Lale Gül ve Müslümanların öfkesi


  • Kayıt: 04.04.2021 20:14:36 Güncelleme: 04.04.2021 20:21:55

Lale Gül ve Müslümanların öfkesi

Raşid Bal

SPOT: Şimdi yeni nesil geliyor. Sayıları hızla çoğalıyor. Bu neslin İslami hayatla ilgili tutumları ne olacak, sorusunu sormak gerekmez mi?

SPOT: Hollandacayı bilmeyen, toplum hakkında hiçbir görüsü olmayan, sosyal ilişkilerde garip olarak algılanan anneler, babalar, hocalar kendi çocukları tarafından nasıl algılanacaklar?

Spot: Tıpkı Hristiyanlar gibi, Dindar ailenin baskın ve buyurgan eğitimine kendi çocukları kafa tutacak, camiye gitmek azalacak, cemaatlerin ortak kimliği ‘getto kimliği’ olarak nitelenecek. İslamı terk eden ilk nesil dindar ailelerin çocukları olacak gibi.

Spot: Dini hayatı katı olarak yasayan aileler kapalı ‘hücrelere’ dönüşmüştü.

Hristiyanlar da Yahudiler de yaşadılar. Hem de çok yoğun bir şekilde. Dini cemaatler geçtiğimiz asrın 60’lı ve 70’li yıllarında çok hızlı bir şekilde çözüldü. Savaş sonrası yeni nesil babalarının zoru ile kiliseye gidiyordu. Bu neslin büyüdükçe, babalarının otoritesine, kilisenin buyruklarına itiraz ediyordu. Dini öğretiyi irrasyonel bulanlar belirginleşmekte idi. Hristiyanlığın öğretileri ve pratikleri artık hayata dair bir şey söylemiyordu. Dini hayatı katı olarak yasayan aileler kapalı ‘hücrelere’ dönüşmüştü.

Yeni nesil, cemaati, ailesini, baba otoritesini çiğnedi geçti. 

‘İnanmıyorum, sizin saçmalıklarınıza’ diyerek terk etti babasının dinini. Kendisini aldatılmış hissediyordu, bundan dolayı da öfkeli idi. Özellikle katı dindar ailelerin çocukları bu adımı attı. Ailenin katı dini yaşantısına dayanamamışlardı. Bu nesil için din, baskı, şiddet, ikiyüzlülük, geri ve sıkıcı bir hayat demekti. Onlar, dini olandan koptular ve öfkelenerek dinden uzaklaştılar. Ve bir daha da hiç dönmediler.

Ben yirmi senedir bu konuda yazıyorum ve söz söylüyorum. 

Müslümanlar toplumdan soyutlanarak, gettolaşarak kendilerini, dini hayatlarını ve inançlarını korumayı ve yaşanır kılmayı çalıştılar. Hem de topluma rağmen. Hiç değişmeden. Hatta daha da katılaşarak ve dış dünyadan sakınarak. Hollândacayı öğrenmeden kaçarak, toplumun gündemini takip etmeyerek, sosyal düzenini öğrenmeden ve kavramadan. Şimdi yeni nesil geliyor. Sayıları hızla çoğalıyor. Bu neslin İslami hayatla ilgili tutumları ne olacak, sorusunu sormak gerekmez mi? Hollandacayı bilmeyen, toplum hakkında hiçbir görüsü olmayan, sosyal ilişkilerde garip olarak algılanan anneler, babalar, hocalar kendi çocukları tarafından nasıl algılanacaklar?

Hele baba ve anne katı, kuralcı ve baskın dindar iseler.

Bu ailenin çocukları, toplumun yadsıdığI yaşama tarzını kabul edecek mi? Yoksa sekülerleşecek mi? Genç 20 yaşlarına geldiğinde, niçin İslami bir hayati seçecek? İslami öğretilerine ikna olduğu için mi? Annesinin, babasının hatırı ve rızası için mi? Yaşadığı sosyal çevrede tutunmak için mi? Yoksa İslami, toplumun dışlamasından dolayımı seçmekte? Oldukça karmaşık bir durum.

İslami kuruluşların ve dindar ailelerin bu hususa ilgi duyduklarını hiç fark etmedim. Ne bu mekanizmayı anlamak için ne önlem almak için ve ne de kendi donanımlarını artırmak için. Kapalı ve katı dindar kesimler için, anlaşılır kılmak dahi sorunlu olabilir. Sanki sapmayı, yoldan çıkmayı, günah olanı normalleştirmiş veya teşvik etmiş gibi olursun. Halbuki görmezden gelerek sorun hiç çözülmez. Hristiyanlar ortada. Belki de Müslümanlar düşündü ki, İslam ‘hak’ dindir, Hristiyanlık ise ‘batıl’. Niçin onları öğrenme durumu olsun? Anlaşılan bu süreci, Müslümanlar da yaşayarak deneyimleyecek. Tıpkı Hristiyanlar gibi. Dindar ailenin baskın ve buyurgan eğitimine kendi çocukları kafa tutacak, camiye gitmek azalacak, cemaatlerin ortak kimliği ‘getto kimliği’ olarak nitelenecek.

İslami terk eden ilk nesil dindar ailelerin çocukları olacak gibi.

Geçtiğimiz senelerde, Hollanda kamuoyu tartışmalarında bu hususun sık sık gündeme geldiğini gördük. Toplumun yaygın öngörüsüne göre, Müslümanlar yerleşikleştikçe Islam’dan kopuşların artması beklenmekte. Son haftalarda Amsterdamlı Lale Gül ve yaşadıkları bu bağlamda öne çıkmaktadır. Lale, geldiği yere, aslına baş kaldırıyor. Babasına ve annesine öfkeleniyor. İçinde yasadığı cemaati ‘otoriter’, ‘kapalı’, ‘tutucu’ ve hayatı kısıtlayıcı olarak niteliyor. Kendi bireysel yaşantısını ‘iki yüzlü’ olarak niteliyor. Ailede ve cemaat içinde ‘dindar’ dışarıda ise ‘özgür’. ‘Dayanamıyorum’ diye çiğlik atıyor. Yazdığı kitabın adı da, bu arka plana atıfta bulunarak: Yasayacağım. Kitap otobiyografik roman. Lale’nin algısını, duygularını ve düşüncelerini yansıtıyor. Okuyucunun tasvir gücünü tetikleyici. Annesine ve babasına olan öfkesi belirgin olarak öne çıkıyor romanda. Abartarak. Milli Görüş’ün dini karakterini ‘ultra-Ortodoks’, ‘otoriter’ ve ‘katı’ olarak nitelendiriyor. Yaşadıklarını, annesini ve cemaati bu şekilde yaşamış ve deneyimlemiş. Bulunduğu çevreyi terk etmesini bu deneyimleri üzerinden ifade ediyor ve açıklıyor. Geldiği çevreyi aynı zamanda kritik ediyor. Kırılgan ve tutarsız yönlerini ortaya koyuyor. Müslümanlarda yaygın, ancak ‘eski’ ve ‘geri’ olan inanışlara dikkat çekiyor. Erkek çocuğu ‘özgür’ eğitilirken, kız çocuğuna yasak yağıyor. Bu tip çelişkileri öne çıkartıyor. Sonrada, ‘ben bunları emreden bir tanrıya inanmıyorum ve artık hayatımı kendim belirleyeceğim’ diyor.

Lale Gül’ün ifade ettikleri hangi husus yeni ve hiç söylenmemiş?

Hepsini de biliyoruz. Bu tip algılar İslam dünyasında da dile getiriliyor. Hatta daha ağırı söyleniyor. Peygambere hakaret ediliyor, Allah’ın bir illüzyon olduğu söyleniyor, Allah’a ‘sadist’ deniyor. Şiilerle-Sünniler arasında tekfir, hakaret ifadeleri yaygın olarak dolaşıyor. ‘Kader inancı insani pasifleştiriyor’ deyip İslam’dan çıkanlar oluyor. Bugünkü dini pratiğin, Emevi döneminde oluştuğunu söyleyip, ‘uyduruk’ olduğunu söylüyorlar. Ve bu tip nitelemeler ta İslam’ın başlangıcından itibaren var. Kuranda da bu yönde ifadeler var. Dinde, inançta zorlama yok. Bütün insanlar inanmazlar. Hakaret ve kutsalı rencide etme yasaklanmış. Şiddet hiç doğru olamaz. İnanç gönülden/kalpten olmalı. Ancak o zaman değerli. İçten değilse, münafık olmaya gerek yok. ‘Olduğun gibi görün’ denmiş. İnsanları aldatmak, iki yüzlü yaşamak hem anlamsız ve hem de gereksiz olarak nitelenmiş. Bu tutum sadece uzaktakiler için değil, aile içinde, cemaat içinde de geçerlidir. Yani din olarak İslam da Müslümanlar da aslında deneyimli.

Bu anlamda Lale Gül uzun süre gereksiz olarak ‘iki yüzlü’ yasamış.

Annesini, babasını, akrabalarını ve cemaatini ‘kandırmış’. İnanmadığı halde ‘inanıyorum’ demiş. Yeni olan, Lale Gül’ün bu iki yüzlü tutumu terk etmesi. Kendini bundan kurtarması ve çevresini de aldatmaktan vazgeçmesi. Yani ‘olduğu gibi görünmeye’ başlaması. Bu adımı atmak için çok zorlanmış. Belli ki bu adımı atarken, annesini ve babasının üzülmesinden ürkmüş. Ait olduğu çevreyi terk etmekten çekinmiş. Şimdi ise ‘bir daha yazmayacağım, değmez’ demekte. Ailesini, çevresini, yakın ilişkilerini sürdürmek için bedel ödemeyi göze almakta. ‘Sadece kardeşim anlıyor beni’ demekle de annesini ve babasını ne kadar özlediğini ifade ediyor. Ancak olan oldu ve bütün ailenin hayatı zindana döndü. Artık öfkeyi yenip barışmak gerek.

Şimdi sorun ne? Lale’nin İslam’dan çıkması mi? 

Yoksa ‘iki yüzlülüğe dayanamıyorum’ deyip olduğu gibi kendini ifade etmesi mi? Annesinin ve babasının bir eğitici olarak başarısız olması mi? Yoksa sorun Lale’nin başka bir hayat tarzını seçmesi mi? Lale yetişkin birisi. Tercihini yaptı. Lale, bu tercihini ifade ederken daha saygın bir dil kullansa idi bu sorun olmaz mı idi? İfade ediş şeklinden dolayı annesi ve babası ‘üzülebilirler’ ancak sorumlu değiller. Roman işte. Bundan dolayı hayatlarını ‘zehir’ yapmaları doğru olamaz.

‘Biz doğru bildiklerimize göre Lale’yi yetiştirdik, artık büyüdü’ demeleri imkânsız mi?

Lale’in tercihini, zor da olsa, içlerine sindirip, ilişkilerini normalleştirmeli. ‘Hayat devam ediyor’. Ölenin arkasından da terk edenin arkasından da bu söylenir. Anne de baba da kızlarını severler tabiii ki. Öfke de bu sevginin tersten ifadesi. Kızım, biz senin bizi böyle algıladığını ve bunların seni boğduğunu nereden bilebilirdik, biz doğru bildiğimiz ile seni eğittik, koruduk, uyardık ve elinden tuttuk’ dese olmaz mi? Bireysel tercihe saygılı davranarak, Milli Görüş’te niçin bir adım atamasın? Lale’nin cemaat algısı Milli Görüş’ün kastı olamaz. Milli Görüş üyelerini ve gençlerini ürküterekten uzaklaştırmak için çalışıyor olamaz. ‘Milli Görüş üyelerinin önünü acar, onlara imkân verir, toplumsal katılımı destekler, Lale’nin algısını nasıl oluştuğunu pek anlayamıyoruz’ diyebilir. Öğrenmek ve Lale ile barışmak için.

Henüz başlangıçtayız. Sanki Hristiyanların tecrübesi bizim kaderimiz olmayabilir. Üzerimize geleni, yaşadığımız toplumun koşullarını ve dinamiklerini anlarsak.