“YAN YANAYKEN BİLE BİRBİRİMİZİ ÖZLÜYORUZ”


  • Kayıt: 22.01.2023 22:08:08 Güncelleme: 22.01.2023 22:08:08

“YAN YANAYKEN BİLE BİRBİRİMİZİ ÖZLÜYORUZ”

Ali Develioğlu

Dilara Şahin o sırada henüz 24 yaşında. Noel öncesi günlerde vücudundaki ağrılar nedeniyle hastaneye kaldırılıyor. Enfeksiyon denilerek evine gönderiliyor. Ancak genç kadının durumu kötüleşmeye devam ediyor ve günlerce süren belirsizlikten sonra sonunda akut lösemi teşhisi konuluyor.

Zwolle'deki Isala Hastanesi doktorları hemen kemoterapiye başlıyorlar. Babası Oğuz Şahin, yılbaşı gecesi Dilara'nın aniden yapay komaya girdiğini ve bir kalp-akciğer makinesine bağlandığını söylüyor: “Onkoloji bölümünün yoğun bakım ünitesindeydi. İki hafta geçmeden doktorlar yapabilecekleri bir şey olmadığını ve Dilara'nın artık kalp-akciğer makinesi olmadan yaşayamayacağını söylediler. Ne söylediysem işe yaramadı, fikirlerini değiştiremedim. Doktorlar son kararlarını vermişlerdi.

Burada mümkün değilse, başka bir ülkeye götürelim dedim. Ambulansla, önce havaalanına, sonra uçakla Türkiye'ye ya da Almanya'ya? Mümkün değil, dediler. Diğer bir hasta da bu durumdaydı ve kalp-akciğer makinesine bağlı olduğundan ambulansla taşınamamıştı ve öldü dediler.” Kızlarının bu kadar kısa sürede ölüme terkedilmesi aile için kabul edilemezdi. Baba Oğuz Şahin: “Kızımız ölüme terk edilince, mücadele etmeliydim. Etmezsem benim için ömür boyu sürecek bir travma olurdu.

Bana 'Neden ısrar ediyorsun?' dediler. 

Yüzde sıfır bile yaşama şansı olmadığını, böyle durumlarda bu kararı aldıklarını söylediler. Ben de onlara şöyle cevap verdim: 'Yüzde sıfır diyorsunuz ama bizim inancımıza göre o sıfırın yanında bir virgül vardır, yani yüzde sıfır virgül bir! İnsan bir amaç için savaşırsa her zaman bir şans vardır!” Oğuz Şahin, onlarca yıldır Hollanda'da. Dilara Hollanda'da doğup büyümüş. Şahin: "Böyle bir fiş çekme bizce cinayettir. Ben kızımı öldüremezdim.

” Aile bir yandan dava açarken, bir yandan da medyadan yardım istiyor. RTL Nieuws medya ve bazı gazeteler olayla ilgili haber yapıyorlar. Ama doktorlar ısrarını sürdürüyor! Ailenin başvurusu Türk makamları tarafından kabul edilir edilmez, açtıkları davayı iptal ediyorlar ve genç kız ambulansla Amsterdam havaalanına, oradan da Türkiye`nin gönderdiği ambulans uçakla Türkiye'ye getiriliyor. İstanbul`da Pendik Hastanesi'nde tedavi altına alınan Dilara, birkaç hafta içinde ayağa kalkıyor, konuşmaya başlıyor. Baba Şahin: “İstanbul'a geldikten bir buçuk ay sonra sanki bebek olarak yeniden doğdu! Çünkü yürümeyi, su içmeyi, yemek yemeyi unutmuştu. Başını sağa sola bile çeviremiyordu önceleri. Zwolle'deki hastanede ciğerlerindeki sıvıyı çıkaramadıklarını söylemişlerdi, ama İstanbul'da bu sorun çözüldü. Her gün yanında kaldım. Kızıma ellerini hareket ettirmeyi, yemek yemeyi, tekrar gülümsemeyi öğrettik! Artık her gün sohbet ediyoruz. Oturduğumuz yerde, yan yanayken bile birbirimizi özlüyoruz!

Gazetelerde kendisiyle ilgili haberleri okuyunca çok şaşırdı. Kardeşinin kemik iliği eşleşmiş durumda, doktorlar kızıma kemik iliği nakli yapmaya hazırlanıyor. Kızımın en büyük hayallerinden biri İstanbul'u görmekti, İstanbul'u birlikte gördük ve o anları ölümsüzleştirdik. Her gün çocuğumun kokusuyla ciğerlerimi dolduruyorum. Hep birlikteyiz, her saat bir ömür gibi geliyor. O bize bakıyor, biz ona, birlikteyken bile birbirimize doyamıyoruz.

"O günden sonra elini hiç bırakmadım" 

Birçok Avrupa ülkesinde, özellikle Hollanda`da hastanelerin yoğun bakım ünitelerinde birçok göçmen kökenli hasta Dilara örneğini yaşadı. Özellikle korona salgınından sonra sıklaşan bu örnekler, göçmenlerde endişe yaratıyor. Vakaların çoğu korona ile ilgiliydi ve bazıları Hollanda medyasına yansıdı: İlhan Duman, Selahattin Kandaz ve Musa Tuncer vakaları.

Yansımayanlardan biri Nimet Hanım vakası idi. Doktorlar Gülay'a koronavirüs nedeniyle hastaneye kaldırılan annesi Nimet Hanım'ın fişini çekeceklerini söyleyince Gülay'ın tepkisi Dilara'nın babasından farklı olmamıştı: " Şok olmuştum! Umut yokmuş ve annemin bağlı olduğu Optiflow cihazını çekeceklerdi! Yatağının yanına oturdum ve saatlerce elini tuttum, sanki eli onun hayatı, benim elim onun şifasıydı!” Nimet Hanım, eşi Orhan bey ve 35 yaşındaki kızları Gülay salgının karanlık günlerinde hepsi ayni anda koronaya yakalanmıştı. Hollanda'da doğup büyüyen Gülay Lahey'de bir mağazada kasiyer olarak çalışıyordu. Onun semptomları hafifti, ancak kalp ve şeker hastası ve 70`lerindeki babasının ve annesinin durumları birkaç gün içinde kötüleşecekti. Anne bir gece nefessiz kalınca ambulansla hastaneye götürülecekti. Babanın durumu da ciddiydi ama hastanelerin dolu olması nedeniyle evde karantinada kalması istenmişti. Gülay: “Benimse sadece burnum akıyordu, doktorlar, yarı komadaki yaşlı anneme bakmak için hastanede kalmamı istediler. Çünkü hem personel azdı, hem durum kaostu orada hem de. Annem yeterince dil bilmiyordu. Bu nedenle geceleri annemle kalmaya, gündüzleri evde babama bakmaya başladım. Öğleden sonraları sadece üç ila dört saat uyuyabiliyordum. Hem de korona olduğum için çok yoruldum, iki üç haftada beş-altı kilo verdim, çok ağladım. “

Yanında kalmazsa annesine özenle bakılmayacağı izlenimine kapılıyor: “Annem kalbi için her gün çok fazla ilaç almak zorundaydı, Birkaç kez hemşireler ben yokken yanlış ilaç vermişler, uyuşmuş ve ertesi gün uzun süre uyanamamıştı. Bir keresinde uyurken Optiflow cihazınınım borusu ağzından düşmüş, neredeyse ölüyormuş! Hemşireler iyi niyetli ama deneyimsiz, çok meşgul ve yorgundular.” Beşinci gün doktor geliyor ve annenin yaşama şansının hiç kalmadığını söylüyor: "Optiflow cihazına bakın, oksijen basıncı hiç 80'in altına düşmüyor, düşmüş olması gerekirdi, yani bu cihaz olmadan yaşamasının imkânsız hale geldiği anlaşıldı. Hiçbir şey yiyemiyor neredeyse. Yarın akrabaları gelsin veda etsin, fişini çekmemiz lazım.” Doktoru duyar duymaz Gülay hıçkıra hıçkıra ağlıyor: “Bu nasıl olur! Hastaneler insanları yaşatmak için vardır. Hayatlarına son vermek için değil! Nasıl birkaç doktor bir başkasının hayatına son vermeye karar verebilir! Annemle benim ne düşündüğümüz önemli değil mi?" Ancak kısa bir süre sonra hemşirelerden doktorun anneye bir hafta daha süre verdiğini duyunca ilk işi sürekli annesinin elini tutmak olur! Bırakırsa ölecekmiş gibi gelir! 24 saat annesinin yanındaki bir yatakta yatıp uyumaya başlıyor. Rotterdam'daki Türkiye Başkonsolosluğu, başvuruda bulunabileceğini, bir süre beklemesi gerektiğini söylüyor.

Ama doktorlar sadece bir haftalık `izin` vermişlerdir!

Kendi akciğerini vermek

Bütün bu çabalar etkili olamayınca Gülay sonunda sorunu kendi başına çözmeye karar veriyor: kendi ciğerlerinden birini annesine vermek! Hatta gerekirse her iki ciğerini de, kendi hayatı pahasına. Doktorlar Gülay'ın çok ciddi olduğunu anlıyor. Bunun mümkün olmadığını söyleseler de ikna edemiyorlar. Derken, birkaç gün sonra, Optiflow göstergesi nihayet ilk kez 70'in altında, ardından 60'ın altında bir değer gösteriyor! Anne artık sık sık cihazsız nefes alabilmeye başlıyor! Bu gelişmeyi yakından izleyen kadın doktor üzgün bir ifadeyle yatağının başucuna geliyor ve fişi çekme yanlış kararından dolayı Gülay'dan özür diliyor. Karşılığında Gülay ona ertesi gün kocaman bir buket çiçek veriyor! İki hafta sonra anne tamamen iyileşiyor! Mahallesindeki göçmen komşuları, “Yalnız olsaydı, annesi şimdi hayatta olmazdı” diye konuşuyorlar. Gülay'ın evde karantinadaki babası da her gün iyileşmekte, neredeyse tamamen, ama bir gün! Ta ki bir gün Gülay eve gelince onu yerde yatarken görene kadar! Acil serviste babaya inme indiği ve felç geçirdiği anlaşılıyor! Halen pozitif olduğu için hastanenin karantina koğuşuna yatırılıyor. Gülay: “Vücudu felç olmuştu, konuşamıyordu. Geçmişte kalp ameliyatı geçirmişti. Doktorlar, `Yoğun bakım ünitesi, yaşama şansı olan başka hastalarla dolu, bu yüzden onu oraya koyamayız` dediler yine de! Ama yoğun bakımda iki yatak boştu, gördüm! İki uzman doktor, daha fazla acı çekmemesi gerekçesiyle, morfinle hayatına son vermeye karar verdi.” Gülay iki doktora bağırarak sesini yükseltiyor: 'Yoğun bakım istiyoruz doktor.” Doktor: "Üzgünüm, bu imkânsız." Sadece iki gün daha ertelemeye ve babasına göz kulak olmaya karar veriyor doktorlar, o da Gülay`ın ısrarıyla. Gülay: “Acil servise bu kadar ağır ve felçli getirilen bir insanın yoğun bakıma alınmamasını ve aksine daha ilk gün hayatına son vermeye karar vermelerini kabul edemedim! İki doktor nasıl olur da ilk bakışta, bir başkasının hayatına karar verebilir! Babamı tıbben doğru dürüst araştırmadılar bile. Bence o sırada insani bir zihniyet sorunu vardı açıkça ortada! Sonraları felç durumlarında standart bir hastane protokolü olduğunu öğrenecektim! Ama babama uygulanmamıştı! İki gün sonra, onun ölüm haberini aldığımda şok oldum. Kanıtım olmadan kimseyi suçlayamam ama yine de benim bilgim olmadan morfin vererek ötanazi yapıldığından şüpheleniyorum. İnme durumu protokolüne uyulması gerekiyordu. Ayrıca bir başka hastane veya başka uzmanlardan ikinci bir görüş alma fırsatım da olamadı! Kimseyi suçlamıyorum, bu uygulama tamamen alışılmışın dışındaydı! Ve babam artık yok."

"Babanı ne kadar da çok seviyormuşsun!"

Almelo`lu dükkân sahibi Mehmet Erdem (67), solunum şikayetleri ve yüksek ateş nedeniyle koronaya yakalandıktan birkaç gün sonra ambulansla Almelo'daki ZGT hastanesine kaldırılıyor. Altı hafta karantinada tutuluyor.

Çoğunlukla bilinçsiz halde. Altıncı hafta doktorlar aileye tedaviye devam etmenin anlamsız olduğunu ve fişinin çekileceğini söylüyorlar. Mehmet Erdem: “Oğlum isyan ediyor. Böyle bir kararı asla kabul etmeyeceğini söylüyor. Sanırım doktorları etkilemiş, bana bir hafta daha verdiler. Çare ararken Amsterdam'da durumu benim gibi ağır olan Türk asıllı birinin 4-5 ay önce ambulans uçakla Türkiye'ye götürüldüğünü duymuş. O kişi orada iyileşmiş, hatta Hollanda`ya dönmüş! . Oğlum o kişiyi Amsterdam'da bulup bilgi almış. “ Aileyi bir mutluluk duygusu sarıyor. Deventer'deki Türk konsolosluğu görevlisi, işlemleri anlatır, gerekli başvuru formlarını veriyor. Oğlu bu belgelerle birlikte ZGT Hastanesi doktorlarına geri dönerek izin istiyor. ZGT'nin doktorları, Türkiye'nin ambulans uçak göndereceği haberi karşısında şaşkına dönüyor. Erdem: “İlk başta inanamadılar. Sonunda dediler ki: 'Onsuz yaşayamayacağını şimdi anladık, babanı ne kadar da çok seviyormuşsun! Bu durumda kararımızı değiştireceğiz, tekrar deneyeceğiz.” Tekrar tedaviye devam etmeyi kararlaştıran doktorlar beni yoğun bakıma aldılar. Dört ay orada kaldım. Şimdi çok iyiyim, kendi işimi kendim yapabiliyorum artık. Oğlum ve Türkiye`nin yardım haberi olmasaydı ben şimdi ölmüş olurdum! İlk başlarda farklıydı ama, sonradan yoğun bakımda bana iyi baktılar. Haklarını yiyemem. Bir insan hala nefes almasının ona yardım etmek için nin yeterli olduğuna inanıyorum. Bu aynı zamanda inancımıza da aykırıdır.”

“Hollanda`da kalsaydım şimdi mezarda olurdum!”

Amsterdamlı İlhan Duman (49), şüphesiz, geçen yıl Hollanda ana medyasında hakkında en çok haber çıkan göçmen korona hastası! İlhan Duman salgının yaygın günlerinde korona teşhisiyle ağır halde Amsterdam'daki OLVG Hastanesi acil servisine getiriliyor.

Geçen yıl ocak ayının başlarında. Sadece üç gün sonra oğlu Furkan Duman'a tedavinin durdurulacağı söyleniyor! Oğlu Furkan: “Bu çok ağırdı. Ben hemen 'Ben bunu kabul etmiyorum, yapamazsınız' dedim. Ama, yasal açıdan buna kendilerinin karar verebileceğini söylediler." Furkan, "Nasıl birkaç gün içinde birinin iyileşmeyeceğine karar verilebilir! Beyni hala çalışıyor, kalbi hala atıyor, diğer organlar da. O zaman neden tedaviyi bırakıyorsunuz?" diye tepki gösteriyor. Perişan bir vaziyette Duman ailesi, seçenekler arıyor ve sosyal medyadan çağrılar yapıyor. Türk konsolosluğu aracılığıyla kısa sürede Türkiye'den davet geliyor. Furkan: “OLVG'deki doktorlar benden bu mesajı duyduklarında şaşırdılar. `Daha önce böyle bir şey yaşanmadı` dediler.” Baba Duman, Ocak ayı sonunda Türkiye`den gönderilen özel bir ambulans uçakla Amsterdam havaalanından alınıyor.

Birkaç hafta sonra Ankara'daki Belediye Hastanesinde babanın sağlığı düzeliyor. Hatta orada kendisiyle yapılan bir video röportajda Duman'ın yürümeye ve konuşmaya başladığı görülüyor! Duman: “Ankara'ya götürüldüğümden haberim yoktu. Uyandığımda hastanedeydim. Etrafımda Türkçe konuştuklarını gördüm! Neredeyim, diye düşündüm, şaşırmıştım. 'Türkiye'desin' dediler! Ağladım” diye anlatıyordu. Ankara'da tedavi eden doktor, "Hollanda'daki meslektaşlarımız da elbette ellerinden geleni yaptılar. Ama Türkiye'de tedaviye devam etmeye çalışıyoruz çünkü uzun süreli tedaviyle durumun bazen olumlu sonuçlanabileceğine inanıyoruz" diyecekti.

Duman şimdi tekrar Amsterdam'da yaşıyor. Amsterdam'a döndüğünde gazetecilere “Hollanda'da kalsaydım dört ay önce gömülmüş olurdum” diyor! Amsterdam'daki OLVG bu vaka hakkında şimdiye kadar bir açıklama yapmaktan kaçındı. Sadece iyileşme olasılığı olmayan durumlarda genel olarak benzeri karar aldıklarını belirtmekle yetindi.

Bir hastanın ölüme terk edilmesine kim karar verebilir?

Doktorlarca tedavisi kesilmek istenen bu hastalar, başka yerde birkaç aylık yoğun bakım sonucu yaşadılar! Sadece Dilara, kemik iliği nakli için hazırlanırken 8,5 aylık tedaviden sonra ölecekti. Ama başka bir nedenden dolayı: kemoterapi kaynaklı ağır bir mide kanaması! Nimet hanım da, Erdem de, Duman da, Dilara da ailelerinin yardımlarıyla hayatta kaldılar. Gülay, "Şu anda etraftaki Türk ve Faslı komşularımız arasında şu dedikodular dolaşıyor: `Özellikle yalnızsanız hastaneye gitmeyin, yoksa sizi orada ölüme terk ederler!` İnsanlar gerçekten korkmaya başladı!" Konuştuğumuz hastaların tümü, böylesi durumlarda tedaviyi bırakma nihai kararının sadece hekime bırakılmasını etik açıdan yanlış buluyor. Hastanın ve ailesinin görüşünün belirleyici olması gerektiğini savunuyor. Ayrıca, tedaviye devam edilip edilmemesi, hastanın durumunun ağırlığına dayanmamalı, nefes alıp almaması yeterli olmalı görüşündeler. Kabul edilemez buldukları önemli bir nokta daha var. Fiş çekme kararları örneklerde hep, birkaç gün veya birkaç hafta gibi 'son derece kısa bir sürede' verilmiş durumda! Bu nedenle, bu kararların 'keyfi', 'bilimsel olmayan' veya diğer geçersiz nedenlerle verildiğine dair güçlü bir şüphe var. Hepsi merak ediyor: 'Doktorların tedaviyi bırakmak istediği bu hastaların başka bir yerde iyileşmesi nasıl açıklanabilir? Bu kararlar sadece göçmen hastalar için değil, Hollandalı Hollandalılar için de bazan alınıyor, ama bu kadar kısa sürede değil! Ayrımcılık mı bunda bir rol oynayabiliyor? Ya da hastanın dar gelirli olması mı?

Sağlık sektöründen yetkililerin açıklamaları 

Hollanda Yoğun Bakım Derneği'nin (NVIC) eski başkanı Diederik Gommers, anlamlı bir hayatta kalmanın ne olabileceği konusunda ülkede tıp dünyasında bir fikir birliği olduğunu söylüyor: “ Solunum cihazına bağlı ve iletişim kuramayan insanları yaşatmanın bir anlamı yoktur. Böyle bir durum hastanın çıkarına değildir. Bu gibi durumlarda, bir doktor ekibi tedaviye devam etmenin anlamsız olduğu kararını alabilir. Gommers'a göre: "Bu aileye danışarak yapılır ama sonuçta karar tıbbi bir karardır. Aile tabii ki başka yerlerden görüş alabilir ya da hastasını başka yerlere sevk edebilir, ama bütün bunları kendisi düzenlemelidir, yoğun bakım doktorlarının bunları yapmaya zamanları yoktur. Hollanda Akciğer Hastalıkları ve Tüberküloz Doktorları Derneği (NVALT) başkanı Dr Leon van der Toorn: "Elbette hiç kimsenin yüzde yüz doğru bir öngörüde bulunamaz, bu nedenle bir durumu umutsuz diye nitelemek her zaman kişiye ait bir seçim olacaktır.

Tedavinin umutsuz olarak nitelenmesi kesinlikle yatak tasarrufu yapma amacını taşıyamaz. Herkes mümkün olan en iyi bakımı alır. Tabii ki, yaşayamayacağı düşünülen ve bu nedenle durumu 'umutsuz' olarak nitelendirilen bir hastanın, beklentilerin aksine, başka bir ülkede yaşayabileceği haller de olabilir ve bu hasta ve ailesi için harikulade bir haber olacaktır. “ Ayrıca Utrecht Üniversitesi Tıp Etiği dalında Profesör Hans van Delden`e göre, doktorlar bir hastanın hayatta kalamayacağını asla yüzde yüz garanti edemezler. Van Delden: 'Hollanda'da bir tedavinin tıbben anlamsız olup olmadığını belirlemek için net bir yasal çerçeve yoktur. Göstergeler vardır. Yani doktorun kişisel karar alabilmesi için bir alan bulunmaktadır. Tıp da hastanın iyileşme şansının az olduğu haller sık görülür. Tedavinin bu şansla orantılı olup olmadığına ise doktor karar verir."

Yaklaşım farkları 

Van Delden, karar vermede doktorun şahsına bırakılan manevra alanının kültürlere ve dinlere göre farklılık gösterdiğini savunuyor: Eğer bir doktora göre yüzde doksan dokuz şans kalmamışsa, hala ağır bir tedaviyi sürdürüp minik bir tedavi ihtimali uğruna bir yatağı boşuna işgal mi edeceğiz? Yani gereksiz aşırı tedavi rizikosu olabiliyor.” Görülüyor ki örneklerdeki Türk hastaların “Hastanın nefes alması bile tedaviye devam etmek için yeterli bir nedendir” şeklindeki görüşü Hollanda`da pek çok hekim tarafından paylaşılmamaktadır. Hollanda Yoğun Bakım Derneği (NVIC) başkanı Iwan van der Horst geçen haziran ayında NOS televizyonuna verdiği demeçte, " Hollanda`da solunum cihazına bağlı ve iyileşme umudu olmayan insanları hayatta tutmak anlamsız görülür. Ama biz de bazen hata yaparız. Öte yandan, her hastayı ölene kadar tedaviye devam ederseniz, hasta için strese, uzun süre gereksiz acı çekmesine ve yoğun bakım ünitesinin zorlanmasına neden olursunuz.”

Sağ hükümetlerin son 20 yıldır acımasız kemer sıkma ve özelleştirme politikaları, tıp dünyasının yukarıdaki bu Kalvenci anlayışıyla birleştiğinde sonuç şu: yatak ve personel sayısındaki acıklı durum! Hollanda`da yoğun bakım yatak sayısı diğer AB ülkeleri ve Türkiye ile karşılaştırıldığında olağanüstü düşük. Almanya'da 100.000 kişiye 30 yatak düşerken, Hollanda'da sadece 6 yatak düşüyor! Hollanda'da toplam yoğun bakım yatak sayısı 1.500'ken Almanya'da 28 binin üzerinde. Türkiye ise çok daha da yüksek: 48.000'den fazla! TL Nieuws TV`nin Orta Doğu muhabiri Olaf Koens: "Türkiye`de tıbbi bakım gerçekten iyi ve uluslararası alanda da büyük saygı görüyor.”

Sağlık sektöründe ayrımcılık kapsamlı araştırılmalı!

Amsterdam Üniversitesi'nin bir parçası olan AMC'de sosyal tıp profesörü olan Prof. Dr. Karien Stronks göçmen-yerli hasta ayrımı yapılmadığı kanaatinde. Bunu Hollandalı ve göçmen korona hastalarının ayni iyileşme şansına sahip olup olmadıklarını araştıran bir çalışma sonucuna dayandırıyor. Stronks: “Amsterdam`da yaptığımız bu araştırmada, hastaların etnik kökenine bakarak ne oranda iyileştiklerini takip ettik. Etnik gruplar arasında yoğun bakım ünitesine kabul edilme veya ölme olasılığı açısından hiçbir fark bulamadık. Bu, göç geçmişi olan hastalara yönelik hastane bakımının, COVID ile hastaneye yatırıldıktan sonra Hollanda kökenli hastalara verilen bakımdan daha az iyi olduğuna dair hiçbir belirti bulamadığımız anlamına geliyor. “ Ancak çoğu göçmen Stronks gibi düşünmüyor! Medya geçen yıl vergi makamlarının binlerce göçmene karşı kurumsallaşmış yaygın ayrımcılığa ilişkin haberlerle dolup taştı. Hükümetin bile istifasına yol açan bu skandal, birçok göçmen hasta arasında da endişe uyandırdı. Erdem ve Şahin açık bir ayrımcılık görmediklerini söyleseler de, diğer örneklerde ayrımcılık kuşkusu açıkça dile getiriliyor. Gülay: “Annemin fişini çekmeye karar veren doktordan öyle bir izlenim almadım. Ama babamın tedavisinde ayrımcılık yapıldığı kuşkum kesinlikle var. Daha ilk günde babama, inme ve felç vakalarında uygulanan o standard protokolü uygulamaktan kaçındılar! Yatakları boş tutmayı yeğlediler! Unutamıyorum. “

Geçtiğimiz günlerde STATERA Bilimsel Enstitüsü adlı bir kuruluş konuyla ilgili bir araştırmanın sonuçlarını yayınladı. "Ayrımcılık Hasta Eder" başlıklı rapor, bazı sağlık çalışanlarının göçmen kökenli hastalara karşı ayrımcılık yaptığını belirtiyor. Yaklaşık iki yüz hastayla görüşülerek hazırlanan raporda, göçmen kökenli hastaların yaşadıkları "doktorları tarafından ciddiye alınmama, sağlık çalışanlarının olumsuz tutumları ve bazen açık ırkçılık veya ayrımcılığa maruz kalma" şeklinde özetleniyor. Rapora göre, göçmen hastalar iyi Hollandaca konuşsalar ve yüksek eğitimli olsalar bile "kötü tedavi ve yaklaşım" ile karşılaşabiliyorlar. STATERA müdürü Gökhan Çoban: “Vergi makamlarının yaptığı ayrımcılığın ardından sağlık sektöründe de kimlik ve din temelinde ayrımcılık yapıldığı görülüyor. Bu da tedavide farklılıklar yaratıyor.” Önerisi şu şekilde: “Öncelikle bu sektörün sorunu tanıyıp çözüm üretmesi gerekiyor çünkü sağlık çalışanları kendilerini genelde suçsuz sanıyor veya yaptığı ayrımcılığın farkında değil. Aslında yabancılara karşı bilinçaltı davranışlarının farkında olmaları için daha iyi bir kültürel eğitim almaları gerekiyor.” Oğuz Şahin, kendisi ayrımcılık yaşamasa da özellikle 50 yaş üstü göçmenlerin tedirgin olduğunu düşünüyor:

"Birçok kişi şimdi diyor ki: 'Doktorlar 24 yaşındaki kızınızın fişini iki hafta içinde kesmeye karar verdiyse kimbilir biz yaşlı ve yalnız olanlara ne yaparlar?” Gülay: “Fişi çekilmek istenen Hollandalı hastalar da oldu tabii. Bana göre onlar da genellikle annem babam gibi fakir ve korumasız, sosyal ve ekonomik açıdan alt tabakadaki insanlardı. Ama Hollanda`da yatak sayısı rezalet derecede azken, korumasız ve yoksul bir hastanın fişini kısa sürede çekme kararının, hele bir de göçmense, bilinçli ya da bilinçsiz, çok daha kolay verilebileceği kanısındayım. Bu konuda geniş bir araştırma şart“ Evet, bu konuda ülke düzeyinde geniş bir araştırma şart! Göçmenlerle sağlık sektörünün çoğu Hollandalı temsilcisinin birbirine zıt değerlendirmeleri ortada! Kurbanla, kasabın olaya zıt bakması gibi mi acaba!