuttur. Herkes dörtlü otobanda yol almak isterken bu yolda giden kadrolar zaman zaman sıkışıyor, kuyruklara sebebiyet veriyor, hatta bazen kalabalıkta yapıyor. Herkesin bindiği bir araba var, bazısı hızlı, bazısı yavaş, bazısının beygir gücü diğerlerinin hepsinden daha yüksek. Bazısının tekeri patlak, bazısının el freni çekilmiş,  bazısının ise yakıtı kalmamış, ya yolun ortasında trafiğe engel oluyor, veya efendi bir şekilde emniyet şeridine çekmiş yardım bekliyor.


İnsanların azminden veya hizmet aşkından olmalıdır ki zannederim teşkilatsız bir yönetici yoktur.  Bir teşkilatta kendisine yer bulamayınca, diğer bir cemiyete geçiş yaparak orada hizmet etmeye devam ediyor. Bir günde 5, 6 tane çeşitlu cemiyetlerde boy gösteriyor. Bir yandan bu alkışlanması gerekirken, diğer taraftan teşkilatlar arasında büyük bir bölünmenin ortaya çıktığını kimse fark edemiyor.  Bir zaman X teşkilatında görev beklediği halde, görev alamayınca, birden Y teşkilatında geçiş yapıyor bizim azimli yönetimcilerimiz. Eğer mevcut bir teşkilat yoksa sorun hemen çözülüyor ve Hollanda'da kendisine bir teşkilat yoksa, ya yenisi kuruluyor, veya Türkiyeden veya başka bir Avrupa ülkesinden yeni bir teşkilat ithal ediliyor. Bu durum ister istemez teşkilatçılıkta bir değer kaybına yol açıyor. Başka bir ifade ile: “yöneticilik enflasyonuna” sebebiyet veriyor.  


Türk toplumu bir yerden bir yerlere gelmek isterken, diğer taraftan bir yerden uzaklaştığının farkında değil. Bir taraftan bir şeyler kazandığını zannederken, diğer taraftan bir şeyleri kaybettiğini göremiyor. Bazen kaş yapalım derken, göz çıkartabiliyor bu azimli yöneticilerimiz. Bu konu, daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi derin analizler gerektiriyor.


Türk toplumu bölünerek değil, birleşerek başarı elde edebilir. Kendi çıkarlarını değil, toplum çıkarlarını gözeterek başarı elde edebilir. Kendi teşkilatını çıkarlarını değil, ortak müştereklerde birleşerek, başarı elde edebilir. Yorgun olduğu halde, “bende varım”dan vazgeçerek, egolarından sıyrılarak yeni jenerasyona tecrübelerini aktararak ve sancağı devrederek başarı elde edebilir.


Tek başına başarılı olunamadığı gibi,  topluma faydası olmayacak dernek ve teşkilatları kurmanın nedenlerini iyi araştırmamız ve analizlerini iyi yapmamız gerekmektedir. “Topluma teşkilatımız değer mi katıyor, biz yönetici olarak toplumumuza katkımız varmı, yoksa enflasyona mı sebep oluyoruz”, sorularına cevap bulmak mecburiyetindeyiz. 


Bu sorulara cevap bulmada herkese başarılı yarınlar dilerim.