Üç kuruşa beş köfte


  • Kayıt: 08.02.2015 15:46:00 Güncelleme: 08.02.2015 15:46:00

Hepimizin çok duyduğu bir deyim vardır ‘yok öyle üç kuruşa beş köfte’ diye. Bu deyim daha çok bir şeye emek vermeden almak istenince kullanılır. Genelde bir tepkidir bu; yapılanın haksızlık olduğu düşünüldüğü için verilen bir tepki.

 

Türklerin Hollanda’ya gelişinin 50.yılını geride bıraktık. Dile kolay, tam 50 yıl. Yani yarım yüzyıl. Hollanda’ da yabancılara yapılan ayrımcılık, ötekileştirme ve değersizleştirmeler bir yana, bizim 50 yılın sonunda nasıl bir durum değerlendirmesi yaptığımız daha önemli diye düşünüyorum. Tabir yerinde ise bir adım geri atıp, genel bir durum tespiti yapmak ve geldiğimiz an itibariyle bulunduğumuz durumun farkında mıyız diye bakabilmek. Burada ‘realist yaklaşım’ çok önemli. Gerçekten 50 yıllık Hollanda yaşantısında Türk azınlığın konumu nedir? Toplum içinde gücü, etkisi ve katkısı ne kadardır? Başka bir anlatımla, belirli bir gücü ve buna bağlı olarak etkisi var mıdır? İş hayatında ‘uluslararası’ güçlü bir şirketi var mıdır? Kültür ve sanat alanında yetiştirdiği sanatçılar var mıdır? Spor alanında kaç tane ünlü sporcu vardır? Eğitim analında hangi başarılara imza atmıştır? Bilim analında kaç tane ünlü araştırmacı çıkartmıştır? Hollanda’da gazete ve dergilerde yazan kaç tane yazar ve çizer vardır?

 

Tam 50 yıl, bu kısa bir zaman dilimi değil.

 


Birinci neslin o dönemde Hollanda’da doğan çocuklarının çocukları Hollanda okullarına gidiyor ama Hollandacaları yeterli değil. Hollanda’da doğup büyüyen bir çocuğun Hollandacası iyi olmadığı için başarısız olmasının nedenleri nelerdir? Hollandacası iyi olmayan gençten başlayarak, gencin anne ve babası, yakın akrabaları, bulunduğu sosyal çevre bu konuda bir durum değerlendirmesi yapmış mıdır? Genç kendi kendine sormuş mudur mesela benim Hollandacam neden iyi değil diye? Yapmış mıdır bir özeleştiri? Anne ve babası ‘sebepler dairesinde sebeplere riayeti’ bir vazife olarak görmüş müdür? Sebepler dairesinde çocuğun Hollandacasını geliştirmek için en asgari bir şekilde şu gibi sebeplere uymuş mudur mesela? Çocuğu yakın olduğu için kalitesiz bir okula yazdırmak yerine, uzak dahi olsa kaliteli bir okula götürmek. Çocuğun gittiği okulda aktif olup, gerektiğinde güzel bir üslup ile olumsuzlukları dile getirmek. Okul aile birliği içinde yer alıp okulun eğitim politikasında söz sahibi olmak. Çocuğuna Hollandacasını geliştirmek adına kitaplar okuma; onu elinden tutup kütüphaneye götürme. Yolda giderken onunla ‘bilinçli’ bir şekilde sohbet etme. Bulunduğu şehirdeki veya Hollanda genelinde gezilmesi, görümesi gerekli yerlere birlikte gitme. Çocukken hayvanat bahçesinden tutun müzelere, oyun bahçelerine, tiyatro ve sinemalara birlikte gidip onlarla ‘kaliteli’ zaman geçirme. Hollandaca televizyon programlarına; belgesellere ve filmlere birlikte bakma. Bu konuda seçici olmak önemli. Her programa bakmak gerekli değildir ve zaman israfıdır.

 

Genel olarak çocuğumuz Hollada’da yaşadığı için Hollandacayı çok iyi bilmelidir. Sadece Hollandacayı değil, Hollanda ile ilgili gerekli bütün bilgilere vakıf olmalıdır. Bu konulara ilgi ve alaka duymalıdır. İlgi ve alaka duyduğunda hem isteyerek azimle öğrenecek hem de doğup büyüdüğü ‘baba vatanına’ karşı bir aidiyet duygusu besleyecek. Bu duygu onu başarıdan başarıya taşıyacak motivasyonu beraberinde getirecektir. Burada anne ve babaya büyük bir iş düşüyor. Onlar geç olmadan bir durum değerlendirmesi yapıp, kendilerine yeni bir yol haritası belirlemeliler. Bunu belirlerken ise ‘sebepler dairesinde sebeplere riayeti’ bir vazife olarak görmeleri gerekir. Yani ulaşmak istedikleri hedef neyse ve o hedefe ulaşmak için
hangi sebepleri yerine getirmeleri gerekiyorsa, onu ‘irade göstererek’ yerine getirmeleri gerekir. Aynı şey Hollanda’da yaşayan Hollandalı Türk azınlık içinde geçerlidir. 50 yıl sonra bir durum değerlendirmesi yapıp, sebepler dairesinde sebeplere riayet ederek bir sonraki 50 yılda büyük başarılara imza atmak hayal değildir. Üç kuruşa beş köfte olmadığı gibi, sebeplere riayet etmeden de başarı olmaz.

 

 

Mesut Dişli