Hollanda’da Müslümanların politik katılım imkanları


  • Kayıt: 06.03.2022 12:05:17 Güncelleme: 06.03.2022 12:05:17

Hollanda’da Müslümanların politik katılım imkanları

Raşit Bal

Hiçbir toplum göçmen olarak gelen insanları baş tacı yapmaz. Yeni gelenlere karşı en yaygın tutum güvensizliktir. Bu her yerde böyledir. Yerli olanlar yeni gelen yabancıyı ilk etapta ‘tehdit’ olarak görür. Göçmen kesimin yeni ülkeye geldiklerinde hemen siyasi parti kurması söz konusu değildir. Olamaz da. Böyle bir şey muhakkak ‘sızma’ ve ‘işgal’ çalışması olarak değerlendirilecektir. Bunun yerine mevcut politik yapılar üzerinden bir ‘olgunlaşma’ ve ‘hak etme’ süreci yaşanmaktadır. Bir göçmen kesimin yerleşme sürecinin zirvesi politik katılımdır. Hatta denebilir ki, entegrasyon sureci politik katılımın normalleşmesi ile son bulur. Bu sonlandırma dahi bir krizle bitebilir.

Obama’nın ABD’nin ilk siyahi başkanı olması bu arka plandan dolayı hep gündem olmuştur. Almanya’da, Fransa’da, Belçika’da, İngiltere'de de geçmişi göçmen olan kişilerin bakan veya başbakan olması dikkat çekmiştir. Londra’nın belediye başkanının Hindistan asıllı olması, Rotterdam’ın belediye başkanın birinci nesil bir Faslı olması dikkat çekmektedir. Hem yerleşikler açısından ve hem de göçmenler açısından. Geçtiğimiz Rutte II hükümetinde başbakan yardımcısı ve bakan olan L. Asscher’in aslen Yahudi olması gündem olmuştu. Şimdiki hükümette iki Türk kökenli bakanın olması da az da olsa, gündem olmuştur. Bu özellikteki politikacılar ve idarecilerin ‘başarıları’ takip altında olur. Başarı dikkat çekerken, ufak bir kabahatte abartılır. Hollanda’da hem Arnhem belediye başkanı Ahmed Marhoush ve hem de Rotterdam’in belediye başkanı Ahmed Abutalip daha çok gündemde olmuşlardır. Bu örnekler sürecin bittiğini ve bu tip insanların politik güce ulaşmalarının normalleştiğini gösterir. Bu neyi gösterir? Bu ülkelerinin demokrasinin ileri ve toplumun da medeni olduğunu ifade eder.

Bu anlamda politik otoriteyi bir toplumun özü ve en hassas noktası olarak niteleye biliriz. Toplumun ortak kaderi orada belirleniyor. Bir veya birkaç yüz seçkin (veya seçilmiş) kişi verdiği kararlarda toplumun her kesimin hayatına yön veriyor. Gücün merkezi yani. Oraya herkesi alamazsın. Bir ülkenin savunma kurumları ve ordusu da böyle. Bu güç merkezine yabancı kökenli olanların girmesi pek kolay olmaz.

‘Bizden’ olmaları kesin olmalıdır. Kim bizden ve bir kişi ne zaman bizden birisi olur, bunlar iyice belirlenir. 

Adaylar elenir ve bunun için eleme mekanizmaları oluşturulur. İki şey her zaman öne çıkar: sadakat ve ehliyet. ‘Sadakat’ iki şekilde ölçülür. Bunun ilk adımı, geldiğin yere veya geldiğin topluma yeteri kadar ‘mesafe’ oluşturmak olmaktadır. Burada iken, çok belirgin olarak orası ile bağlarını canlı tutuyorsan, oranın gündemini takip ediyorsan, oranın dilini buranın dilinden daha iyi biliyorsan, demek ki buraya daha yabancısın. Bunlar hep buraya sadakatin yeterli düzeye gelmediğini gösterir. ‘Çift vatandaşlığın’ sorun olması bu anlayıştan gelir. Çift pasaportlu politikacılar hep daha kırılgan olmuşlardır.

İkinci husus ta oldukça sık gündeme gelmektedir. Bu ise ‘liyakat’ meselesi. 

Buranın politik geleneğini, hassasiyetlerini, yasam tarzlarını, düşmanlarını ve dostlarını biliyor musun ve bunlar senin için de yönlendirici mi? Davranışlarında bu hususlar senin için temel bir referans oldular mı? Hollanda’nın politik ve kültür tarihini derinlemesine bilmeden olmaz. Toplumun ve temel kurumların modernleşme sürecini iyice kavraman gerekmektedir. Kadın-erkek eşitliğinin nasıl geliştiğini (emanspayon) ve toplumun en temel belirleyici norm/öğretisi olan ‘eşitlik’ hususunda şüphelerin varsa veya bu tip eşitliğe inanmıyorsan olmaz. Mesela İslam’ı kesimde çokça rastladığımız ‘kadın-erkek eşit değil farklı sorumlulukları var’ tutumuna sahipsen hem sadakatin ve hem de liyakatin yeterli değildir. Din-devlet ayrımına özden inanmıyorsan, politik hayatta tökezlersin ve elenirsin. Hollanda için esas olan buna benzer çok normlar ve değerler vardır. Bunları henüz özümsememişsin ve onunla çatışıyorsun Hollanda’da aktif politika yapmayacaksın. Yoksa iki yüzlü olursun ve tökezlersin. Bu durumda Hollanda’da siyaset yapmak ve güç merkezine girmek için hem sadaktın ve hem de liyakatin yetersiz demektir.

İkinci Dünya savaşı ve bu savaşta hiç görülmemiş düzeyde mağdur edilen Yahudiler hakkındaki hassasiyetin farkında olmak ta belirleyici bir göstergedir. Hem sadakat için ve hem de liyakat için. Mesela şimdiki hükümette Adalet ve Güvenlik bakanı olan Dilan Yesilgöz, geçtiğimiz dönemde Gert-Jan Segers (Hristiyan Birliği başkanı) ile beraber çalışarak ‘antisemitizmle’ mücadele etme hususunda iyi çalışmalar yaptı. Böylece Hollanda için çok önemli olan bu hususta yeteri düzeyde hassasiyetli olduğunu ortaya koydu. ‘Faşizm’, ‘politik şiddet’ ve ‘dini radikalizm’ gibi hususlarda da Hollanda toplumun belli bir tutumu, hassasiyeti ve deneyimi var. Yerli ‘faşisti’ veya partiyi idare eder ancak göçmen kökenli bir faşisti veya İslamcı söylemi esas alan bir partiyi çok hızlı bir şekilde dışlar.

Politik katılıma yeltenen göçmen geçmişi olan kişiler böyle bir takım ‘kritik unsurlar’ üzerinden test edilirler. Üstelik bunlar ‘genel’ ölçülerdir ve kolektif olan değerler üzerinden yapılır. Bunun yanında bir de mevcut politik ideolojiler ve partiler üzerinden eleme vardır.

Göçmen kökenli birisi yeterli donanımlı olduğuna inanıyor ve politikaya ilgi duyuyorsa ne gibi seçenekleri var? 

Önemli bir kurumun genel müdürü veya belediye başkanı olamaz. Bunun için henüz erken. Ancak daha açık bir yol var. Demokratik toplum olmanın en önemli sonucu politik katılımın eşit olarak her vatandaşa açık olması esastır. Bu düzeyde katılım imkânı ise formel bir şarta bağlanmıştır: vatandaşlık. Kim vatandaş ve yetişkin ise hem seçer ve hem de seçilir. Yeter ki yeteri kadar destek alsın. Vatandaş olmuş göçmen kökenli birisi mevcut partiler üzerinden politikaya katılma imkânına sahip olmaktadır.

Hollanda politik pratiğinde politik partiler üzerinden politik katılım göreceli olarak açık olmuştur. Politik partilerin ‘temsil etme’ işlevleri olduklarından. Politik partilerin bir tabanı vardır ve sadakati ve liyakati yeterli olan üyelerin, parti üzerinden politik katılımı sağlamaktadır.

Politik alanda ‘yükselmek’ (güç odaklarına yakınlaşmak) sadece etki demek değildir. Böyle kişiler aynı zamanda saygınlık ve yeni maddi imkanları da elde etmektedir. Bu imkanlardan dolayı da politik çalışmanın ileri düzeyde cazibesi vardır.

Bu partilerin test mekanizmaları sayesinde her vatandaşın prensip olarak politik güç odağına girmesi sağlanmaktadır.

‘Liberal’ demokrat toplumların en önemli özelliği bu şekilde oluşmaktadır. Bir vatandaşın, geleceğini ve toplumsal konumunu ‘geçmişi’ değil, sahip olduğun donanımın belirlemektedir. Ancak bu ‘donanımı’ nasıl belirleyeceğiz ve kim buna karar verecek? İşte partilerin önemli işlevlerinden birisi de politik katılıma kimin donanımı uygun ve yeterli belirlemek olmaktadır. Yine sadakat ve liyakat testi öne çıkmaktadır. Bunlara ek olarak politik partiler üyelerini ve öne sürecekleri kişileri bir de ideolojik teste tabi tutarlar. Sadakat, parti bağlamında, parti teşkilatına ve zamanla oluşmuş ortak söylemine yönelik olmaktadır. Liyakat testi ise daha çok politik ilkeleri, idealleri ve toplum için öngörülen hedefleri temsil etme ve onlar için efor harcama tutumu, yeteneği ve anlayışı olmaktadır.

Keskin konservatif bir anlayışa sahip olan birisini, sosyalist bir partide siyaset yapması imkânsız olmaktadır. Sosyalist ideolojiye sahip birisini liberal bir partide siyaset yapması da böyle, imkânsız olmakta. Bu tip ‘keskin’ farklar parti bünyesinde derin gerilimlere neden olduğu için parti bünyesi bu tip farklılıklardan arındırılmaktadır. Böylece her parti kendisini ve temsil ettiği tabanını ideolojik olarak bir ortalama ve kolektif bir söylemin etrafında toplamaktadır.

Göçmen kökenli birisi vatandaş olduktan sonra bu yerleşik partilerin test aşamalarından da geçmesi gerekmektedir.

Bir yeni vatandaş için politik parti üzerinden topluma katılım, kültürel uyum toplumsal entegrasyon için en kestirme yoldur. Politik güç odağı kendine yakın olanı çok başarılı bir şekilde kendine benzetir. Politik partiler bu anlamda oldukça etkin ‘entegrasyon’ ortamlarıdır. Bundan dolayı Türk ve Faslı göçmenlerin topluma entegrasyonunu hızlandırmak isteyen bazı politik partiler kendilerini bu kesime açmışlardır. Hatta bu hızlı entegrasyonu oluşturmak için bu partiler, normalde yerlilere yönelik uyguladıkları test etme mekanizmalarını, göçmen kökenli politikacılara uygulamamışlardır. ‘Yeter ki aramıza gelin ve bizimle beraber olun’ der gibi. Geçtiğimiz asrin 90’li yıllarında bu tutumun yaygın pratiği bile oluşmuştur. Sosyal demokrasi ile, Hristiyan-dini politik söylemle, Liberal politik ideoloji ile alakası olmayan Türk ve Faslı kökenli insanlar bu partilerde politika yapmışlardır. PvdA listesinde ‘ülkücü’, ‘şeriatçı’ olan kişiler dahi politikaya girmişlerdir. CDA’da dinle hiç alakası olmayan Türkler veya Faslılar politika yapmışlardır. Sosyalist Parti (SP) dahi mütedeyyin ve bir anlamda şeriatçı kişiler dahi politika yapabilmişlerdir. Bu çelişkiye yerel politikada daha belirgin olarak gördük. Apolitik tutumu belirgin olan Gülenist pek çok kişi PvdA’da, CDA’da ve hatta VVD saflarında aktif politika yapmışlardır.

İki binli yıllardan itibaren ikinci neslin öne çıkması ile bu ‘göçmen kökenli kesimi hızlı entegre etme stratejisi’ ciddi şekilde gerilmeye başladı. 

Bahsi geçen partiler bir de baktılar ki, içlerinde kendilerinden olmayan politikacılar var. Sadakat ve liyakat meselesi gündeme geldi ve uzun süre bu partilerde politika yapmış kişilerin konumları tartışmaya açıldı. Bu yönde ortaya çıkan elemeler belirgin olarak PvdA, CDA, D66 ve VVD’de yapıldı. Hemen hemen hepsi elendi ve yeni dönemde listelere giremediler. Nitekim, 2010’lu yıllarından sonra ‘entegrasyonu hızlandırıcı politik katılım’ çalışmaları sonlandırılmaya başlandı. Hem yerel ve hem de ülkesel. Bu sonlandırma PvdA’da ortaya çıkan Kuzu-Öztürk krizi ile gerçekleşti.

Türk kökenli bir Hollanda vatandaşının PvdA’da politik yapması için bu kişinin önce kendisini test etmesi gerekmektedir.

Bu parti benim için uygun mu, ben bu parti için uygun muyum? Yani bu kişinin politik kimliğinde sosyal-demokrasiyi merkezi bir unsur mu? Partinin ideolojisi ile bu kişinin ideolojisi uygunluk içinde mi? Ancak bu durumda bu kişi PvdA listesinde aday olabilir. Bundan sonra bu kişinin partiye sadakati ve liyakati ölçülür ve bunlarda uygunsa, politik katılımının önü açılır.

Bu yeni aşamada Türk ve Faslı kökenli Hollanda vatandaşlar için mekanizma artık belli olmuştur. 

Belli bir partide, özde uygunluk olduğu için, politika yaparsınız ve politik güç odaklarına yakınlaşırsınız. Böylece hem etkili olursunuz hem saygınlık elde edersiniz ve hem de iyi bir hayat standardı tutturursunuz. Sadakatiniz da sorun varsa elenirsiniz, liyakatiniz yeterli değilse de elenirsiniz. Bu iyi bir netice. Ben bu ‘yanımla politikaya katılma’ yöntemine her zaman mesafeli oldum. Ondan dolayı da politik partilerde aktif olmadım. Politik olarak ta tutarlı olmayı ve ‘maskeli’ olmayı hep yadsıdım ve kendim için uygun görmedim. Artık Türk ve Fas kökenli kesimin politik katılımı daha ileri bir aşamaya geçmiştir. Üçüncü nesil Müslümanların politik katılımı için her şey hazırdır.