Doğu Türkistan gerçeği ve Uygurların var olma mücadelesi


  • Kayıt: 05.07.2015 03:30:00 Güncelleme: 05.07.2015 03:30:00

Doğu Türkistan’da yaşananları anlamak için evvela büyük fotoğrafa yani Çin’in geneline bakmakta fayda var. Doğu Türkistan, konumu ve sahip olduklarıyla stratejik bir bölge olup, uzmanlara göre gelecek yüzyılın en zengin bölgelerin başında yer alacaktır. Bu durum bölgede yaşananlara bir ipucu...

 

 

1949 yılında Komünist Çin’in egemenliğine giren Doğu Türkistan, Türklerin anayurdu olarak bilinen coğrafyanın merkezini oluşturur. Dış Moğolistan, İç Moğolistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Afganistan, Pakistan, Keşmir, Hindistan ve Tibet ile sınır komşusu olan Uygur Özerk Bölgesi’nin başkenti Urumçi olup, en önemli şehirleri Turfan, Kumul, Hoten, Kaşgar, Yarkent, Artuş, Aksu, Karaşehir, Gulca, Barköl ve Altay’dır. Yüzölçümü olarak Türkiye’nin 2,5 katı büyüklüğünde olan ülkenin ismi, 1955 yılında “yeni ilhak edilen toprak” anlamına gelen “Xinjiang” Uygur Özerk Bölgesi olarak değiştirilmiştir.

 

 

Divan-ı Lügat-it Türk’ün yazarı Kaşgarlı Mahmut’un, Kutadgu Bilig’in yazarı Yusuf Has Hacip’in, Ali Şir Nevai’nin memleketi, İslamiyeti ilk kabul eden Abdülkerim Saltuk Buğra Han’ın hüküm sürdüğü; Çin’in kuzey-batısında yer alan bölgede çoğunluğunu Uygurların oluşturduğu 30 milyon Müslüman Türk yaşam mücadelesi vermektedir.

 

 

Tarihi geçmiş

 

Karahanlılar İmparatorluğu döneminde Müslümanlığın toplu halde resmen kabul edildiği Doğu Türkistan’da Çin/Mançu hakimiyetinin 1756 yılından itibaren başladığı görülür.

 

 

1863’de Yakup Han Bedevlet öncülüğündeki ayaklanma sonucu bölgede Çin hakimiyetine son verilir ve tarihi başkent Kaşgar’da “Kaşgar Hanlığı” adıyla bağımsız bir devlet kurulur. Sultan Abdulaziz Han döneminde Osmanlı Devleti’ne biat eden, para basan, Ruslar ve İngilizler tarafından da resmen tanınan Kaşgar Hanlığı, Yakup Han’ın zehirlenerek öldürülmesinin ardından, 1877 yılında yıkılır ve Hocalar ve cemaatler arasındaki iç çekişmelerden de faydalanan Çinliler tekrar bölgeye hakim olur.

 

 

Çinli Genel valilerin keyfi idaresi ve artan baskılar karşısında 1931 yılında tüm bölgeye yayılan ayaklanma sonucu, 1933 yılı Kasım’ında Hoca Niyaz Hacı ve Sabit Damolla liderliğinde, ikinci defa Kaşgar’da “Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti” kurulur. Bölgede artış gösteren Panislamist ve Pantürkist akımların Rusya hakimiyetindeki Türklere de sirayet edeceği endişesini hisseden Rusların yardımı ile 1934 yılı sonlarında milli cumhuriyet yıkılır ve Çinli Genel Valinin başkanlığında bölgede 1937 yılının sonuna kadar sürecek “Rus Kontrol Dönemi” başlar.

 

Bağımsızlık hareketleri

 

Dini ve milli kimliklere yönelik baskıların devam etmesi ile bu defa bölgenin kuzeyindeki -sayıları 1,200,000 civarında olan- Kazak Türkleri Osman Batur liderliğinde ayaklanır. Güney’de Uygurların da ayaklanmasıyla 1944 yılı Kasım ayında Gulca’da Ali Han Töre liderliğinde ikinci defa “Doğu Türkistan Cumhuriyeti” kurulmuştur. Bağımsızlık hareketlerinin Sovyetlere de sıçramasından endişe eden Rusların yardımı ile 1946’da ortadan kaldırılan milli cumhuriyetin yerine Çinlilerden, Ruslardan ve Türklerden oluşan “Karma Eyalet Hükümeti” kurulur. 

 

 

Ancak Çin genelinde devam eden iç çatışmalar sonucu komünistlerin Mao liderliğinde Çin’de iktidarı ele geçirmeleleriyle birlikte Doğu Türkistan bölgesi, 1949 Ekim’inde günümüze kadar devam eden Komünist Çin hakimiyeti altına geçer.

 

 

Bölgenin stratejik önemi

 

Doğu Türkistan; jeopolitik ve stratejik konumu, fiziki coğrafyası, tarihi geçmişi, etnik yapısı, kültürel ve folklorik değerleriyle Türk-İslam dünyasının ayrılmaz bir parçası olduğu gibi, özellikle yeraltı ve yerüstü zengin ve stratejik kaynaklarıyla gelecek yüzyılın önemli toprak parçalarından biri konumundadır.

 

 

Coğrafi açıdan bakıldığında; Asya’nın kalbi durumundadır. Çin’in karadan Batı’ya açılan tek kapısıdır. Türk Dünyası’nın Orta Asya’daki son sınır hattıdır. İslam Dünyası’nın Uzakdoğu Asya’daki önemli merkezidir. Hindistan ile Çin arasında (Tibet ile birlikte) tampon bölgedir.

 

Askeri açıdan bakıldığında; Güneyindeki Himalaya, kuzeyindeki Altay Dağları ve orta şeritte yer alan Tanrı Dağları ile Taklamakan ve Gobi Çölleri gibi geçit vermeyen doğal setlerden dolayı Çin için güvenilir “doğal savunma hattı”dır. Doğal setlerden dolayı Batı’ya yönelik olası saldırılarda lojistik açıdan da oldukça uygun “askeri üs” konumundadır.

 

 

Siyasi açıdan bakıldığında; Türkiye ve Özbekistan’dan sonra en kalabalık ve dinamik Türk nüfusunu barındırmaktadır. Konumu, doğal setleri ve tüm olumsuzluklara rağmen direnen nüfus ve medeniyeti ile Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan ve Özbekistan Cumhuriyetleri’nin yakın gelecekte “siyasi sigortası” konumundadır. Çünkü, Uygur Bölgesi’nin yok olması halinde Çin’in Kazakistan başta olmak üzere Merkezi Asya ülkelerini hegomanyası altına alma niyetini kolaylaşacaktır. Türk ve İslam Dünyası’nı uzakdoğuda temsil eden tek bölgedir.

 

Uzakdoğu ile Avrasya ve Batı coğrafyası arasında “köprü” durumundadır.

 

Ekonomik açıdan bakıldığında; Yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla, stratejik rezervleri bakımından Kazakistan ile birlikte gelecek yüzyılın hammadde deposudur. Açılmamış doğal kaynaklarına rağmen, şu haliyle Uygur Bölgesi bütün Çin’in % 25’ni besleyecek kapasiteye sahiptir. Modern İpekyolu’nun geçiş noktasında yer almaktadır.

 

Hammade deposu

 

Doğu Türkistan’ın önemini ortaya koyan bu tesbit ve değerlendirmeler, konuyu biraz daha detaylandırdığımızda, Çin açısından bölgenin vazgeçilmez toprak olduğu gerçeğini de gösteriyor: Tüm Çin sınırları içinde keşfedilen toplam 171 maden çeşidinden 138’i bu bölgede bulunmuştur... Bu madenlerden 5’i madeni kaynak bakımından tüm Çin genelinde ilk sırada yer almaktadır... Bu topraklarda işletilen 24 maden tüm Çin genelinin ilk beşinde, 43 maden ise ilk 10 sırasında yer almaktadır.

 

 

Bölgede 2,19 trilyon ton kömür; 20,86 milyar ton petrol ve 10,3 trilyon metreküp doğal gaz rezervi bulunmaktadır. Petrol, doğal gaz, kömür, altın, değerli taşlar, krom, bakır, nikel, nadir görülen metaller, tuz kategorisindeki maden ürünleri, inşaat malzemeleri gibi ametal maden ürünlerinin rezervlerinin çok zengin olduğu bu kardeş bölge; tıpkı Kazakistan gibi Tungsten, Wolfram ve Uranyum gibi stratejik maden kaynakları bakımından da oldukça zengindir.

 

 

Resmi Çin kaynaklarına dayanarak verdiğimiz bu ekonomik veriler, tekrar ifade etmek gerekirse; bize sadece bölgenin zenginliğini değil, aynı zamanda bu bölgenin Çin Halk Cumhuriyeti için vazgeçilmez bir toprak parçası olduğunu göstermektedir. Asya’nın merkezinde yer alması sebebiyle Doğu Türkistan, geçmişte olduğu gibi bugün de Asya ile Avrupa (Çin ile Batı dünyası) arasında doğal bir köprü rolünü üstlenmektedir. Şincan Uygur Cumhuriyeti aynı zamanda “Orta Asya Enerji Havzası”na yakınlığıyla da stratejik bir bölge olup, uzmanlara göre gelecek yüzyılın en zengin bölgelerinin başında yer alacaktır.

 

Kapalı devre yaşam

 

Doğu Türkistan’da yaşananları anlamak için evvela büyük fotoğrafa yani Çin’in geneline bakmakta fayda var. Türkiye’den toprak genişliği bakımından 10 kat, nüfus açısından ise 20 kat büyük olan devasa ülkede yazılı, sesli ve görsel bütün basın-yayın araçlarının tamamen “tek parti kontrolünde” olduğunu; modern anlamda tanımladığımız hukuk prensiplerinin Çin Komünist Partisi’nin milli menfaatlerine gore düzenlendiğini ya da uygulandığını bilmemiz lazım... Doğu Türkistan’da her ne kadar havayolu kapıları açılmışsa da, ticari ve kültürel alışverişlere izin verilmişse de, tüm dünyada her yıl yaşanan idamların % 50’den fazlasının gerçekleştirildiği ülke olan Çin’de adeta “kapalı devre bir yaşam” sürdüğünü; dolayısıyla özerk bölge statüsünde yönetilen Doğu Türkistan’ın sorunlarını ve geleceğini bu temel bilgiler çerçevesinde değerlendirmek gerekir.

 

 

Ayrıca bölgenin hukuki durumunu ve meydana gelen olayları daha iyi anlamamız için, öncelikle ÇHC’nin azınlık politikasının zihni temellerini ortaya koymakta fayda var. Nitekim asıl sorun da; Konfüçyüzm’ün beslediği geleneksel “dünyanın merkezi Çin’dir” görüşünden kaynaklanmaktadır. Çin, kendisini dünyanın ortasındaki “çiçek” olarak görmekte; etraftaki komşuları ve toprakları ise “yabani otlar/barbarlar diyarı” olarak kabul etmektedir. Dünyanın geri kalan kısmını ise “batı deryası” olarak kabul eden “Çin merkezci” bu düşünce tarzına göre; Çin’in idaresi altına girmeyi kabul edenler veya Çin kültürünü benimseyenler ya da Çin menfaatleri doğrultusunda siyaset güdenler barbarlıktan kurtulma(!) şansını bulabilirlerdi. İşte bu felsefi bakışın tesiri günümüzde farklı şekillerde hissedilmekte veya kendini göstermektedir. Bunlar da halkın direnişine, halkın direnişi de devletin yoğun ve şiddetli baskı göstermesine neden olmaktadır.

 

 

 

 

 

Temel sorunlar

 

Doğu Türkistan Bölgesi’nde yaşanan şiddet olaylarına ve çatışmalara sebep olan sorunların başında; Planlı, sistematik Çinli göçmenlerin bölgeye yerleştirilmesi, Doğum kısıtlaması ve zorunlu kürtaj, seyahat kısıtlaması, iletişim kısıtlaması, yargısız infazlar, organ ticareti, uyuşturucu teşviki, ırkçılık, aşağılama, hor görme, dini yasaklar ve kısıtlamalar, ana dilde eğitim kısıtlaması, ekonomik ve bölgesel farklılıklar... gibi sorunlar ve ihlaller, bölgede etnik çatışmayı körüklemekte ve her yıl yüzlerce masum insan hayatını kaybetmekte, yüzlerce Uygur genci de ömür boyu hapse veya gözetim altında tutulmaya mahkum bırakılmaktadır.

 

 

Görüldüğü üzere aslında her biri küresel dünyanın ortak sorunu olan insan hakkı ihlallerinden kaynaklanan sebeplerle bölgede, yoğun şekilde şiddet olayları, toplumsal tepkiler olmaktadır. Doğu Türkistan halkının hoşnutsuzluktan, eşitsizlik ve adaletsizlikten kaynaklanan sebeplerle gösterdikleri demokratik tepkiler, orantısız güç kullanılarak bastırılmaktadır. Halkın gösterdiği insani talepler içeren direnişler terör olayları olarak değerlendirilmektedir.

 

Bölgede adeta, namaz kılmak, Kur’an öğretmek suç olarak addedilmektedir. Özellikle Çin’in iç kesimlerinde, Pekin, Şanghay, gibi şehirlerde her bir Uygur adeta “potansiyel suçlu” olarak görülmektedir.   Gençlerimiz, 12-16 yaş rası genç kızlarımız kırsal kesimlerden toplanarak Çin’in iç kesimlerinde fabrikalarda çalışmaya götürülmekte, aile bağları zedelenmektedir. Özellikle, Çinli göçmenlerin yerleştirilmesi, dini inançlara saygı gösterilmemesi, istihdamda eşitsizlik ve sosyal hayatta adaletsizlik gibi sebeplerle bölgede huzur ve istikrarın olmadığı görülmektedir.

 

 

Çin’in 2003’den itibaren ag?ırlas?an Uygurca ile ilgili yasakları, 2011 yılında bas?layan çarşı-pazarda tesettür kıyafetleri satılması yasag?ı, ve deam eden yıllarda özellikle Ramazan’da devlet memurlarına ve işöileri ile öğrencilere getirilen oruç yasag?ı: cenaze, sünnet, dini nikah, Kur’an öğrenme gibi geleneksel ve dini inançlara getirilen kısıtlamalar, dini ve milli değerlerin aşağılanması, çıkan toplumsal olaylarda ve protestolarda etnik ayrımcılık yapılarak Müslüman Türklere yönelik orantısız güç kullanılması... gibi Parti teşvikli davranış ve yaptırımlar; bölgede zaten var olan gerginliği arttırıcı bir etki yapmaktadır.

 

 

Sarı tehlike

 

Sorunlara çözüm bulunmaması durumunda bölgede şiddet olaylarının artarak devam edeceği, Çin’in yükselişinden rahatsız olan küresel güçlerin Çin’i rahatsız etmek için sürekli olarak bölgedeki olayları kaşıyabilecekleri, kendi çıkarları için Suriye ve Afganistan’da kamplarda yetiştirilen masum gençlerimizi silahlı direnişe teşvik edebilecekleri görülmektedir. Doğu Türkistan; Amerika’nın, küresel güçlerin insafına terk edilemeyecek kadar bizim olan bir toprak parçasıdır.

 

Dini ve milli açıdan hem Türkiye olarak hem de diğer Bağımsız Türk cumhuriyetleri olarak yakından ilgilenmemiz gereken, sahiplenmemiz gereken bir vatan parçasıdır.  Çünkü bugün Doğu Türkistan’a hakim olan “Sarı Tehlike”nin esas hedefi, yakın gelecekte Sibirya ve Kazakistan üzerinde kuracağı “nüfus hakimiyeti” ile “küresel lider” olmak ve dünyayı yönetmektir.

 

 

Dolayısıyla Doğu Türkistan bugünkü stratejik konumu ile sarı tehlikenin önündeki “tampon bölge” olarak bütün dünyanın ilgi göstermesi gereken “küresel bir sorun”dur...

 

 

Bölgedeki Türklerin temel arzusu ise; kendi topraklarında örf-adetleriyle, inançlarıyla, dini ve milli kimlikleriyle İNSANCA ve ÖZGÜRCE yaşayabilecekleri bir ortamın hazırlanmasıdır...

 

 

Böyle bir ortamın hazırlanmasında Pekin, Washington, Moskova, Tokyo, Delhi, İslamabad, Tahran ve Ankara ile bölgedeki Türk Cumhuriyetleri etkin rol oynayabilirler, oynamalıdırlar da. Çünkü artık küresel sorunlardan biri olan “Doğu Türkistan”da yaşananlar dünyanın geleceğini, dünya barışını ve güvenliğini yakından ilgilendirmektedir.

 

 

2004 yılında kurulan Doğu Türkistan Sürgün Hükümeti de dünya barışı için, bölgenin huzuru için, insani sorunların çözümü noktasında Ankara’nın desteğiyle elini taşın altına koymaya hazırdır...

 

 

 

------
İsmail Cengi - Avrasya Türk Dernek. Fed. Gn. Baş 

ismailcengiz999@gmail.com 
(İsmail Cengiz / Avrasya Türk Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı)