Kültür-Sanat Köşesinden


  • Kayıt: 06.10.2014 19:21:00 Güncelleme: 06.10.2014 19:23:00

Değerli okuyucular!

 

2014 yılı yazı geride kaldı. Hani derler ya: Acısıyla tatlısıyla… Kimileri anavatanlarına izine gitti, kimileri gidemedi. Elbette herkesin kendine göre planı, programı vardır. Herkes kendince kendi programına uygun bir şeyler yapar. Tabii önemli olan büyük yanlış yapmamak; yaptıktan sonra da yanlıştan dönebilmek ve bir daha aynı hatayı yapmamaktır.

 

Geçen yıllara göre izine gidip gelmek kolaylaşsa da her yolculuğun zor tarafları vardır. Zaten o zorluğu göze alamayanlar yolculuğa çıkmaz. Yolculuğa çıkanlar da her şeye rağmen hedeflerine varmaya çalışırlar.

 

Sanırım bu izin mevsiminde de aynısı olmuştur. Kimisi uçakla, kimisi arabasıyla izin gidip geldi. Türkiye’yi, oradaki yakınlarını bir daha görme imkanı buldu. Kimisi bu yolculuktan memnun döndü. Kimisi kalbi kırık olarak döndü. Bunun iki önemli sebebi olduğunu düşünüyorum. Birincisi: Türkiye’de yaşamak isteyip de henüz geri dönme imkanı olmayanlar. Onlar oradan ayrılmakta zorlanırlar. Onlar için yıllardan beri otrudukları Avrupa ülkeleri halâ gurbet. Türkiye’ye gidince kendilerini evlerinde hissediyorlar. Geri dönüş zamanı gelince de "yine mi" diyorlar. Ayakları kendilerini geriye doğru çekiyor. Mecburen yola çıkıyorlar ve hiç de mutlu olmadıkları ülkeye tekrar geliyorlar.

 

İkincisi: İzin yolunda çektikleri sıkıntılardan, yorgunluktan, kötü muamelelerden, Türkiye’de gördükleri olumsuzluklardan dolayı gına getirenler... Onlar iznin bitmesini iple çekerler. "İzin var mı" diye sorulsa, "dur bir düşüneyim" noktasına gelirler. O kadar bıkarlar ki, izin burunlarından gelir. İzine gittiklerinden neredeyse pişman olurlar. Türkiye’de yaşadıkları ve gördükleri olumsuzuklara bir anlam veremezler. Eskiye göre çok şey düzelmiş ama halâ çok yanlışlar var. Halâ kaos, halâ keşmekeş, haksızlık, düzensizlik var. Kimileri vardıkları yerdeki esnafın kendilerini (yani Alamancıları) aç kurt gibi beklediklerini, tatil zamanını hasat zamanı saydıklarını esefle anlatırlar. Kimileri akrabalarından, tanıdıkların şikayet ederler. (Faslı bir arkadaş genç bir tanıdığının bu sene Fas’a izine gittiğini, orada yaşadıklarından sonra bir daha asla oraya izine gitmemeye karar aldığını anlattı.)

 

Kimileri de Türkiye’ye ayak basınca tipik bir Türk vatandaşı gibi davranmaya başlar. Her ne oluyorsa Avrupa ülkelerinde alıştığı düzeni, sırasını beklemeyi, toleransı, etrafa çöp atmamayı, "lütfen-rica ederim-yapabilir misin" şeklinde hitap etmeyi, trafik kurallarına uymayı, rüşveti aklından geçirmemeyi unutur. Gümrük kapısından içeri girer girmez başlar ordaki genel havaya uymaya. Kapıkule’den giriş yapanlar, İstanbul’a kadar olan güzegâhta yol kenarlarının, dinlenme yerlerinin çöple dolu olduğunu anlatıyorlar. Havaalanlarında sıra beklerken çekişme, hatta kavgalar olduğunu, arabasıyla gidenlerin orada kuralları hiçe saydıklarını da anlatıyorlar.

 

Bu sene izine gidenler de belki böyle şeylerle yine karşılaştılar. Umarız, olumsuzlukları ve yanlışları anlatanlar, kendileri aynı yanlışları yapmamışlardır. Eğer öyle ise başkasının hatasını dile dolamanın bir faydası yoktur.

 

Tekrar edecek olursak; acısıyla tatlısıyla bir yaz sezonu daha gerdie kaldı. Hayat devam ediyor. Herkes işinin başına, meşguliyetinin yanına dönüyor, dönmek zorunda.

 

Platform da yeni dönem yayınına başlıyor. Tabii Kültür-Sanat sayfamız da. Çağrımız yankı bulur mu bilmiyoruz ama yine de çağrımızı tekrar edelim: İzin hatıralarını kısaca yazıp gönderebilirsiniz.

 

Yine elinde şiiri, kısa hikâye ve yazısı olan bize gönderebilir. Bu sayfa her zaman yeni yazanlara, yazısı olanlara açıktır.

 

Bu sayımızda Almanya’da yaşayan Şair-Yazar Ö. Arslan’ın bir yazısına ve Yetik Ozan’ın bir şiirine yer veriyoruz.

 

 

İyi okumalar dileğiyle, hayırlı işler.

 

 

 

kerimece@hotmail.com

 

 

 

ALMANYA MEKTUPLARI

 

 

„Babasının mezarını sevmeyen, vahşi bir hayvandan daha tehlikelidir, daha kötüdür" Kızılderili sözü.

 

İnsanın yerinden yurdundan olması, yabancı bir ülkede yaşamak zorunda kalması, o insanın iç âleminde neye tekabül etmektedir?

 

Ayrılık bir kere başını yılan gibi uzatmayagörsün, o andan itibaren insan artık bir ara âlemdedir. Ne oraya ne buraya yani hiç bir yere aittir. Sesler birbirine karışır, anlaşılmaz olur, görüntü bulanıklaşır; bir sis tabakasının ardına gizlenir.

 

İnsanın kökleri bir çınardan daha kavi ve derindir. Yani insan kökleri ne kadar derin ve sağlamsa o kadar sağlam insandır. Bir kere bu köklerinden koparılmaya görsün, ağaç gibi hemencecik kuruyup gitmez, artık bu kopuş süreklidir ve sonsuza kadar devam eder; soysuzlaşmadır bu.

 

Ayrılık, yabancılık insanın etrafını önce bir ateş çemberi gibi çeviriyor. Daire kapanınca insan artık her nerede olursa olsun bulunduğu yerde bir gariptir. Mekân insana, insan mekâna yabancılaşıyor. Sadece mekâna mı, insan kendi öz benliğine yabancılaşıyor.

 

Bunun farkına varınca bir kaygı, endişe kaplıyor her yanını. Bu korku onu güncelin

 

ağına düşürüyor ve insan orada hapsoluyor. Avrupa´da yaşayan Türkler güncelin o kadar etkisindedirler ki Türkiye´nin gündemi gecelerini gündüzlerini doldurmaktadır. Bu etkiden ancak tatil için veya izineTürkiye´ye gittiklerinde kurtulmaktadırlar. Avrupa’da hararetle ve ölüm kalım meselesi gibi ciddiyetle takip ettikleri gündemi Türkiye´de kimsenin pek de umursamadığını görünce şaşırıp kalmaktadırlar.

 

Her mahpus biraz mağrur, ama daha çok kırılgandır. Bu sebeple günlük öfke patlamaları, gerginliği, kızgınlığı normaldir. Kolay değil, bütün gözler kendine çevrilidir ve yargılamaktadırlar.

 

Yabancının çektiği acıdan başka bir serveti yoktur ve yılları, ayları, haftaları, günleri, bazen de saatleri ve dakikaları bir yük gibi sırtında taşır. Köyünden, kasabasından, şehrinden ve ülkesinden ayrılan bir insan için artık hiç bir şehir yabancı değildir. Hayat yabancıyı hergün, bulunduğu yer her neresi ise oraya intibaka, uyuma zorlamaktadır.

 

Mağlubun, yenilenin, kaybedenin durumu neyse, yerinden yurdundan ayrılanın durumu da aynıdır.

 

Hayat artık tamamen istisnai bir durumdur ve yabancı alışmak zorundadır bu istisnai hayata. İlticası red edilen mülteci bir arkadaşımın evini bir gece yarısı basan polisler, onu çoraplarını giymesine dahi müsaade etmeden yurtdışı ettiler.Yerliler gibi kısa, orta veya uzun vadeli hesaplar, planlar yapamaz. Hayatı doğaçlama yaşamaya mecburdur. Akrabaları, ailesi, dostları, arkadaşları ile beraberliği, sevgiliyle geçirilen beraberlik zamanları gibidir; çok kısa, hep kısadır.

 

Dehşeti, dehşetin korkusunu ve hüsranı iyi bilir yabancı. Emniyeti de korkuyu da çok iyi bilir. Güven de, kaygı da hem çok uzaktadır hem de çok yakında, yanıbaşındadır. ´Bu benimdir´ diyebileceği hiç bir şeyi yoktur. Gerçekte hem kendisi sahipsizdir hem de sahip olduğu bir şeyi yoktur. Varsa da simulatiftir, başkalarınındır. Çünkü kendi iradesi kendi elinde değildir yabancının, başkalarına bağlıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun "buraya/oraya" yabancıdır.

 

Eğer yabancı herhangi bir sebepten dolayı sevinir ve coşarsa artık o gün sadece hüzündür. Belki yıllar sonra keşfedeceği en acı gerçek şudur: Eksik, yanlış görüp, doğru bulmayıp düzeltmek için memleketini terkedip yurtdışına çıktığı sebep her ne ise, o gurbette de düzelmemektedir. Ne demişti bir Anadolu kadını; ´SEBEP EY!´

 

 

Özay Arslan

 

 

Sindelfingen-Almanya

 

 

 

BAĞLAMA

 

Her sevgi bir düğüm atmış koluna
Dokundukça inler, yarası vardır.
Irak gönüllerin uçurumuna
Ezgiden bir köprü kurası vardır.

 

Aslı saçlarını yönüne sermiş,
Altı tel koparıp göğsüne germiş,
Kerem, yarasından bir kabuk vermiş,
Sızlaya sızlaya vurası vardır.

 

Aşık sofrasında bir ayak olur,
Şenlik bırakanda Sümmânî alır.
Humarı kan ile karışıp kalır
Atadan toruna süresi vardır.

 

Veysel ile yumup iki gözünü
Görür gerçeklerin gizli yüzünü,
Emrah ile gamda tartar özünü;
Ağır yükü, hafif darası vardır.

 

Ak kuşlukta abdal öğütlemesi,
Kara günde kardaş ağıtlaması,
Kızıl tanda Avşar yiğitlemesi:
Nefesi, nidası, narası vardır.

 

Bozok yaylasında çamlarca uzun
Bir tütün kesilir çektiği hüzün
Nice ki, orda bir sürmeli gözün
Gönlüne yansımış karası vardır.

 

Şeker dağı acı sözden bıkanda
Etekleri misket misket kokanda,
Ardıçtan kovalar inip çıkanda
Her kuyu başında sırası vardır.

 

Söğüt çarşısında günle erenler
Zile düzlerinde burçak derenler
Ankara'da dama bulgur serenler
Dostudur, hal hatır sorası vardır.

 

Beşparmak’ta gümüş mavzer kesilir;
Çatal yüreğine barut basılır,
Alt teli bir tetik olup kasılır;
Bengide patlamak töresi vardır.

 

Yol üstü inerken Kelkit'in bucağı
Bağrına saplanır bir bağ bıçağı,
Eğin dedikleri gurbet ocağı
Iraktan el sallar, göresi vardır.

 

Çarşambaya yağmur yağar sel alır;
Yamadan dolanır, bayır, bel alır
Çorum’da Dürdane kızdan el alır
Yan yana halaya giresi vardır.

 

Muş'un yokuşunu çıkmış yorulmuş,
Narman'da bir güzel görmüş vurulmuş,
Ürgüp'te önüne tuzak kurulmuş;
Göğsünde üç kurşun beresi vardır.

 

Engeller koymuyor; yol sarp, o yaya
Ziganalar sisli, Kop kaya kaya
Bayburt’ta üç günü dönmüş üç aya;
Kaygulanıp tütün sarası vardır.

 

Fırat hoyrat akmış, o hoyrat akmış,
Urfa gibi göz göz Mardin'e bakmış,
Diyarbakır sıcak, kibritsiz yakmış;
Harput'un çayında çırası vardır.

 

Şahin yuvasında baykuş tünerken
Antep sınırlardan gazi dönerken
Tokat bir yabancı yüze inerken
On beşliler ile kurası vardır.

 

Gence’de topraksız lale örneği
Tebriz’de bayraksız kale örneği,
Kerkük’te ceylansız bala örneği
Öksüz tarı, tutsak curası vardır.

 

Nice ki ölüm var er geç kaderde
Bir içli ağıtla susar son perde
Karacaoğlan'ın yattığı yerde
Sonsuza dek nöbet durası vardır.

 

Yetik Ozan

 

HOYRATLAR

 

*Halka

 

Hürriyete aşık bir halka

 

Takılır mı hiç demir halka

 

Özgürlük sevdası yine

 

Doğuverir halka halka

 

*Dilim

 

Başıma iş açan dilim

 

Ah, olaydın dilim dilim

 

Döktüğün kanı silerdim

 

Olaydı ipek mendilim

 

*Umutta kaldım

 

Hayatta hep umutta kaldım

 

İnandım ki, kunutta kaldım

 

Şiirler beni yazdı ama

 

Ben yine de soyutta kaldım

 

*Tâcım

 

İmanım başımda tâcım

 

Ömrünce odur sertâcım

 

Dünya bir kenara dursun;

 

Sadece ona muhtacım

 

 

 

K. Seferoğlu