İLHAN KARAÇAY’IN ANALİZİ: AVRUPA’DA TÜRK İMAJINI İSPANYOL YAZAR CERVANTES KARALADI

Don Kişot’un yazarı, 1571’de İnebahtı Deniz Savaşı’nda yaralanmış daha sonra 5 yıl hapis yatmıştı...


  • Kayıt: 21.11.2021 18:15:07 Güncelleme: 21.11.2021 18:15:12

Don Kişot’un yazarı, 1571’de İnebahtı Deniz Savaşı’nda yaralanmış daha sonra 5 yıl hapis yatmıştı.

1575-1580 arasında Cezayir’deki hapisanede Don Kişot’u yazan Cervantes, serbest kaldıktan sonra Osmanlıları karalayan kitabında, Türkleri barbar olarak tanımlamıştı.

Türkler’in, kiliseleri harabeye çevirdiklerini ve bazılarını cami yaptıklarını dile getiren Cervantes, 16’ıncı yüzyılda, Türk imajının tüm Avrupa’da bozulmasına neden olmuştu.

İspanya’da, Emevi devletinin varoluşunu ve yıkılışını araştırırken ele geçirdiğim verilere göre, Cervantes’in, ‘En büyük Türk düşmanı’ olduğunu öğrenmiştim.

Türkiye’nin ve Türkler’in Avrupa’daki kötü imajının nedenini hep Haçlı Seferleri’ne bağlamışızdır.
1096 yılında birincisi, 1271 yılında da dokuzuncusu yapılan Haçlı Seferleri zamanında, Osmanlı devleti henüz yoktu. O zamanki seferler sırasında, Anadolu’da da katliamlar yapan Haçlı orduları Selçuklu Türkler’inden büyük darbeler yemişti. Suriye ve Filistin’i de ele geçiren Selçuklu Türkleri, Hıristiyan dünyasında büyük tedirginlik yaratmıştı.
Müslümanların İspanya Endülüs’ü işgal edip Emevi devletini kurmasından sonra, İber yarımadasındaki Hıristiyan Krallıklar, hem işgal edilen topraklarını kurtarmak ve hem de ‘yaşanabilecek güzel topraklar’ olarak Anadolu ve Kudüs’ü ele geçirmek için Haçlı Seferleri’ni başlatmıştı. Tam 176 yıl süren Haçlı seferleri, Türkiye ve Türkler’in Avrupa’da atipatik olmasında büyük rol oynamıştı.

Osmanlı İmparatorluğu ise 1299 yılında kuruldu.
Oğuz Türkleri’nden Osman Gazi’nin kurduğu Osmanlı devleti, 16. ve 17. yüzyıllarda üç kıtaya yayılmış ve Balkanlar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın büyük bölümünü egemenliği altında tutmuş, ülkenin sınırları batıda Cebelitarık Boğazı’na, 1553’te Fas kıyılarına, doğuda Hazar Denizi ve Basra Körfezi’ne, kuzeyde Avusturya, Macaristan ve Ukrayna’nın bir bölümüne ve güneyde Sudan, Eritre, Somali ve Yemen’e uzanmıştı.

Bu dönemlerde Avrupa’da Osmanlı korkusu salgın bir hastalık gibi yayılmıştı. Hele hele, 1453’te Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethedişi, yaşanan korkuyu misliyle artırmıştı.
Artık Avrupa’da Türkler’in barbarlığı, bağnazlığı ve acımasızlığı dileden dile dolaşıyor, çocuklar ‘Türkler geliyor ha’ diye korkutuluyordu.
İşte o sıralarda, İspanyol yazar Cervantes nasıl olduysa 1575 yılında İnebahtı Deniz Savaşı’na katılmış ve yaralandıktan sonra Osmanlı buyruğundaki Cezayir’de 5 yıl hapiste kalmıştı.
Cervantes bu beş yıl içinde Don Kişot kitabını yazarak ününe ün katmıştı. Serbest kaldıktan sonra yadıklarının tamamında Türkiye ve Türkleri karalayan Cervantes’in, Türk imajının bozulmasında başrol oynadığı anlaşılmaktadır.

İspanya’da kurulan Müslüman Emevi Devleti’nin doğuşunu ve batışını incelemek için TRT ekibi ile gittiği Endülüs’te, Cervantes’e ait bir yığın yazıyla karşılaştım. Notlar halinde tercüme ettirdiğim bu yazılanlar içinde ağırlık, Türkiye ve Türk düşmanlığı üzerinde toplanıyordu.

Tabii ki Avrupa devletleri ve kiliseler bu söylemleri propaganda aracı haline getiriyorlardı:
Cervantes hakkındaki detaylı bilgiyi yazının sonunda sunacağım.

Endülüs’te saptadıklarımın meyvesini Hollanda’da bizzat yaşadım.
Şöyle ki: 1968 yılında tanıştığım şimdiki eşim bir Hollandalıydı. İnişli ve yokuşlu yolları aştıktan sonra bu Hollandalı güzel ile evlenebildim. Artık benim de bir Hollandalı ailem vardı.
Önceleri tedirginlik duyan aile fertlerim, daha sonra bana alıştılar ve ısındılar.
Bir gün, benden iki yaş küçük olan kaynım Robert’e ‘Hey Türk’ diye seslenildiğini duydum.
Eşime nedenini sorduğum zaman, üzülerek ve sıkılarak, ‘Çok arsız olduğu zamanlar kendisine Türk’ diye hitap ediyorlar’ cevabını verdi.

Hoş, pek önemsemediğim bu konu hakkında eşim çok üzülüyordu ama, demek ki Cervantes’in kin ve nefret dolu ifadeleri, Hollanda’nın en küçük bir köyüne kadar uzanmıştı.

Hollanda’nın resmi dil sözcüğü Van Dale’de, Türk kelimesinin karşılığında, ‘pis, haylaz, kötü otomobil süren’ gibi deyimler var. Bu pisliğin sözlükten çıkarılması için başvurduğumuz mahkemeden, ‘Ah, İngilizler de biz Hollandalılar için ‘salak, dangalak diyorlar’ diye bir ret kararı çıktı.

Cervantes’in etkisi sadece bundan ibaret mi?
Tabii ki hayır.
Bakınız 1959’dan bu yana kayıtlı olduğumuz, 1963’ten buy ana ortaç olduğumuz ve 1999’dan bu yana aday ülke diye kabullendiğimiz Avrupa Birliği, bizi hâlâ üyeliğe Kabul etmedi.
50 yıl gerimizde olan Bulgaristan, Macaristan ve Polonya üye olduğu halde biz değiliz.
Dünyanın en kıytırık toplumları develet olarak tanındığı halde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni, hâlâ tek bir ülke bile tanımış değil. Dostlarımız bile Avrupa’nın korkusuyla Türk Kıbrıs’ı tanıyamıyorlar.

Başımıza gelen pek çok sorunun, ‘Kötü Türk İmajı’ından kaynaklandığını söylersem yalan söylemiş olmam.

Türkiye ve Türk imajını kötü tanıtan Cervantes için çok şey yazıldı.
İşte bu yazılanlardan birini sizlere sunuyorum. Takdir sizin.

CERVANTES , KILIÇ ALİ PAŞA CAMİİ’NDE AMELE İDİ

Roma’ya papaz olmaya giderken Osmanlı leventlerine esir düşen İspanyol yazar Cervantes, İstanbul’a getirildi. Ve Tophâne’deki Kılıç Ali Paşa Camii’nin inşâsında taş taşıyarak Mimar Sinan’ın emrinde çalıştı. Meşhur eseri Don Kişot’u yazmadan önce, Osmanlı câmilerinde amelelik yapıyordu.

7 Ekim 1571 tarihinde Korint Körfezi’nde yapılan İnebahtı Deniz Muhârebesi’nde Osmanlıya karşı savaşan haçlılar arasında meşhur bir de romancı vardı: İspanyol yazar Miguel De Cervantes. Şu “Don Kişot” isimli hikâyesiyle tanıdığımız Cervantes. İspanya ve Venediklilerin Osmanlılara karşı hazırladığı sefere asker olarak katılmıştı. “Yüzyılların gördüğü en büyük savaş” olarak nitelendirdiği İnebahtı deniz muhârebesinde sol kolu da sakat kalmıştı Cervantes’in.

5 Eylül 1569’da Madrid’de “kız meselesi” yüzünden bir asilzâdeyi yaralayan Cervantes hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. Cezâsı: Sağ eli kesilecek ve 10 yıl sürgünde kalacaktı. Cervantes, elini kurtarmak için İtalya’ya kaçtı. Beş parasız olduğu için de orduya katılmaktan başka çâre bulamadı.

1570’te Sultan 2. Selim Kıbrıs’ı fethedince, Papa 5. Pius, Osmanlılara karşı haçlı ittifâkı kurulması çağrısında bulundu. Bu çağrıyı sâdece İspanya ve Venedik kabul etti. Deniz muhârebesi için hazırlanan Roma’daki İspanyol birliğine katılanlar arasında Cervantes de vardı.
7 Ekim 1571’de Osmanlı donanmasıyla yapılan İnebahtı Deniz Savaşı’na katılan Marquesa adlı kadırgada bulunan Cervantes, iki defa göğsünden yaralandı. Bir top güllesiyle de sol elini kaybetti. Sağ elini kurtarmak için Madrid’den kaçan ünlü yazar, sol elini kaptırmıştı İnebahtı’da Osmanlı toplarına.

Hani sadrazamımız Sokollu Mehmet Paşa, 7 Mart 1573’de Venedik büyükelçisi Barbaro’ya : “Biz sizden Kıbrıs’ı alarak kolunuzu kestik. Siz ise donanmamızı yenmekle bizim sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kol yerine gelmez ama tıraş edilen sakal daha gür biter” demişti ya; işte o mağlûbiyet İnebahtı savaşında vâkî olmuştu. Sadrazamın yaptığı teşbihi ise Cervantes bizzat yaşamıştı sol kolunu kaybederek.

Sokollu’nun dediği gibi İnebahtı’da tıraş edilen Osmanlı sakalı, 5 ay sonra uzadı. Ve Kılıç Ali Paşa kumandasında 300 parçalık bir donanma şeklinde Akdeniz’de, İtalya açıklarında arz-ı endâm etmeye başladı.

İNEBAHTI ÇOLAĞI

Beş yıla yakın Akdeniz’de dolanan, dâimâ Osmanlı leventleriyle savaşan Cervantes,
“El Manço Lepanto” (İnebahtı Çolağı) lâkabıyla anılıyordu.

Nitekim 1575 yılında, “bir başka vazifeye atanması için” Napoli vâlisi Don Juan’dan tavsiye mektubu almayı başardı. Ancak İspanya’ya dönerken bindiği İspanyol gemisi, Marsilya açıklarında Cezayirli Türkler tarafından kuşatıldı. Ve Arnavut asıllı Türk denizcisi Deli Memi tarafından esir alındı. Deli Memi, İnebahtı Savaşı’nda 42 parçalık filosunu Haçlıların eline geçmekten kurtaran Uluç Ali Reis’in yardımcılarındandı. Cervantes’in yeni sâhibi artık Uluç Ali Paşa’ydı.

Cezâyir’de 5 yıl esâret hayâtı yaşayan Cervantes, kaçmaya kalkınca prangaya vuruldu, tek kollu kürek mahkûmu bir forsa oldu. Nihâyet İstanbul’a yollandı. İşte tam bu sıralarda Kaptanıderya Kılıç Ali Paşa, Sultan 3. Murat’tan destur almış, Tophâne’deki câmiini yaptırıyordu.

DUVAR İŞÇİSİ CERVANTES

Tek kollu yazar Cervantes de Tophâne’deki Kılıç Ali Paşa Câmi inşâatında duvar işçisi olarak çalıştırıldı. ( Mimar Sinan’ın emrinde cami inşaatında çalıştırılan esirlerin isimlerinin yazılı olduğu defterler vakıflar arşivinde bulundu ve amelelerin içinde ünlü yazar Cervantes’in de ismine rastlandı). Câmi 1580 de tamamlandı ve Cervantes, beş senelik esâret hayâtından sonra nihâyet memleketine dönebildi. İhtimâl, iyi çalışması karşılığında hürriyeti vaad edilmiş olacak ki, câmi tamamlanınca Cervantes de hürriyetine kavuştu. ( Ya da çok inandırıcı olmayan bir rivâyete göre dostlarının ödediği kurtuluş fidyesiyle )

Hayâtının kalan 36 yılını özgürce yaşadığını sanmayın. Ömrünün sonlarına doğru yazdığı ve kendi hayâtıyla alay ettiği meşhur eseri Don Kişot’u yine hapishânede yazmıştı. 1587 de vergi memurluğu yaptığı sırada, halktan topladığı vergiyi bir bankere kaptırdığı için 2 yıl hapis yattı. 1589’da kilise malını kötüye kullanmaktan tutuklandı ve aforoz edildi. Donanma ambarına kâtip olduğu yıllarda zimmetine mal geçirdiği için tekrar tutuklandı ve bu yüzden 18 yaşındaki eşi tarafından da terk edildi. Artık hapishânede bol bol vakti vardı, Don Kişot’un yel değirmenleriyle savaşını anlatmak için. Şöhretine sebep olan bu eseri 1605 yılında tamamladı. Âhir ömrünü asâletmeaplara methiye yazmakla geçiren Cervantes, 1616 da Madrid’de öldü. Geride 2 önemli eser bıraktı: Don Kişot ve Kılıç Ali Paşa Câmiinin duvarları. 23 Nisan, Shakespeare ile aynı gün ölen Cervantes’in öldüğü gündür.

Akdeniz’de 5 yıl boyunca Osmanlı leventleriyle savaşan Cervantes, Türklerden o kadar korkmuş ki, Don Kişot gibi bir hikâyeyi yazmış. Hikâyedeki yel değirmenlerinin Türkleri temsîl ettiği söylenir. Don Kişot da aptal bir savaşçıyı, yani Avrupalıları temsîl ediyor. Bu hikâyede Türklerle savaşmanın aptallık olduğunu vurgulamıştır Cervantes.

Tıpkı Kılıç Ali Paşa gibi Cezâyirli Müslüman Türklere esir düşen Cervantes, eğer Paşa gibi İslâmiyeti seçip Müslüman olsaydı, tâlihi şimdikinden daha açık olacak, O’nun gibi terfî edecek, Osmanlının kudretli paşalarından ya da edîplerinden biri olacaktı belki de.