Türkler ve Aynılık Hastalığı!!


  • Kayıt: 25.03.2014 09:42:00 Güncelleme: 25.03.2014 09:42:00

Türkiye’nin ve Türk toplumunun bir “aylılık” veya “aynılaştırma” probleminin var olduğunu düşünüyorum. Beni en çok endişelendiren toplumsal sorunlardan biridir bu aynılık problemi. Aynılaştırma eğilimi de çok fazla var Türkler’de. Bu eğilim hem muhafazakarlardan, sağ kesimden hem de sekülerlerden, sol kesimden geliyor. “Bu taraftan mısın yoksa o taraftan mı?” meselesi. Ayrıca herkezin nereye ait olduğunu da bilmek istiyoruz. Bir sarmal halinde içine girilmiş bu durumdan çıkamıyor Türk toplumu. Bu girdap boğuyor Türk insanını.
Belki şunu hiç akıldan çıkarmamak lazım. Hiç kimse birbirine benzemiyor, benzemesi de mümkün değil. Benzetmek te mümkün değil. İnsanlığın varoluş presiplerine de ters bir yaklaşım. Benzetmeye çalışmanın akıbeti hüsrandır, fiyaskodur. Aynılaştırma anlayışı üzerine kurgulanmış ve kurulmuş bütün düzenekler ve sistemeler yıkılıp gitmiştir. Aynılık problemi bulunduğu yeri kemirip bitiren bir hastalıktır. Tektiplik, tekdüzeliktir. Bu toplumun ve toplulukların kanseridir. Tedavi edilmez ise, bünyeyi kemirir, kendini yer ve bitirir; yani bu zihniyetin yaşam hakkı yoktur, neticesi ölümdür.
Peki nedir bu aynılık ve aynılaştırma hastalığının reçetesi? Bence çaresi kimseyi ötekileştirmeden ve herkezi kendi yerinde ve konumunda kabul etmektir. Kimseyi ötekileştirmeden, kendimize düşmanlar aramadan birey olarak kalmaya çalışmaktır bunun çözümü. Bu mesele birey seviyesinde içselleştirilmeden, halledilmeden de toplum düzeyinde çözülmesi mümkün değildir. Özgür bir birey olarak kalmak ve insanların hürriyetlerine, hür düşüncelerine müdahale etmemek, saygı duymak öncelikli bir şarttır bu hastalığın tedavi sürecinde. Herkese, her düşünceye yaşam hakkı tanıyabilecek kadar geniş mezhepli olmak gerek. Bu da demokrasilerle mümkündür. Demokrasi herkezin ihtiyacı olan bir iklimdir. Ama herkes için bir demokrasi, sadece benim gibi düşünenler için bir demokrasi değil. Kapsayıcı, ayrıştırmadan, ileri bir demokrasi. Bana göre, benim için bir demokrasi değil. Herkes bana benzesin, benim gibi düşünsün, benim gibi otursun, benim gibi kalksın, benim gibi yeşin-içsin arzusu maalesef çok fazla hakim Türkler’de. Böyle bir anlayış çoğulculuğun, çeşitliliğin tamamen zıttıdır. Herkes bana benzerse orada ne demokrasi olur, ne sanat olur, ne feslefe olur, ne edebiliyat olur, ne de yenilik, zenginlik ve özgül düşünceler. Sanat ve ilim sınırları aşmak, hudutları sorgulamak demektir. İnsanları bir kalıba, kümeye ve kategoriye koymak ve insanların hür ve aykırı düşüncelerine gem vurmak, düşünceyi sınırlamak insana da bir hakarettir. İnsanlar hiç bir yere ait olmadan, beğendiği veya beğenmediği şeyleri söyleyebilmeliler. Akademi dünyasında eleştiriye açık olmak çok önemli bir ölçü kriteridir. Eleştiri, kritik, tenkit akademisyenlerin, yazar-çizerlerin, siyasilerin beslenme kaynağıdır. Bununla geçinmesini bilmeyenler kendilerine başka bir meslek edinmeliler.
Ayrıca çoğulculuk, toplumların ve toplulukların sahip oldukları veya olması gereken büyük bir özelliktir. Bir ayrıcalıktır. Eşsiz bir zenginliktir. Çoğulcululuğun ve çeşitliliğin olduğu yerde yaratıcılık, mucitlik ve demokrasi vardır. Farklılıkların yönetim şeklidir demokrasi. O yüzden çoğulculuğa ve çeşitliliğe sahip çıkmadan, aykırılıklara yaşam hakkı tanınmadan aynılık probleminin üzerinden gelinebileceğine inanmıyorum. Demokrasiler gelişirse, demokratik anlayışlar yerleşirse, bu tür problemler de zamanla ortadan kalkar. Ama kırmadan, kızmadan, öfkelenmeden ve de yaftalamadan, konuşa konuşa, anlaya anlaya, empati yapa yapa farklılıkların zenginlik kaynağı olarak görülmesi ve elmasa dönüştürülmeye çalışılması çok önemlidir bu durumlarda. Bir yere körü körüne bağlı insanlar yetiştirmek, kör ve sağır kitleler oluşturmaktır ki, bu da kuru bir kalabalıktan ibarettir ve zamanla kendi kendine sorun olur.
Evet, ileri demokrasiler de ancak gelişen ve genişleyen bir sivil toplumla mümkün olur. Özellikle sivil toplumun demokrasiye katılımı ve katkıları, Türklerin yaşadıkları ülkeyle bütünleşmeleri ve o ülkenin bir parçası haline gelmeleri çok önemli bir kriterdir ve katılımcı demokrasi için de belirleyici faktörlerden biridir. Adaletin güvence altına alındığı bir hukuk sistemi (devlet), ticaretin gelişip beslendiği ve hayat bulduğu bir serbest piyasa ekonomisi (iş dünyası) yanı sıra sivil toplumlar da farklılıkların, çoğulculuğun bir zenginlik olarak demokrasilere yansıdığı önemli sektörlerdir. Günümüz Avrupa’sında geniş bir sivil toplum vardır. Türkiye’de sivil toplumun Avrupa’da olduğu gibi daha fazla gelişmesi ve daha fazla demokrasiye katılımı, daha fazla söz hakkına sahip olması ve etkin ve etkili hale gelmesi özgürlükler ve özgürleşen bireyin ve toplumun, ileri demokrasinin olmazsa olmazıdır. Çoğulculuğun çiçek açmaşı, bir yedi veren gibi faydalı olması sivil toplumla mümkündür. Aykırılıkların meyveye dönüştüğü tarlalardır özgür sivil toplumlar. Aynılık probleminin ise tek çözüm yeridir. Demokrasilerin de besin kaynağı.