İKİ KOCALI BİR KADIN


  • Kayıt: 06.10.2014 20:01:00 Güncelleme: 06.10.2014 20:01:00

"Bilmeden yapılan hata yanlışlıktır, bilerek yapılan hata ise ihanettir." B. Brecht

 

 

Biliyoruz, bu başlık sizin de hoşunuza gitmedi. Fakat hoşumuza gitmese bile bu tür gerçekleri dile getirmek, ders vermek ve ders almak için başka insanların aynı hataya düşmemesi bakımından çoğu kez gereklidir. Biz de bunu bir sorumluluk kabul ederek istemeyerek de olsa hoşgörünüze sığınarak kaleme aldık. Siz bu yazıyı okurken belki de sadece bir defa dehşete düşeceksiniz ama biz hem hadiseyi dinlediğimizde hem de kaleme aldığımızda dehşete düştük.

 

Bir gün telefonumuz çaldı. O an müsait olmadığımız için telefona cevap veremedik. Birkaç defa üst üste uzun uzun çaldı ama yine açamadık. Birkaç saat sonra baktık yine aynı numaraya arıyor. Belli ki önemli ve acil bir durum var. Bu sefer telefonumuzu açmak durumunda kaldık. Efendim diye ses verdiğimizde karşımızda titrek ve ürkek bir kadın sesi.

 

"Merhabalar, ben sizi (…..’dan) arıyorum. Telefonunuzu komşum (…) hanımdan aldım. O sizi aramamı bana tavsiye etti. Başımda çok ciddi bir problem var, bana yardımcı olmanızı istiyorum. Çok zor durumdayım, ne olursunuz bana yardım edin!"

 

Sesiyle, sözüyle büyük bir şaşkınlık içinde, darda ve zorda olduğu anlaşılıyordu. Nedir probleminiz? Diye sorduğumda başladı ağlamaya. Bir an sesi kesiliverdi ve telefon kapandı. Acaba ne oldu diye merak ettik ama ne olur ne olmaz düşüncesiyle cesaret edip geri arayamadık. Aradan birkaç gün geçtikten sonra tekrar aradı.

 

"Merhabalar, ben (…..…), sizi (…….’dan arıyorum. Hatırlarsanız geçen yine aramıştım sizi. Kusura bakmayın o gün sizinle konuşurken bir an kendimi kaybettim, ne olduğunu ben de anlayamadım. Ancak kendimi toparlayabildim. Bugün yine cesaret edip anlatamayacağım. Yakında bu tarafta aile eğitim semineri programına gelecekmişsiniz, sizi bana tavsiye eden komşumuzda işittim. Buraya geldiğinizde bana biraz zaman ayırırsanız çok memnun olurum. O zamana kadar ben de problemimi size nasıl anlatacağıma hazırlanırım ve anlatmaya çalışırım. Siz de bana bir yol gösterirsiniz. Problemimi şu ana kadar hiç kimseye açmadım. İlk defa size anlatacağım. Lütfen, kimseler bilmesin."

 

Bu kadar duygusal hallerden sonra randevu talebini kabul etmek durumunda kaldık. Son cümlesini söylerken yine ağlamaya başladı. Ağlayarak "teşekkür ederim, Allah razı olsun, iyi günler" deyip telefonu kapattı. Düştüğü problemlerin, sıkıntıların, zorlukların oluşturduğu dalgalar arasında boğulmak üzere olan bu hanım efendiyi kurtarabilmek için program öncesi veya program sonrası salonda görüşmek üzere gün saymaya başladık.

 

Arapların güzel bir ata sözü vardır. Derler ki, "her tayin edilen vakit yakındır." Bizde de derler ki "sayılı günler çabuk geçer", aynen denildiği ve bilindiği gibi oldu. Günler çabucak gelip geçti ve bizim program günü geliverdi. Her zamanki gibi tam vaktinde program yerine ulaştık. Seminerimizi verdikten sonra sıra masamıza notlar halinde masamıza gelen soruları yanıtlamaya gelmişti. O sorular arasında şöyle bir not vardı: "Hocam, sizinle telefonda randevu yapmıştık. Ben buradayım, hatırlatayım istedim. Bilginiz olsun." O hatırlattığı gibi biz de hatırladık ve zaten unutmamıştık. Çünkü ajandamızda onunla olan randevu kayıtlı idi.

 

Sorular, cevaplar, imzalar derken programın sonuna geldik. Görevli arkadaşlardan salonda uygun bir yer ayarlamalarını istedik. Onlar da sağ olsunlar hemen bir yer hazırladılar. Hanımefendi ile görüşmek üzere gösterilen yere geçtik. Az sonra ürkek, korkak, panik halinde bir kadın kapıyı tıklayıp içeri girdi. Selam verdi ve karşımıza geçip oturdu. Yüzünde utanç alametleri dökülüyordu, yüzü renkten renge giriyordu. Utanç dolu titrek bir sesle söze başladı. Söze başlar başlamaz gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Ağlayarak anlattı.

 

"Hocam, çok utanıyorum. Söze nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Ben çok büyük bir çıkmazın içindeyim. Başkaları duyacak, bilecek diye ödüm kopuyor. Eşim bir suçtan dolayı tutuklandı ve cezaevine girdi. Sağdan soldan bazı insanlar, bazı komşularım "kocan kolay kolay bir daha hapisten çıkamaz, ömür boyu yatar" dediler. Ben de onların sözlerine inandım ve nasıl olsa kocam ömür boyu hapis yatacak öyleyse başka biriyle yeniden evleneyim dedim ve de evlendim. Aradan yedi yıl geçtikten sonra kocam hapisten çıktı ve eve geldi. Onu görünce şok oldum, şaşırıp kaldım. İkisinin de birbirinden haberi yok. İlk kocam bu durumu bilse onu da öldürür beni de öldürür. Yani sizin anlayacağınız şimdi benim iki kocam var. Bu durumda ben ne yapmalıyım, nasıl yapmalıyım? Ne olursunuz bana yardım edin, beni kurtarın!"

 

Dehşet verici bu ifadeler karşısında kanımız dondu. Ne yapacağımızı, ne söyleyeceğimizi bilemedik. Dilimiz damağımız kurudu. Yutkunduk durduk. Sinirden her tarafımız adeta tutuldu. Sadece şok değil, aynı zamanda şaşkınlık yaşadık. O kadar çok ilginç ve korkunç şeyler duymuştuk ki zaman zaman uykularımız kaçmıştı ama böyle bir şey hiç duymamıştık, duyabileceğimizi bile tahmin etmemiştik.

 

Sizin bu mesele çok ciddi bir meseledir, üzerinde bir araştırma yapmadan, düşünüp incelemeden bir şey söylememiz doğru ve uygun olmaz. Konuyu inceleyip araştırdıktan sonra ne yapacağınızı ve nasıl yapacağınızı size söyleriz deyip hanımefendiyi gönderdik. Doğrusu biz bu işin içinden çıkamadık. Herhalde böyle bir soru ne Hanefi, ne Şafii, ne Maliki, ne de Hanbeli mezhep imamlarına dahi sorulmamıştır.

 

 

Ders Alalım!

 

 

1. Sebep ne olursa olsun eşinizin başına bir bela, sıkıntı, zorluk, hastalık gelirse onun sizin başınıza geldiğini ve bunun bir imtihan olduğunu düşünerek sabır ipine sarılın! Çünkü sabır her şeyin anahtarıdır. Böyle durumlarda Hz. Yakup’un Hz. Hz. Yusuf’u ve Hz. Rahime’nin Hz. Eyüp’ü beklediği gibi beklersen anahtar elinize verilir.

 

2. Hayatınızda başınıza gelebilecek herhangi bir durumdan dolayı eşiniz tarafından terk edilmek istemiyorsanız, eşinizi terk eden olmayın! Çünkü terk eden, bir gün terk edilir. Doğruluk ve dürüstlük üzere yuva kurmuş olan eşler, ne terk ederler ne de terk edilirler.

 

3. Eşinize karşı sadık ve samimi olun! Çünkü sadakat ve samimiyet olmazsa evliliğin ömrü çok kıs olur. Ömrü kısa olarak hedeflenen evliliklerde huzur ve mutluluk asla olmaz. Siz evliliğinizi cennete kadar uzatarak ebedileştirirseniz, eşinizi hiçbir şekilde terk etme ve ona karşı bir alternatif arayışı içine girme durumunuz olmaz. Böyle bir hareket, kalp doğruluğu ve ruh samimiyeti olan eşlere yakışmaz.

 

 

 

Sebahattin Uçar