Hollanda İmamlardan Ne İstiyor?


  • Kayıt: 15.12.2016 09:50:00 Güncelleme: 20.12.2020 13:00:59

Fatih Okumuş

( VU Amsterdam Üniversitesi Teoloji Bölümünde doktora çalışmasına devam etmektedir] 

 

Hristiyan Demokrat (CDA) milletvekili Sybrand van Haersma Buma, Reformist SGP'den Kees van der Staaij ve Hristiyan Birlik (CU) partisinden Gert-Jan Segers'in de imzasıyla 13 Eylül'de Hollanda temsilciler meclisine bir yasa tasarısı sundu.

 

Hristiyan Demokrat (CDA) milletvekili Sybrand van Haersma Buma, Reformist SGP'den Kees van der Staaij ve Hristiyan Birlik (CU) partisinden Gert-Jan Segers'in de imzasıyla 13 Eylül'de Hollanda temsilciler meclisine bir yasa tasarısı sundu. Entegrasyon politikaları bağlamında meclise sunulan Buma tasarısı, Başbakan Rutte'nin yarım ağız "Bu işe karışmamız kilise-devlet ayrılığı prensibi açısından doğru olmaz" yaklaşımına rağmen, başkanı olduğu Özgürlük ve Demokrasi İçin Halkın Partisi'nin (VVD) de desteğiyle, 27 Eylül'de 67'ye karşı 75 oyla kabul edildi. 150 üyeli Hollanda parlamentosunun 8 üyesi ise oylamaya katılmadı.

 

Hollanda yasalarına göre meclisten geçen kanunlar doğrudan yürürlüğe girmiyor; önce senato, sonra kral tarafından onaylanması gerekiyor. Senato, yasayı yeniden değerlendirip ikinci kez oylanması için meclise geri gönderebiliyor.

 

 

Buma tasarısı "Türkiye'nin Din İşleri Bakanlığı Diyanet üzerinden Hollanda'daki imamları tayin etmesinin ve maaşlarını ödemesinin, bu ülkenin Hollanda üzerinde istenmeyen etkisine yol açtığını, kilise-devlet ayrılığı nedeniyle imamların maaşlarının yerel cemaatler tarafından ödenmesi gerektiğini" savunuyor ve hükümetten "Hollanda'daki ibadet yerlerinin Türkiye tarafından finanse edilmesinin önüne geçecek tedbirler almasını ve meclisi bu konuda 3 ay içinde bilgilendirmesini" talep ediyor.

 

 

Hollanda hükümetlerinin geçmiş dönemlerde de imamlarla, özellikle Türkiye'den gönderilen imamların çalışma izinleriyle ilgili problemler çıkardığı görülmüştü. İmamların Hollandaca öğrenmesi gibi şartlar ileri sürülmüştü. Şimdi de Türkiye'nin yurt dışındaki camilere imam ataması ve onların maaşlarını ödemesini engellemeye yönelik bir teşebbüste bulunuldu.

 

 

Yasanın 15 Temmuz kalkışmasının Türkiye'deki ve Hollanda'daki neticelerinin görüşüldüğü oturumda sunulmuş olduğunu da hatırlatmak gerek. Buma, aynı gün meclise sunduğu ikinci bir yasa tasarısıyla da Türklerin çifte vatandaşlığına yeni engeller getirilmesini talep etmişti. Gerekçe olarak ise çifte vatandaş olan Türklerin Hollanda'da huzursuzluğa yol açtığı gibi afaki bir sebep zikrediyordu. Bu tasarı meclisin kahir ekseriyeti tarafından reddedildi. Hollanda Temsilciler Meclisinin 13 Eylül'deki oturumda, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne giriş sürecinin askıya alınmasından askeri işbirliğinin kısıtlanmasına kadar, Türkiye ile ilgili 9 yasa teklifi daha sunuldu. Söz konusu tasarılar mecliste bilahare peyderpey görüşüldü veya görüşülecek.

 

 

1993 yılında, yine bir CDA milletvekili olan Mulder tarafından imamların Hollanda'da eğitilmesi ve bunun için kaynak ayrılması konusunda bir yasa tasarısı sunulduğu hatırlanırsa, yaklaşık çeyrek asır sonra, Hollanda'da politikanın yön değiştirerek, çözüm üretmekten ziyade, çözüm yollarını tıkamaya yönelik işlemeye başladığı tespit edilebilir.

İmamların saygınlığını zedeleme kampanyası

Hollanda'nın çok satan gazetelerinden Algemene Dagblad (AD) 19 Ağustos'ta Hollanda Genç İşadamları Federasyonu (HOGİAF) genel sekreteri Ahmet Taşkan'la yapılan bir röportaj yayımladı. AD, başka bir yayın organı Quote'ı referans göstererek 48 yaşındaki Trabzonlu Taşkan'ı "Hizmet hareketinin Hollanda genel valisi" (onderkoning) olarak niteledi. Röportaj "İmamlar Erdoğan'ın gizli ajanları" spotuyla verilmişti.

 

"Türk hükümeti Hollanda'nın işlerine burnunu sokuyor. Hollanda'daki Türk camilerinin hepsi Diyanet'e, o da Türk hükümetine bağlı. Tüm imamlar Erdoğan'ın memuru. Ben onları gizli ajan olarak nitelendiriyorum. Hepsini geri sürün Türkiye'ye" diyen Taşkan şöyle devam ediyordu: "E, tabii ki Erdoğan'ın ajanlarını Hollanda'da istemezsiniz. Bunlar Erdoğan'a sempati duymayan kişilerin isimlerini ve diğer bilgilerini Türk hükümetine bildiriyorlar. Bunlar ayrıca Hizmet hareketi mensuplarına yönelik olan şiddetle aralarına mesafe koymuyorlar. (...) Hükümetin memurları ve Erdoğan'ın politikacıları Hollanda camilerinde cirit atıyor, kin ve nefret tohumları ekiyorlar. Diyalog yolunu seçmiyorlar. Bunlar bu ülkede suç teşkil eder. Atın bunları bu ülkeden."


 

Gazeteci, Taşkan'a "İmamların camilerde kin ve nefret tohumları ektiğini söylüyorsunuz, bu konuda deliliniz var mı?" diye soruyor. HOGİAF genel sekreteri Ahmet Taşkan, Dieren'da bir imamın Facebook üzerinden bir FETÖ mensubuyla konuşması sırasında "Allah yolunda ölmeye ve öldürmeye hazır olduğunu" yazdığını, bunun üzerine Ankara'nın imamı geri çektiğini iddia ediyor. 

 

Bahse konu imamın görev yaptığı bölgedeki yerel gazete de Gelderlander ise 21 Temmuz'da yayımladığı haberinde, imamın mutedil bir vaiz olarak bilindiğini, cami yönetimine dayandırdığı bilgiye göre söz konusu Facebook tartışmasından bir gün sonra, önceden planlanmış bir seyahat için Türkiye'ye gittiğini yazıyor.

 

Hollanda'da yetmişlerden beri imamlar var; Hollanda doksanlardan beri imamların rolünü, işlevini tartışıyor; ancak 15 Temmuz 2016'dan önce hiç kimse imamlara ve camilere dil uzatmaya cesaret edememişti. İmamlara yönelik itibarsızlaştırma kampanyasının dini bir cemaatolma iddiasındaki bir çevreden gelmesi ve bu saldırıyı kendisine verilen bir pas gibi değerlendirerek gol atmaya kalkışan partinin de Hristiyan ve demokrat olma iddiaları taşıması garip bir tecelli.


-Zürcher: "Parlamentonun kararı anlaşılabilir, ancak gerçekçi değil"


Öte yandan Leiden Üniversitesi'nden emekli Türkolog Erich Jan Zürcher Hollanda Temsilciler Meclisi'nin Türkiye'nin Hollanda'daki camileri finanse etmesini ve imam göndermesini engellemeye yönelik kararına ilişkin olarak "Anlaşılabilir, ancak gerçekçi değil" yorumunu yaptı.

 

Parlamentonun kararından iki gün sona, 28 Eylül'de CDA'ya yakın Trouw gazetesinde yayımlanan röportajında Zürcher şöyle diyor: "Hollanda bu konuda şimdiye kadar herhangi bir problem yaşamadı. İnsanlar Türkiye'den gelen imamların makul ve makbul bir tür devlet İslamını anlatmasından hoşnuttu. Lahey bu durumu, muhtemel bir radikalleşmenin panzehiri olarak algılıyordu. Konuyu yeniden düşünmek isteyenleri gayet iyi anlayabilirim. Burada içe sinmeyen bir şey hep vardı. Sizin bir kısım vatandaşlarınızın dini hayatının bir başka ülkenin etkisi altında bulunmasına göz yummuş oluyorsunuz. Asıl soru şu: Yapacak bir şey var mı? Türk camilerinin cemaati hiç sorun çıkarmadı ve bizim elimizde daha iyi bir alternatif de yok!"

 

Zürcher devamla, Hollanda'da geriye sadece Rotterdam İslam Üniversitesi'nde verilen imam eğitiminin kaldığını, kurumun Nurcu Hareketi'ne bağlı olduğunu ve rektörün de sıkı bir Erdoğancı olduğunu belirtiyor ve "Böyle sert bir alternatifi mi istiyoruz?" diye kendimize sormamız gerekir diyor.

"Diyanet camileri Erdoğan'ın propaganda kanalıdır denemez!"

 

 

 

Diyanet camilerinin Erdoğan'ın önemli bir propaganda kanalı olduğu iddiası sorulduğunda Prof. Zürcher şöyle konuşuyor: "Propaganda kanalı olarak nitelendiremem. Erdoğan Türkiye'de politik zafer için camilerden istifade etmiştir denebilir. Başarısız darbe girişimi esnasında, camilerin müezzinleri sala okuyarak halka sokağa çıkıp protestolara katılma çağrısında bulunmuştur. Ben Hollanda'daki hutbe ve vaazlarda aşikare politik mesajlar asla duymadım. Ankara'nın etkisi konu seçimi ve hangi değerlerin üzerinde durulacağı ile sınırlıdır. Anavatan sevgisi, askere güven gibi şeyler görebilirsiniz. Türklerin çoğu Erdoğan yanlısıdır ve bunun başat sebebi Türkiye ile alakalarının sıkı olmasıdır. Aileleriyle konuşurlar, Türk televizyonlarını seyrederler; etki buradan kaynaklanır."

 

 

 

Buradan anlaşılıyor ki, Avrupa'nın en iyi Türkiye uzmanlarından biri olan Zürcher, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Avrupa'ya, özelde Hollanda'ya imam göndermeye devam etmesini sağlıklı ve gerçekçi buluyor. Hollanda'nın şimdiye kadar Diyanet camilerinden kaynaklanan bir sorun yaşamadığını düşünüyor. Profesörün son cümlelerinden anlaşıldığına göre muhal farz, Diyanet imamları Hollanda'dan gönderilmiş olsa dahi Türkler ana vatanlarını sevmeye, Erdoğan'ı desteklemeye devam edecekler. Ayrıca bu durumda, gençlerin camiler üzerinden radikalleşmeyeceğinin garantisi de bulunmuyor.

Hollanda parlamentosunun Diyanet imamlarının Hollanda'ya gönderilmesini engellemeye matuf kararına ilk tepki Hollanda Diyanet Vakfı'ndan (HDV) geldi. HDV tarafından 5 Ekim'de yapılan yazılı açıklamada, Hollanda'da camilerin her türlü mali işlerinin cemaatin bağışlarıyla yürütüldüğü, sadece imamların 1982 yılından beri Türkiye'den gönderildiği vurgulandı. Diyanet camilerinin ve imamlarının radikalleşmeyi önlediğine dikkat çekilen açıklamada, Türkiye'den imam gelmesinin sebepleri şöyle izah edildi: "İmamlar yurtdışından gelmekte, zira Hollanda'da, İmam-hatip liseleri ve İlahiyat Fakülteleri tarzında bir imam yetiştirilmesi bu zamana kadar gerçekleştirilememiştir. Hollanda'da imam yetiştirilmesi çabaları her defasında akim kalmıştır. Hollanda Diyanet Vakfı da dahil olmak üzere Avrupa'daki camilerde imam ihtiyacının karşılanmasına matuf Uluslararası İlahiyat Projesi (UİP) 2004 yılında başlamış, böylece Hollanda'daki liseyi bitiren gençler Türkiye'de ilahiyat eğitimi görme imkanına kavuşmuşlardır. UİP mezunu olan gençler Hollanda'da imamlık yapmaya başlamışlardır."

 

Bu cümleden olmak üzere, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez Hollanda'nın resmi yayın organı Nederlandse Omroep Stichting (NOS) televizyonuna verdiği mülakatta "Hollanda meclisinde kabul edilen önergenin, ancak ikinci sınıf bir demokrasiyle yönetilen bir ülkede konuşulabilecek bir konu olduğunu" belirtti ve önergenin gerekçesine işaret ederek "Diyanet'i politik bir enstrüman olarak tarif etmeniz rencide edicidir" dedi. Görmez'in 'ikinci sınıf demokrasi' nitelemesi Hollanda medyasında 

 

"Türkiye'nin dini lideri bizim demokrasimizle alay ediyor" benzeri başlıklarla görüldü.

 

Haberine İstanbul'daki Çamlıca Camii inşaatından görüntülerle giren NOS, Hollanda meclisinin niçin böyle düşündüğünü şöyle izah ediyordu: "Çünkü AK Parti iktidarı Diyanet bütçesini dörde, personel sayısını ikiye katladı ve Diyanet İşleri Başkanı'nı doğrudan başbakana bağladı. Bütün bunlar Hollanda parlamentosunun Diyanet'in Erdoğan'ın politik amaçları için kullanıldığını düşünmesine yol açtı."

 

Buna mukabil Başkan Görmez "Son 10 yılda Diyanet'in etki alanının, faaliyetlerinin artarak devam ettiğinin rahatlıkla söylenebileceğini, ancak bundan hareketle politik ve siyasi bir rol üstlendiğini söylemenin yanlış olacağını" belirtti.

 

Hollanda Parlamentosu'nun karşılıklı güven problemi olduğu yaklaşımına ise Prof. Görmez şu cevabı verdi: "Bu tamamen konuşarak çözülecek bir mesele. Bilakis entegrasyona birlikte katkıda bulunduğumuz halde, bunun zararlı bir şeymiş gibi gösterilmesi, beni en azından kaygılandırdı diyebilirim doğrusu".

 

Görmez ayrıca Hollanda'daki Katolik kiliselerinin de Vatikan'a bağlı olduğuna dikkati çekti: "Ülkenizdeki Katolik kiliselerinin Vatikan'a gönülden bağlılığı ne kadar doğalsa, Hollanda'daki Müslümanların, Türklerin, gönül bağı ile bağlı oldukları Diyanetle işbirliği içerisinde olmaları o kadar doğaldır diye düşünüyorum."

 

Sonuç olarak, Hollanda'da Diyanet'in faaliyetlerinden duyulan rahatsızlığın Erdoğan fobisinden kaynaklandığı söylenebilir. Parlamento 15 Temmuz akabinde, Türkiye ile ilgili 11 yasa tasarısını birden, panik içinde gündeme alıp, bu meyanda Türkiye'den imam gönderilmesini yasaklamak gibi sosyal ve siyasi zemini bulunmayan bir karara imza atarak çözümsüzlük üretmiştir. Kararın senatodan geçmeyeceğini tahmin etmek güç değil. Eric Jan Zürcher'in de dediği gibi Hollanda'nın bu konuda Diyanet imamlarından daha iyi bir alternatifinin bulunmadığı söylenebilir.

Platform Dergisi 15 Kasım 15 Aralık Sayısı

 

 

 

Avrupa’nın Diyanet İmamları İle Sınavı

 

Prof. Dr. Özcan Hıdır

(Rotterdam İslam Üniversitesi ve İstanbul SabahattinZaim Üniversitesi Öğretim Üyesi )

 

 

 

Avrupa Birliği ülkelerinde görev yapan Diyanet imamları, Avrupa'da azınlıkların entegrasyonu ve din özgürlüğü tartışmaları bakımından en önemli sınav alanlarından biri haline geldi.

 

Avrupa Birliği ülkelerinde görev yapan Diyanet imamları, Avrupa'da azınlıkların entegrasyonu ve din özgürlüğü tartışmaları bakımından en önemli sınav alanlarından biri haline geldi. Öyle ki geçtiğimiz yıl Avusturya'da, şimdilerde de Hollanda'da, Diyanet imamlarının Türkiye'den finansmanının engellenmesi ve ülkeden gönderilmesine dair kanun tasarıları parlamentolarda kabul edildi. Avusturya'da kanun yürürlüğe girdi. Hollanda'da ise yakın zamanlarda parlamentoda kabul edildi; Senato'nun onayını bekliyor.

 

Esasen konu bir yönüyle güncel olmakla birlikte, diğer yönüyle kadim bir tartışma. Zira bu konu öteden beri, konjonktüre göre, bilhassa aşırı sağ partiler ve merkez partilerde yer alan aşırı eğilimli politikacılarca gündeme getirilmekte, Diyanet imamlarının AB ülkelerine girişlerine yasak getirilmesine yönelik söylem ve eylemlerde bulunulmakta ve özellikle seçim zamanlarında speküle edilmekteydi.

 

Ancak bu hususta son senelerde Avrupa'da alabildiğine körüklenen 'Türkiye karşıtlığı' ve 'Erdoğanfobi'nin etkisinin altı çizilmeli. 15 Temmuz sonrasında ise FETÖ'nün propagandaları ile bu etki adeta Türkiye karşıtı kampanyaya dönüşmüş durumda. Bu kampanyalardaki en önemli söylemlerden biri, Diyanet camilerinin ve imamlarının Türklerin entegrasyonuna engel teşkil ettiği ve "Türkiye'nin ve Erdoğan'ın ajanları, Erdoğan'ın uzun eli" olduğu yönündeki söylem.

 

Avusturya 'İslam Yasası'nın kabulü ve Diyanet imamları

 

Diyanet imamlarının AB ülkelerine girişlerinin yasaklanması hakkındaki ilk somut adım esasen Avusturya'da atılmıştı. 2015 yılı şubat ayında kabul edilen 'İslam Yasası' çerçevesinde Avusturya, ülkedeki Müslümanların anayasal temsilcisi durumundaki Avusturya İslam Cemaati'nin (IGGiÖ) de onayıyla, Diyanet camilerinde görev yapan imamların ülkeden gönderilmesini kararlaştırmış ve yeni imamların gelmesini de yasaklamıştı. Yasaya yönelik yoğun eleştiriler ve Türkiye'nin diplomatik girişimleri sayesinde, o dönemde bazı geri gönderimler olsa da, yasanın şu an için uygulanmadığını söylemek mümkün.

 

Ne var ki halihazır da etkin olarak uygulanmasa da, bu yasa tasarısının kanunlaşması, Diyanet imamlarının Avusturya ve Avrupa'daki geleceği adına, üzerinde dikkatle durulması gereken bir husus. Zira azınlıkların entegrasyonuna dair herhangi bir AB ülkesinde 'pilot' olarak denenen bu tür kanunlar ve politikalar, diğer ülkelere de yayılma etkisine sahip. Nitekim bu yasa sonrası başta Almanya, İsviçre ve Norveç gibi ülkelerde de benzer söylemler dillendirildi.

 

Hollanda parlamentosunun kararı

 

Avusturya'dakine mahiyet itibarıyla benzeyen bir önerge, geçtiğimiz günlerde Hollanda parlamentosunda (Tweede Kamer) da kabul edildi. Buna göre Türkiye tarafından Hollanda'daki camilere finansal yardım yapılmasının engellenmesi yönünde Hristiyan Demokrat Parti (CDA), Hristiyan Birliği (CU) ve Toplumcu Reform Partisi (SGP) tarafından verilen önerge, 27 Eylül'de 67'ye karşı 75 oyla kabul edildi ve senatonun onayına sunuldu.

 

Önergede "Türkiye'nin Hollanda toplumu üzerindeki istenmeyen etkisi, din görevlilerini atayan ve maaşlarını ödeyen Diyanet üzerinden gerçekleşmekte. Bu durum laiklik ilkesiyle bağdaşmadığı gibi, ibadethaneler yerel cemaatler için olmalı ve onların olmalı. Bu bağlamda hükümetten, Hollanda'daki ibadethanelerin Türk devleti tarafından finanse edilmelerinin önlenmesi ve bu konuda meclisin üç ay içinde bilgilendirilmesi istenmekte" ifadesi kullanıldı.

 

Din özgürlüğü sebebiyle, kabul edilen yasanın uygulamasında sıkıntı yaşanacağı bizzat Başbakan Mark Rutte tarafından söylense de, medya olayı "Diyanet camilerinin ve imamlarının Erdoğan'ın uzun kolu" ifadeleriyle lanse etti. Tabiatıyla bu tür söylem ve tartışmaların Hollanda'daki Türk sivil toplum kuruluşlarını rahatsız ettiği aşikar. Nitekim Hollanda Diyanet Vakfı (HDV) önergenin kabulünü "Hollanda hukuk devletinin değerleriyle taban tabana zıt" olarak niteleyen bir açıklamada bulundu.

 

Peki ama Hollanda Parlamentosu neden böyle bir önergeyi kabul etti?

 

 

Önergenin kabul edilmesi, Mart 2017'de seçimlere gidecek olan Hollanda'daki politik atmosferden bağımsız ele alınamaz. Zira halihazırdaki kamuoyu yoklamalarında aşırı sağcı ve İslam karşıtı Geert Wilders'in Özgürlükler Partisi (PVV) birinci parti durumunda. Ayrıca merkez partileri içinde de Wilders'in partisine gidecek oylara göz koyanlar ve buna göre söylem ve pozisyon belirleyenler bir hayli fazla.

 

Ne var ki bu önergenin kabulünde en önemli etkenlerden biri, FETÖ bağlantılı HOGİAF genel sekreteri Ahmet Taşkan'ın 15 Temmuz sonrasında "Hollanda Diyanet camilerindeki imamlar Erdoğan'ın ve Türkiye'nin ajanlarıdır" şeklindeki hezeyanları olsa gerek. Nitekim bunun akabinde Diyanet'in statüsü, Diyanet'e bağlı camiler ve imamların durumu yoğun olarak politikacıların söylemlerine konu edildi; bu camilerin Erdoğan'ın Hollanda'daki propaganda alanları olduğuna dair pek çok haber-analiz medyada yer aldı. Algı operasyonu ürünü olan bu suçlamalar karşısında Hollanda'daki bazı sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri açıklamalar yapmış olsa da, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in Hollanda medyasında yankı uyandıran açıklamalarına kadar, aslında yeterli bir cevap verildiği de söylenemez.

 

 

 

 

İmamlar Entegrasyona Engel (mi)

 

 

Hüseyin K. Ece

( İlahiyatcı Yazar)

 

Hollanda’da görev yapan imamlarla ilgili son tartışalar ve sorular şunlar: Kimin adına çalışıyorlar? Entegrasyona engel oluyorlar (mı)? Radikaller mi veya radikal söylemleri buraya mı taşıyorlar? 

 

 

İmamı Hollandaca sözlük şöyle tanımlıyor: 1.Opperste, eerste, 2.wereldlijk en geestelijk hoofd in het islamitische theoratische systeem, titel van de kaliefen,3.voorganger in het rituele gebed, hoofd van een moskee. (Van Dale, Groot Woordenboek Hedendag Nederlands, s: 537)

 

Hollandada cami görevlilerine imam denildiği gibi, hastahaneler, hapishaneler ve orduda müslümanlara dinî rehberlik hizmeti veren geestelijke verzorger’lara da kısaca “imam” deniyor. Bunların bir kısmı burada yetişse de, bir çoğu hâlâ yurtdışından, Türkiye, Fas, Pakistan veya diğer İslam ülkelerinden geliyor. 

 

Konumuzla ilgili ikinci kavram entegrasyon. Entegrasyon: Sözlükte bütünleşme, birleşme demektir. (http://www.nedirnedemek.com/entegrasyon-nedir-entegrasyon-ne-demek) Fransızca integration kelimesinden gelir. İnsanların bir toplumla bütünleşmesini, uyumunu anlatmak için kullanılmaktadır. (http://www.uludagsozluk.com/k/entegrasyon/)

Hollandaca sözlükler entegrasyonu şöyle açıklıyor. İntegratie: het integreren, het maken tot of opnemen in een geheel. De binding van personen tot groepen of van kleinere sociale groepen tot grotere. (Oosthoeks, Handwoordenboek Der Nederlanse Taal, 1/794. Van Dale, Groot Woordenboek Hedendag Nederlands, s: 557)

 

Buna göre entegrasyon kendi kimliğini, kendi değerlerini koruyarak, çevresi ile bütünleşmek, bir anlamda uyumlu yaşama ise, Hollanda’da görev yapan imamların büyük bir kısmı buna katkıda bulunuyorlar diyebiliriz.  Kim ne derse desin bu anlamda imamlar olumlu rol oynuyorlar. 

 

Çünkü onlar vaazlarında, hutbelerinde ve derslerinde insanlara iyi ahlâklı olmalarını, başkalarına zarar vermemelerini, kul hakkının büyük vebal olduğunu anlatıyorlar.  

 

Onlar başkalarının gıybetini yapmanın, aleyhinde çalışmanın, onlara dil ve el ile kötülük yapmanın haram olduğunu anlatırlar. Toplumda yaşayan herkesin hesaba katılmasını, herkesin eşit haklara sahip olduğunu, bu haklara saygı duymanın, toplumsal ahengi korumanın dinî bir görev olduğunu telkin ederler.

 

Onların hareket noktası İslâm’ın evrensel değerleridir.

 

 İslâm’ın evrensel değerleri de öncelikle sadece Allah’a kulluktur; barıştır, haklara saygıdır, güzel ahlâktır, güzel örnekliktir, başkalarını da hesaba katarak yaşamaktır. Onlar İslâmı başkasına anlatmanın en güzel yolunun iyi ve ahlâklı müslüman olmak” olduğu prensibinden hareket ederek cemaate iyi insan olmalarını öğütlerler. 

Onların bir prensibi de şu hadistir: “Mü’min başkalarıyla iyi geçinen ve kendisiyle de iyi geçinilen kimsedir. Başkalarıyla iyi geçinmeyen ve kendisiyle de iyi geçinilemeyen kimsede hayır yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/400)  Bu da uyumun entegrasyonun garantisidir. Madem ki entegrasyon uyum sağlamaktır, öyleyse kendisiyle hoş geçinilen insan en uyumlu insandır.

 

Başkasına iyilik eden, kendinden önce başkalarını düşünen, fedakar, cömert, paylaşan, yüreğini ve imkanlarını başkasına açan, dürüst, dosdoğru, olduğu gibi görünen göründüğü gibi olan kişiler iyi insanlardır. Imamlar hitap ettikleri kimselere böyle olmalarını anlatırlar, öğrencilerini bu anlayışla yetiştirirler. Bunlar da uyuma ek güzel katkıdır. 

 

İmamlar ne özelde ne de genelde hiç kimseye, hiç bir cemaate “hırsızlık yapın, gayr-i müslimlerin malına zarar verin, aldatın, haklarını kısıtlayın, saldırın, rahatsız edin, hile ile çıkar elde edin” demezler. Zira onlar İslâmı daha iyi bilen kimselerdir. İslâmın böyle demediğini, tam aksına Dinin dürüstlüğü ve haklara riayeti emrettiğini bilirler.

 

Imamlar yine bilir ki, bir müslüman bir kimse halkı müslüman olmayan bir ülkeye gidip oturum istediği ve oturum aldığı zaman zımnen o ülkenin otoritesiyle, kanunlarıyla bir anlaşma imzalamış olurlar. O anlaşmaya göre oturum alan kişi buradaki toplumsal kurallara uyacak, vatandaşlık görevlerini yerine getirecek; ondan sonra da her vatandaşın sahip olduğu haklara kavuşacak. İmamlar burada müslümanlara bu gerçeği ve yaptıkları sözleşmelere uymalarını hatırlatırlar. 

 

Oturum alınan ülkedeki toplumsal kurallara uymak kendi kimliğini, dilini, kültürünü, ya da dini hayatını terk demek değildir. Eğer oturum veren ülke bunu istiyorsa orada entegrasyon değil, asimilasyon söz konusudur. Eğer entegrasyondan maksat asimilasyon ise, eğer “bize uyun” derken kendi kültürünüzü, dilinizi, dininizi, yani sizi var eden, sizi bir kişilik olarak ayakta tutan değerlerden vaz geçip bizim gibi olun demekse” iste aklı başında herkes yabancı, her müslüman buna direnir. 

 

Zira asimilasyon yok olmadır, varlığını, ağırlığını, kimliğini kaybetmektir. Bir şair der ki “batılıların (avrupalıların) en büyük gücü başkalarını değiştirmektir”. Onlar esir almak, manevi anlamda yok etmek, ya da kullanmak istediklerini önce değiştirirler sonra da kullanıma hazır hâle getirirler. İnsanın kullanıma hazır olması kendi sağlam kimliğini değiştirmesi, yani asimile olması ile başlar. Asimile olan kimse ve grupların da varlığından söz edilemez. 

 

Bu bağlamda Hollanda görev yapanların imamların çoğu entegrasyona (uyuma/bütünleşmeye) katkı sağlayan, asimilasyon gibi şeytani planlara, uygulamalara, telkinlere direnen, hitap ettikleri kitlenin kimliğini koruyarak batı toplumlarında onurlu bir hayat sürdürmelerine yardımcı olan kahramanlardır. 

 

Bu anlamda genelde Avrupa, özelde Hollanda kamuoyu böyle imamlara her zaman muhtaçtır. 

 

 

 

İmamlar hakkında ağırlıklı olarak Hıristiyan partilerinin önerge vermesi bizi düşündürüyor.

 

Aydin Üre

Hollanda Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonu (TICF) Başkanı 

 

Açılışımızda özellikle Hollanda Diyanet Vakfı (HDV) ile ilişkilerimizi de dile getirdik. TICF ve HDV iki ayrı bağımsız kurum olarak Hollanda kanunlarına göre kurulup aynı tabana hizmet etmektedirler. Dolayısıyla ortak sorunları gidermekte bizlere de söz düşmektedir. Bunlardan birisi son zamanlarda camilerimize gerçekleştirilen saldırılar ve diğeri imamlarımıza karşı yasalarla getirilmek istenen kısıtlamalar. Camilerimize saldırılar konusunda Adalet bakanlığına bağlı Ulusal Terörizm ve Güvenlik Koordinatörü ile görüşmelerimiz sürüyor. Bu konu hakkındaki gelişmeleri halkımız ile paylaşacağız.

 

TICF şubelerinde görevlendirilen imamlarımızın ödeneklerinin Türkiye tarafından ödenmemesi için Hıristiyan Demokrat Partisi (CDA), Hristiyan Birliği (CU) ve Toplumcu Reform Partisi (SGP) tarafından sunulan ve 27 Eylül’de kabul edilen önergeye tepkimizi yazılı olarak, siyasi partilere ulaştırılması için Meclis başkanına gönderdik. Bakan da önergeyi olanaklarıyla beraber kısa süre içinde araştıracak. Din ve fikir özgürlüğünü kısıtlama maddelerinden önergenin yürürlüğe sokulmayacağı düşüncesindeyim. Yani bu önergeyi sunan partiler derslerine iyi çalışmamışlar. 

 

Siyasi partilerde 2017 seçimleri yaklaştıkça sağ odaklı bakış açılarıyla, sağcıları etkileyerek oy alma ritüellerine başvuruyorlar

 

Son belirlemelere göre ırkçı PVV partisi birinci parti olarak görünüyor. Partinin potansiyel oy kitlesinin içerisinde biz biliyoruz ki ırkçılıktan ziyade kendi partilerinin gidişatından memnun olmayan çeşitli ve farklı düşünce yapısındaki insanlarında yönelimi söz konusu ve haliyle hedef bu kitleyi böyle oyunlarla etkilemek oluyor. Bu arada Hollandalı Türkler ve Müslümanlar üzerinden oy toplama girişimleri de bunun cabası olarak görünüyor.

 

İmamlar hakkında ağırlıklı olarak Hıristiyan partilerinin önerge vermesi bizi düşündürüyor.

 

 Acaba sadece seçim propagandası mı yoksa İslam-Hıristiyan meselesi mi? Biz şimdilik buna seçim propagandası diyelim, çünkü bu önergenin uygulanması şimdilik olası görünmüyor. 

 

Hollanda’daki hapishane ve hastanelerdeki din görevlileri de devlet memurlarıdır, yani ödeneklerini devletten alıyorlar. TICF`nun şubelerinde görevli din görevlilerimiz kaliteli ve akademik din eğitimi almış tecrübeli ve toplum için faydalı kişilerdir. Aşırı ve radikal düşünceli din görevlilerine kesinlikte yer yoktur. Aralarında olsa bile bizler onları kesinlikle kabul etmeyiz ve ilk uçakla geri göndeririz. Bazı kişilerin ‘imamlar ajandır’ diye suçlamanın nefretle kınıyorum ve ayni zamanda üzülüyorum. Kendi menfaatleri her şeyden üstün tutuyor. Binlerce çocukların camilerdeki aldıkları dini eğitimlerini vebalini düşünemiyorlar. 

 

 

 

Önergeyi destekleyen diğer siyasi partiler bu önergeye sunan partilere alet oldular. 

 

Çünkü bizim şubelerimizdeki insanlarımızdan hiç bir zaman aşırı ve radikal düşünceli kişiler çıkmamıştır. Terör bizden uzak,  gençlerimiz her türlü radikal düşünceden temizdir. Buda din görevlilerimiz sayesindedir. Diyelim ki önerge yürürlüğe girmiş, imamlarımız Türkiye’den gelmemiş, 146 şube kendi imamını kendi tayin edecek olsa kim bilir neler olabilir.

 

 

 

Hollanda’da bir bardak suda fırtına koparılıyor

 

İlhan Karaçay

( Gazeteci)

 

*De Telegraaf Gazetesi, Türkiye'ye karşı kışkırtıcı yayınlarına devam ediyor

* Din İşleri Müşavirliğimize bakan Yusuf Acar'ın casusluk suçlaması ile

sınırdışı yapılması isteniyor.

 

* Hıristiyan Demokrat Partisi CDA Grup Başkanı Buma, Diyanet'in Hollanda için 'Çok tehlikeli' olduğunu iddia ediyor.

 

Hollanda'da Türkiye ve Türkler aleyhine yaptığı yayınları ile başımıza bela olan De Telegraaf Gazetesi, bugün birnci sayfada yayınladığı ve iç sayfalarda sürdürdüğü haberlerinde, Diyanet teşkilatının tamamına dinamit koyarcasına asılsız iddialarda bulundu.

 

Haberlerde, Lahey Büyükelçiliğimiz nezdinde Din İşleri Müşavirliğini yürütmekte olan ve aynı zamanda Hollanda'da Diyanet Vakfı Başkanı olan Yusuf Acar'ın, uluslararası casusluk nedeniyle köşeye sıkıştırıldığı iddia ediliyor.

 

Gazetenin iddialarında, Diyanet Vakfı Başkanı'nın, Ankara adına, Hollanda'daki Gülen hareketi hakkında istihbari faaliyette bulunduğu sonucu çıktığı belirtiliyor. Haberde Gülen cemaati mensuplarının Türkiye'de terörist olarak takibata uğradıklarına da yer verilmiş. Türkiye'deki fişleme listesinde, Hollanda'daki Gülen Cemaati mensuplarından çok sayıda kişinin yer aldığına dikkat çekiliyor. 

 

Hıristiyan Demokrat Partisi CDA'nın, Türkler tarafından, Gülencilerin Hollanda'daki Kalesi olarak nitelendirilmesi sonrasında, CDA Grup Başkanı Buma, Büyükelçimiz'in Deşişlerine çağrılmasını ve Yusuf Acar'ın da sınır dışı edilmesini istedi.

 

De Telegraaf gazetesi, "CAMİLERİN ŞEMSİYE KURULUŞU BAŞKANI ANKARA’NIN UZANTISI OLARAK ÇALIŞIYOR'' ve 'BÜYÜKELÇİLİK ATEŞ ALTINDA' başlıkları ile yayınladığı haberlerde şöyle denildi:

 

(Deventer eski başkonsolosumuz Orhan Ertuğruloğlu'nun çevirisi ile.)

 

Türkiye Büyükelçiliği çalışanının istihbari faaliyette bulunması Hollanda ile Türkiye arasında yeni bir diplomatik krizle sonuçlandı. 

 

Hristiyan Demokrat Parti CDA, Gülen Kalesi imiş. 

 

Partinin Meclis Grup Başkanı Buma son derecede tepkili:” Bu müdahale şaşırtıcı ve kabul edilemez”.

 

Daha Cuma günü (9 Aralık) Diyanet ve Türkiye Büyükelçiliği bu hususu sert bir dille tekzip etmişti. “Ankarayı hedef alan ihbar raporları kesinlikle yanlıştır” denilmişti.

 

Fakat bugün artık inkarın anlamı kalmadı. Hollanda’daki Gülen hareketi sempatizanlarının adlarını Ankara’ya sızdıranın Diyanet Camileri Başkanı’ndan başkası olmadığı ortaya çıktı.

 

De Telegraaf gazetesinin araştırmasından bu ayan beyan belli oldu. Sorumuza cevaben Hollanda’da görevli olduğu Türkiye Büyükelçiliği Makamında Yusuf Acar, bunu kendi ağzından ikrar ediyor. Vakıf Sözcüsü Ayhan Tonca, “Hollanda Diyanet Vakfı Başkanı olduğundan beri, yönetimle arasında “ciddi bir sorun var” diyor. Tabii Türkiye Büyükelçiliği de zor durumda kalıyor. Bir diplomatik kaynak Acar’ın “faaliyetlerini büyükelçinin bilgisi dışında sürdürdüğüne”işaret ediyor.

 

Buma, iftiraya tepkili

 

Buna rağmen CDA lideri Sybrand Buma çok tepkili. Partisi, raporda Gülen Hareketi’nin Kalesi olarak itham ediliyor. “Sözkonusu iftiralar gülünç ve gerçek dışı. Ankara’nın propaganda konusunda ne kadar aşırı gittiğini gösteriyor. Türkiye hükümetinin, Hollanda’nın iç işlerine karıştığının yeni bir kanıtı. Bu müdahale şaşırtıcı ve kabul edilemez. Kabine, büyükelçinin dikkatini çekmeli” diyor.

 

Bununla birlikte, listede sadece CDA’nın adı geçmiyor. Acar, Türkiye’de terör örgütü olarak nitelendirilen İslami ruhani Fethullah Gülen’in “denetimindeki” birçok şirketi,yardım kuruluşlarını, okulları ve diğer örgütleri de tadat etmiş.

 

Diyanet, Hollanda dışında da tartışma konusu. Türkiye’deki Cumhuriyet gazetesinde ve Alman Die Welt’de yer alan haberler vesilesiyle diyanete bağlı 38 ülkedeki camilerde görevli imamların “casus” oldukları açığa vurulmuştu.

 

Temmuz ayındaki başarısız darbeden sonra kurulan parlamento araştırma komisyonuna sunulan elli kadar rapor, fotoğrafları, isimleri ve örgüt yapılarını içeriyordu(Bu raporların Diyanet Müşaviri tarafından mı, yoksa Cumhuriyet ve Die Welt gazetesinde yer alan haberlerden hareketle mi hazırlandığı Telegraaf’ın inceleme yazısında açıkça belirtilmiyor) 

 

Ankara, Fethullah Gülen’i habis bir zeka olarak görüyor ve taraftarı olduğundan şüphelendiği kişilere karşı ülkesinde cadı avı başlatmış durumda. Darbeden sonra 125.000 kişi ya işten atıldı veya hapsedildi. Bunların arasında askerler, hakimler, gazeteciler ve bilim adamları var.

 

Başarısız darbenin Hollanda’da da etkileri oldu. Geçen yaz yüzlerce Erdoğan taraftarı sokaklara döküldü. Hollanda’daki Gülen taraftarları tehdit edildi.

 

 Boykot edilecek şirketlerin listeleri dağıtıldı. Hollanda parlamentosu burada “Ankara’nın uzun kolu” olduğundan şüpheleniyor. Sefaret çalışanı ve Diyanet Vakfı Başkanı Yusuf Acar’ın raporu bu yangını körüklüyor. Ancak Acar işin içinde“casusluk” olduğunu tartışıyor. ”Listeyi internetteki verilere göre yaptım” diyor. Türkiye’den Hollanda’daki camilerde görevlendirilmek üzere gönderilen 145 imam da istihbari faaliyette bulunmuyor.

 

 Acar “Bu konuda İmamlar’a herhangi bir çağrı yapılmadı” diyor.

Türkiye Büyükelçiliğinden bu konuda açıklama yapılmadı. Gülen hareketi sözcüsü ise duruma çok şaşırmış: “Fişleme listesi haberleri doğruysa bu çok yanlış ve kabul edilmez” diyor".

 

HOLLANDA HIRİSTİYAN DEMOKRAT PARTİSİ CDA GÜLENCİLERİN KALESİ

 

Diyanet Vakfı Başkanı Acar Ankara'ya yazdığı raporunda, “CDA ve InHolland Yüksek Okulu Gülenciler’in kalesidir” diyor.

 

Raporda Parlamentodaki CDA (Hristiyan Demokrat Partisi) içinde “Diyanet ve Türkiye aleyhine kanun tasarıları hazırlama çalışması yapan" bir dizi Gülen sempatizanının ismi sayıldı. 

 

Acar, siyasileri etkileyen beş Türk’ün ismini verdi. Bunların arasında Rotterdam CDA partisinde siyaset yapan Turan Yazır’ın ve Alaattin Erdal’ın isimleri var. Keza Zaman Vandaag gazetesi baş redaktörü Mehmet Cerit de siyasi çevrelerde etkili olabilecek şahıslardan biri. Ayrıca Acar’a göre InHolland yüksek okulunun tümü “ hareketin kontrolü altında”. Acar, Ankara’ya verdiği raporunda “ Bu üniversite Hollanda’da imam yetiştirmek üzere kurulduysa da ancak bir sınıf mezun edebildiğinden yakında lağv edilecektir” şeklinde görüş bildirdi.

 

Gazetedeki Haber/İnceleme yazısı Joris Polman ve Silvan Scoonhoven tarafından hazırlanmış.