Yeni Roman'in Alengirli Ustasi


  • Kayıt: 26.09.2017 22:51:00 Güncelleme: 20.12.2020 13:03:48

Edebiyat ortamına ustalığı kalın harflerle yazılmış olan Sadık Yemni’nin son romanı yayımlandı. Titiz bir kelime işçisi olan Yemni, Ela’da bir yapay zekâ üstüne insan ilişkilerini ve bireyin gelecek kurgusunu tartışıyor

Sadık Yemni, 1951 yılında İstanbul'da doğdu. 1954'te ailesi anne memleketi olan İzmir'e taşındı. 1957'de Ege Üniversitesi Kimya Mühendisliği öğrenimini yarıda keserek kısa bir süre kalıp dönmek üzere Amsterdam'a gitti. Hollanda'da çeşitli işlerde çalıştı. Özellikle kışları şehir dışında kimsenin uğramadığı bir yerde geçen boş saatleri okumak, düşünmek ve yazmak için kullandı. Daha önce Metis Yayınları'ndan Muska (1996), Amsterdam'ın Gülü (1997) ve Öte Yer (1997) ile başlayan serüveni yeni romanlarla sürdü. Verimli bir yazar olan Yemni'nin son romanı Ela.
Sadık Yemni titiz bir kelime işçisi. Bir üslupçu. Kendine has bir tarzın polisiye ve bilimkurgunun yeni biçimlerinin ustası. Gerçi o kalemine çeşitli tarzları alan ve dönüştüren bir yazar. Yıllar önce Hollanda'da bir deniz fenerinde bekçilik yaparak yazdığını okuduğumuzdan beri ünü artan bir edebiyatçı.
Yemni, ülkesine ve ülkesinin dinine, kültürüne muttali bir yazar. Uzun yıllar Avrupa'da kalmış insanlara mahsus yabancılık ve mesafe onda görülmez.
Edebiyat ortamına ustalığı kalın harflerle yazılmış olan Sadık Yemni, kelimelerle olan yolculuğuna nasıl ve ne zaman başladığını ise şöyle anlatıyor:
"Kelimelerle yolculuk sanırım çoğu kez anlatıcılıkla başlıyor. Ben geç konuşmuşum. Daha iki buçuk üç yaşındayken bakkal yerine kakal dermişim mesela. Sonradan güçlü anlatıcıların elinde büyüdüm, Annem ve onun bazı teyzeleri süper etkin anlatıcılardı. Dinleyicileri bazen büyüler, bazen de gülmekten kırar geçirirlerdi. Bizim ev akrabaların buluşma merkezi olduğundan daha on yaşlarındayken ben de iyice forma girmiştim.
On iki yaşındayken mahallede hayali filmler anlatmakla ünlenmiştim. Görmediğim filmleri anında doğaçlamayla uydurarak baştan sona anlatırdım. Gerekli yerlerde film müziği de yapardım. Gerilim tonları özellikle...
On iki, on üç yaşına kadar sürdürdüm. Tutkulu dinleyicilerim vardı. Uydurduğumu bildikleri halde, 'yeni film gördün mü?' diye sorarlardı. O sıralarda televizyon ve internet olmadığı için böyle şeylere merak, talep ve istek vardı. Yazmaya otuz ortalarında seyreltik bir şekilde başladım. Öyküler kaleme aldım. Göçmen işçilerle ilgili konuları işlemekteydim. Kırk yaşındayken ilk polisiyemi yazdım. Amsterdam'ın Gülü. Yazdığım ilk novelladır. Arkası geldi. Yazarlığa kırkında başladım yani."



ÖNEMLİ OLAN ÜSLUP
"Sizce önemli olan hiç yazılmamışı yazmak mıdır yoksa daha önce de ele alınan bir konuyu iyi işlemek midir?" sorusuna ise şöyle cevap veriyor:
"Hiç yazılmamış şeyler çok nadirdir. Bir kez yazınca da bilinir alana geçerler. Bence önemli olan üsluptur. Üslubu sağlam bir yazarın ne yazdığı pek önemli değildir. Çünkü etkiyi yapacak şey ne yazdığı değil, nasıl yazdığıdır. Örneğin vampir öyküleri... Çok klişedir, ama hâlâ iyi vampir öyküleri yazılıyor. Vampirle Görüşme, Salem's Lot film ve kitapları buna örnek olabilir. Tabii ilginç konular bulmak için çabalamak da şarttır. Ben şahsen bir öykü yazarken kendime bin kez sorarım 'Bu öyküde orijinal olan bir şey var mıdır? Varsa bu nedir?' diye. Bu sorgulama yazarın dik yokuş çıkmada soluğunu güçlendirir. Yazdığımız her şeyi başkalarıyla paylaşmak için bir kontratımız yok. Kuluçka devresini tamamlamamış bir sürü öykü ve roman var. Yamru yumru civcivler dolanıyor ortalıkta. Benim şahsen yazıp da hiçbir yerde yayımlamadığım eserlerim bütünün içinde yüzde otuz falandır. Yıllardır bir kenarda duruyorlar."
Yazarın son romanı Ela şu an raflarda. Roman bilimkurgu, bir yapay zekâ üstüne insan ilişkilerini ve bireyin gelecek kurgusunu tartışıyor. Teknoloji tapınıcısı "İnsan sonrası felsefelerinde" çok sözü edilen yapay zekalar ve insanın yarı robot haline gelmesi, varoluşundan uzaklaşması ve düşman bir yeni türün insan varoluşuna taşıdığı husumet...
Ela, Orwell'in 1984 romanını eksene alarak distopik romanlar için bir ara şöyle konuşuyor:
"Distopik romanlar maddi uygarlığın bilinçaltındaki magmasıdır."
Distopik roman fikrine müptela bir okur-yazar olarak bu cümleye katılmamak olanaksız...

Sabah gazatesi Cem Sancar