Toplumsal güvenin ve belirsizliğin dibe vurduğu sene


  • Kayıt: 11.02.2023 18:21:19 Güncelleme: 11.02.2023 18:26:10

Toplumsal güvenin ve belirsizliğin dibe vurduğu sene

Raşit BAL

2022 senesine iyi başlamıştık. Corona bitmiş, hayatı zorlaştıran önlemlere de gerek kalmamıştı. İnsanlar coronanın etkin olmadığı hayata heyecanla alışmaya çalışıyorlardı. Yeni kurulan hükümet ise büyük bir heyecanla planlarını açıklamış ve aydınlık bir gelecek vaat ediyordu. İklim değişikliği için milyarlar ayrıldı. Fosil yakıtı azaltmak, karbondioksit salınımımı iyice azaltmak ve temiz enerji üretimine geçiş için de milyarlar ayrıldı. Diğer taraftan da işsizlik oranı oldukça düşüktü. Bazı sektörlerde (sağlık, ekonomi ve teknik) büyük is gücüne ihtiyaç vardı ve temin edilemiyordu. Her şey yolunda giderse, Hollanda ekonomisi çok iyi büyüyecek idi.

Ancak hiç beklenmedik bir gelişme oldu ve bütün planlar alt üst oldu

Şubat ayının sonunda Rusya bağımsız bir ülke olan Ukrayna’ya saldırdı. Kendine göre çok küçük bir ülkenin toprağına göz koyuyor ve işgal ediyor. Utanmadan buna da ‘özel operasyon’ diyor. Güya, Ukrayna’yı ‘Naziler’ ele geçirmiş, Putin de bu ülkeyi kurtarmak için bu ‘operasyonu’ yapmak zorunda kalmış. Hiç utanmadan, san ki Kırım yetmemiş. Şimdi de Ukrayna’nın doğu bölgelerini ilhak etmek için bahane arıyor. Ukrayna’yı ‘Nazilerden’ kurtarma hikayesi zaten saçma bir söylemdi. Buna inanan sadece Kremlin. İnanmayan Rusları da Putin hapse atıyor. Rus saldırısı Ukrayna’nın pek çok bölgesine yönelik oldu. Roket saldırıları ile büyük şehirlerin hepsi bombalandı. İnsanlar, çoluk-çocuk demeden katledildi ve milyonluk şehirler boşaldı. Milyonlarca insanlar Avrupa’nın diğer ülkelerine iltica ettiler. İlticacıları kabul etmede Polonya, olumlu anlamda, dikkat çekti. Bu savaş bütün dünya gibi Hollanda’nın gündemine oturdu ve olumlu gidişatı tamamen ters çevirdi.

Avrupa’nın doğusunda, bütün dengelerin alt üst olmasına neden olan bir savaş çıkıverdi. Halbuki İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa hiç savaş görmemişti. Üstelik bir daha savaş çıkmaması için de Avrupa ülkeleri pek çok önlem almıştı. NATO, Avrupa Birliği ve uluslararası kuruluşlar olası bir savaşı önlemek için kurulmuşlardı. Çünkü herkes biliyordu ki, Avrupa’da çıkan bir savaş herhangi bir savaş gibi olmazdı. Putin ise tam da bu istikrarlı ve dengeli Avrupa’nın düşmanı idi ve ona derin kini vardı. Ona göre Batı medeniyeti kibir küpü idi ve bütün dünyayı halen sömürüyordu. Sonraki aylarda, Ukrayna’ya saldırarak, Avrupa ve bütün Batı dünyasının hâkim düzenini bozmayı hedeflediğini anlatmaya başladı. Anlaşılan Putin’in ‘Naziler’ söylemi savaşa başlamanın ilk gerekçesi imiş.

Avrupa Birliği Putin’in saldırısına tabi ki kayıtsız kalamazdı.

En güçlü bir şekilde tepki vermek zorunda idi. Rusya’nın Ukrayna saldırısı ve belli bölgelerini işgal etmesi, bir Rusya-NATO savaşına dönmemeli idi. Bu durumda Avrupa ülkeleri bir taraftan Ukrayna’yı silahla yardım edebilirlerdi ve diğer taraftan da Rusya’yı bu saldırganlığından dolayı ileri düzeyde ekonomik ambargo uygulayarak cezalandırabilirdi. Nitekim olan da tam bu yönde oldu. Avrupa Birliği, İngiltere ve ABD paket üstüne paket açıkladılar. Ambargo paketlerin temel hedefi Rusya’nın dış ticaretle sağladığı gelirlerini tamamen yok etmek. Ambargonun en önemli yönü Rusya’nın petrol ve gaz ihracatını kesmek oldu. Nitekim Almanya, Hollanda ve diğer Avrupa Ülkeleri Rusya’dan gelen her türlü yakıt alımını kesti Uluslararası piyasada da yakıt fiyatları tavan yaptı. Rusya tabi ki bundan oldukça memnun oldu. Rusya’nın savaş ekonomisin ana damarlarını keselim derken, gidişat tam tersi oldu gibi. Hatta bu ambargo politikası Avrupa ülkelerini daha çok vurdu ve enerji krizi daha da derinleştirdi.

Ya kış çok çetin geçerse? Ülke nasıl ısıtılacaktı? Ya iltica sorunu. 

Pek çok Avrupa ülkesinde ilticacı krizi vardı ve bu ülkelerin politikası zaten aşırı sağa doğru kaymıştı. Avrupa bu kadar büyük bir bedeli ödemeyi göze alabilir miydi?

Bu politikanın uygulanması Hollanda ve Almanya’yı ileri düzeyde zor duruma soktu. ‘Bedel’ gittikçe büyüyordu. Hollanda’nın Groningen bölgesinde yeteri kadar gazı olmasına rağmen, geçtiğimiz senelerde bu gaz kaynaklarını kullanmama kararı almıştı. Bu karardan da deprem riskinden dolayı dönemezdi. Üstelik enerji girdilerinin çok yüksek olmasına bağlı olarak enflasyon da görülmemiş düzeye çıktı. Bütün sene boyu politika, bilim adamları ve toplum bu enerji sorununu ve enflasyonu konuşmak durumda kaldı. Savaşın uzun sürmesi ve bitmesine yönelik bir belirti olmadığından dolayı, bu husus önümüzdeki senenin de gündemi olacağı kesin görünüyor. Bu arada Hollanda hükümeti alternatif enerji kaynaklarını zenginleştirme politikaları oluşturuyor. Hatta nükleer enerji bile gittikçe iyi bir seçenek olarak öne çıkıyor. Vatandaşlar ve işletmeler ise, enerji masrafları altında ezilmemek için bir taraftan tasarruf etmeye çalışıyorlar diğer taraftanda hükümetin destekleyici politikalarından ümit bekliyorlar. Konut, sağlık ve eğitim alanında ki sorunlar ve tıkanıklar ise sırayı bekliyor. Çocuk ödeneği skandalı sorunu ve kurumsallaşmış ayrımcılık ise ancak mart da tartışılabiliyordu. Hükümet önümüzdeki dönemlerde bu sorunları ele alacak rahatlığı bulacak mı pek belli değil.

Hollanda yaz tatiline girmeden NRC gazetesinin deşifre etmesi ile Hollanda’nın önemli gündemlerinden biri olan İslam ve Müslümanlar daha belirgin olarak gündeme yeniden geliverdi. 

Yapılan araştırmaya göre, Sosyal işler Bakanlığı ve gizli servis NCTV ‘nin yönlendirmesi ile pek çok belediye camileri gizlice araştırmaya tabi tutmuşlar. Araştırmaların hepsi de Fas asıllı camilerin neden olduğu düşünülen radikalleşmeye yönelik oluyor. Bu araştırmayı da NTA diye Fas asılı ve iyice de dindar olan bir müdürün sorumluluğunda yapılıyor. Daha da ilginç olanı ise, bu kuruluşun araştırmayı camilerde Müslüman olan kişileri sızdırarak yapıyor. Diğer ilginç husus ise, bakanlıktaki bu hususu takip eden ve belediyeleri yönlendiren memurların ekserisi de Fas, Türk kökenli ve mühtedi olmaları. Bu konunun bu şekilde gelmesi, bakanlığı ve ilgili şehirlerin belediye başkanlarını mahcup etti. Özür dileyen oldu. İlgili birimler fes edildi. Bakanlıkta temizlik yapıldı. Netice ise Hollanda devleti ve belediyeleri ile Müslüman cami kuruluşları arasında güven krizi dibe vurdu. Fas kökenli kuruluşlar çok ileri düzeyde öfkelerini ifade ettiler ve devlet kuruluşları ile görüşmelerini kestiklerini ilan ettiler. ‘Kesinlikle güvenmiyoruz’ diye deklere ettiler. Bu skandal Meclisin, hükümetin ve genel kamuoyunun pek dikkatini de çekmedi. ‘Güvenlik’ gerekçesine dayandığından yerli toplumda bu tip uygulamalara gizliden bir anlayış var gibi. Nitekim Denk partisinin çabası Mecliste hiçbir karşılık bulmadı. Yapılan araştırmaların hiç kanuni bir dayanağı olmadığı halde.

Sonraki aylarda ise Sosyal İsler Bakanlığı İslami kuruluşlarla, önde gelen (dini) liderlerle ‘güven’ oluşturmak için toplantılar düzenledi. Tam 8 tane. Memurlar olabildiği kadar ‘sabırlı’ davrandılar. Fas kökenli Müslümanların oluşturduğu camiler ve bölgesel kuruluşlar bir taraftan öfkelerini dile getirdiler diğer taraftan da ‘güven’ için öne sürdükleri koşullarını dile getirdiler. Onlara göre, her şeyden önce devlet ‘kabahatini kabul edecek’ ve sonrada diz çöküp özür dileyecek.

Fas kökenli kuruluşların bu keskin tutumundan dolayı, yapılan toplantılara katılan faslı kuruluşlar gittikçe yok oldu. 

En son toplantıda ise, hiçbir kuruluş ve temsilci yoktu. Fas kökenli katılımcıların (katılanların yarısından fazlası) hemen hemen hepsi memurdu. Ortaya çıkan sonuca göre, güven oluşturmaya yönelik görüşmeler fiyaskoyla sonuçlanmış, ‘güvensizlik’ daha da derinleşmişti. Bu durumda bakanlıkta çalışan Fas kökenli memurlar bir daha mahcup oldular. Bu durumu iyice gördüm. Diğer taraftan da bu kuruluşlar (Spior ve ortakları) kendilerini devlet-cemaat ilişkilerinde saf dışı yaptılar ve belirgin olarak kamu otoritesine kafa tutan ‘protesto’ kurulusuna dönüştüler. Artık tek yapabildikleri basın bildirisi çıkartıp, kamu otoritelerine hakaret etmek oldu. Önümüzdeki senede de bu husus Hollanda Müslümanlarını meşgul edecek gibi görünüyor.

İslami kesimle devlet arasındaki bu güven sorununu tamir etmeye çalışırken, bir de eğitim bakanı yaygın din eğitimi hakkında yürütmek istediği politikaları kamuoyu ile paylaştı. Gerçi bu yönde bir çalışma yapılacağını hükümet partileri koalisyon anlaşma metninde belirtmişlerdi. Bakan Wiersma Meclise gönderdiği mektupta, resmi olmayan din eğitimini (dini kesimlerin kendi içinde organize ettiği din eğitimi) denetim altına alacağını ve bunun için kanuni düzenlemeye gideceğini söyledi. Bakana göre bazı dini eğitim veren kurumlarda çocukların katı ve dışlayıcı dini bir söylem ile eğitilmekteler. Bu durumda çocukların bir tarafta manipüle edilmekte diğer taraftan da topluma, demokratik ve hukuk devlet düzenine karşı yabancılaştırıcı ve düşmanlaştırınca bir eğitime tabi tutulmaktadırlar. Yeni kanunla, eğitimi müfettişliğine gayri resmi eğitimi, şikâyet olması durumunda, denetleme için yetki vereceğini ifade etti.

Bakan bu gayri resmi din eğitiminin kalitesini arttırmak için çok miktarda kaynak ayıracağını da belirti. Hem denetim ve hem de destek. Eğitim Bakanın mektubunda, gayri resmi din eğitimini, olumsuz ve münferit olaylar üzerinden, bir ‘tehdit’ olarak konumlandırması yine ‘güven’ sarsıcı oldu. Yine Fas kökenli cami kuruluşlarının basın bildirisi ile alabildiğine keskin bir tepki geldi. Bu kuruluşlar bakanı hem ‘ayrımcılıkla’ suçluyor, hem de Anayasayı ihlal etmekle. Onlara göre bakan Müslümanları da aşağılıyor. Senenin son iki ayında, Hollanda gündemini takip eden İslami kuruluşların gündemi bu konu oldu. Hükümetin bu husustaki hâkim algısı, politikaları ve uygulamaları önümüzdeki senenin gidişatını da belirleyecek gibi.

Senenin bitimine birkaç hafta kalmıştı ki, Dışişleri Bakanlığı’nda oldukça yaygın olduğu anlaşılan ve kurumsallaşmış ayrımcılığı ortaya çıkartan bir araştırma raporu Hollanda gündeminde bomba gibi düştü.

Halbuki Vergi dairesinde ki ayrımcılığı tam olarak giderilememişti. Hükümet düşmüştü ancak uygulama düzeyinde sorumluları tam olarak bulanmıyordu. Polis kurumu ise tam bir belirsizlik olarak sürüyor. Ayrımcılık ve Faşizme karşı Ulusal Koordinatör ‘sakin diğer devlet kurumlarında da kurumsal ayrımcılık olmasın’ sorusunu soruyordu zaten. Bu rapor tam da bu kaygının doğru olabileceğini ortaya koyuyordu. Uluslararası düzeyde Hollanda’nın ayrımcılığa karşı genel tutumunu yansıtan ve ayrımcılıkla mücadele eden Hollanda Dışişleri Bakanlığı kendi bünyesinde alabildiğine ayrımcı olduğu ortaya çıkmış oldu. Bu çelişki, Dışişleri Bakanlarını mahcup etti. Hemen sorumlu üst düzey memurlar ve ilgili bakanlar ‘özür dilediler’ ve bu ayrımcılığı yok etmek için bütün göçleri ile çalışacaklarını ifade ettiler. Senenin son iki haftasında ortaya çıkan bu husus ta önümüzdeki sene bizi iyice meşgul edeceğe benziyor.

Bu durumda, ‘mutlu yeni yıllar’ demek ne kadar sahih olur bilmiyorum. 2022 yılı oldukça gerilimli geçti. Meydan okumalar oldukça çoktu. Toplum olarak Hollanda’nın ve toplumsal kesim olarak Hollandalı Müslümanların baş etmek durumunda oldukları hususlar oldukça çoğaldı ve derinleşti gibi. Birinci nesle nazaran, ikinci ve üçüncü nesil Müslümanları daha çetin bir gelecek bekliyor.