Kültür - Sanat Köşesinden
Değerli okuyucular,
Başratafını geçen sayıda yayınladığımız Endülüse Ağıt şiirinin 2. Bölümüne bu sayımızda yer veriyoruz. 1494 miladi yılında müslümanların elinden temamen çıkan Endülüs’e bundan daha güzel bir ağıt yakılamazdı. Tarihi geri getirmek mümkün değil ama tarihten ders/ibret almamak da gaflettir.
Bu sayımızda E. Ersöz Bey’in N. Fazıl Kısakürek’in usta şiiri Çile üzerine yaptığı bir değerlendirmenin birinci bölümünü yayınlıyoruz.
İyi okumalar dileğiyle.
ENDÜLÜS’E AĞIT 2
(Başaratfı 156. Sayıda)
Ey ibret dolu geçmişten ibret alacak yerde, günübirlik işlere dedikodulara batmış kişi!
Sen uyu bakalım; ama zaman için ne demek dinlenmek, ne demek uyku!
Ey göğsünü gererek "benim ülkem, saltanatım" diyen, kurumundan geçilmiyenler!
Siz Hıms'ı gördünüz mü? Hıms'tan sonra hangi vatan verir insana vatan fikrini, duygusunu?
Endülüsün başına gelen felâket tarihin bütün felâketlerini unutturdu;
Ama dünya durdukça unutulmayacak, yâd edilecek bir felâkettir bu!
Ve siz ey yarış yerlerinde şahin gibi uçan,
Yay gibi gergin Arap atlarının üstüne kurulu
Süvariler! Ve siz savaşın karanlığı toz dumanı içinde
Pırıl pırıl kılıçlarını savuran kahramanlar ordusu!
Ve hele siz denizaşırı ülkelerde, bin nimet içinde,
Saltanat içinde muhteşem bir hayat sürenler; bir hayat kesiksiz bir ömür boyu!
Endülüs'ten, Endülüs'ün zavallı halkından var mı haberiniz?
Her yer, onların felâketini duydu, sizin kulağınız sağır, gözünüz kör, kalpleriniz mefluç mu?
Ölen asker, esir kadın, ufuklara bakıp bizden
İmdat ummuş beklemişti, son ana dek. Hiç düşündünüz mü bunu?
Onların sesi, insan olanın yüreğini eritirken,
Siz müslümanlar, onların kardeşi, kayıtsız, halinden memnun ve haz maymunu!
Yürekli, utanan, alçalmaktan korkan, kardeş için can veren kimse kalmadı mı yeryüzünde?
Hakkın yardımcısı, hak peşinden giden, kendini hakka adamış tek kişi yok mu?
Dünyanın efendisiydi bu millet, şimdi dünyanın kölesi.
Neler çekiyorlar? Yüzleri bile tanınmaz hâle geldi. Yarabbi ne kaderdir bu!
Kendi yurtlarında bey idiler, şimdi küfr ülkesinde uşak.
Ululuğun doruğundan eziliş uçurumuna yuvarlanan bu halka acıyan yok mu?
Alçalışın örtüsü kalın bir gece gibi sarmış dört yanlarını.
Başsız, şaşkın, olup bitene hayrette, gözleri büyümüş, bakışları korkulu.
Sen de şahit olsaydın benim gibi onların
Yurtlarından koparılıp satılışlarına pazarda, ey Tanrı kulu.
O hıçkırıklar senin de aklını komazdı yerinde benim gibi.
Canı vücuttan çeker gibi ayırdılar anadan yavrusunu.
Ya o kızlar ki, yakuttan ve mercandan dökülmüşlerdi sanki.
Ve sabah bir dağ ucundan yeni çıkan bir güneşin masumluğu
İçindeki o Meryem yüzlü kızları da saçlarından sürükleyip götürdüler.
Kirli yataklarına. Haykırışları yırttı gökleri. Yürekleri parça parça, babalarsa kan kustu.
Daha ne anlatayım, yüreklerin erimesi için bir tanesi yeter anlattıklarımın:
Eğer o yüreklerde İslâmdan ve imandan bir eser varsa elbet ey Tanrı dostu!
Ebu’l-Beka, Çeviren: S. Karakoç
GÜL YARASI
Bir gül müyüm, has bahçende solmayacak
Sıra bana gelince kokularım bitiyor bülbül.
Yaklaşan seher vakti midir, yoksa bir çiğ mi
Bahçıvanın acımasız makasının sesimi bu,
Güneş buluttan kurtaramıyor, sıra ne zaman bülbül.
Arka planında hayatın, günlerim bir saka kuşuydu
Lakin önce rengim soldu, sonra kısıldı sesim.
Kimse bana hayatın tekin olmadığını söylememişti
Çocukluğumda da böyle göğsümden vurulmamıştım
Hiç girmediğim bahçelere yağmur yağıyor bülbül.
Aslında anlamadığı bir şey var, çok uzakta…
Durup durup düşüncelerini dinliyor, ama çok mutlu
Boş ver diyor aldırma varsa eğer bir kalbi
Yolu gurbete varır bulur yağmurun yağdığı yeri
Bundan böyle her ne düşünsem ona yarıyor bülbül.
Tüm düşüncelerimi zımparaladım bir fincana
Tertemiz bir kafayı teslim etmek için cellada
Çekiyor beni ölüm, gülüyor celladım bana
Bir sesi kalıyor kulaklarımda, bir tebessüm aklımda
Ya bu gözünden akan yaş, gönül çiçeğine mi
Kala kala bunlar kalıyor bana bülbül
Ne bahçıvanlar varmış yatmış tüm zamanlar,
Hastane koridorlarından asla geçmeyen
Söylemiyor yerini ne kadar sorsak da
Bulutlara bak yağmurun yağdığı yere in
Nasıl düşersen düş sinende açan bir gül yarasıdır
Bu has bahçedir düşünce yanılıyor bülbül.
H. Yaşar Ocak
DOSTUN SELAMI
Artık söz tahtIndan söylüyordu O
Yüzünü bu sözle yudu ay da güneş de.
Söz pehlivanlarının attan düşürdü bu söz
Zehirli meyveler yenir şimdi Kureyş'te.
Dürelim defterini dâr-ı dünyanın dendi
Hak yolun delileri girdiler bu sergüzeşte.
Yetiş ve tut ey Hamza kapısını Kâbe'nin
Kim senin bileğini bükecek bu güreşte.
Bu emanetler senin aç kapıları Rıdvan
Aşk en çetin usûllerle sınanıyor ateşte.
Boşa geçti bülbüler boşa geçti ömrünüz
Nebîler makamından okuyor Bilâl işte.
Dostun selâmı gelmiş þen olmuş dostun bağı
Melekler seyrangâhı bu gül ve bu güldeste.
Ş. Karaca
NECİP FAZIL ve ÇİLE ÜZERİNE 1
Çile şiiri. Necip Fazıl'm hayatinin adeta bir özeti niteliğindedir. Şair kendisine sorduklarında da en sevdiği şiirin 'Çile' olduğunu söyler ve kendisinden 'Kaldırımlar'ı okunması istendiğinde; O, hep Çile'yi okur. Pek çok eleştirmen buna bir anlam veremez, çünkü o bir Kaldırımlar Şairidir. Fakat Necip Fazıl için Kaldırımlar, geçmiş yaşantının bir simgesidir; her ne kadar bohem hayatındaki yalnızlığın»! vazgeçilmez parçası olsa da artık bir anlamı kalmamıştır.
Kaldırımlar ve Çile Necip Fazıl'ın hayatinin iki ayrı dönemim en güzel özetleyen iki şiirdir. Birinci döneminde "kaldırım" imgesi Şair'in hayatında şiirinden çok daha fazla anlam taşır. 0,şiiri için bir motif değildir; o adeta kendi hayatinin bir parçasıdır. Şair'in "içinde yaşamış bir insandır". İnsanlarda bulamadığı dostluğu ve sıcaklığı kaldırımlarda bulur. insanlardan kaçan bu yalnız serseri geceyle, karanlıklarla ve ıssız sokaklarla bütünleşir.
Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum.
Fakat Şair ikinci döneme girince "kaldırım" imgesi bir nevi önemini yitirir. Hayatinin anlamı açık ve net önündedir. Karanlık motifi şiirlerinde yerini "Nur "a bırakır.'Artık barınamam gölge varlıkta' diyecek ve bu uğurda şairliği bile reddedecektir:
Ver cüceye onun olsun şairlik
Şimdi gözüm büyük sanatkarlıkta
Çile Şair'in ikinci döneminin adeta manifestosu niteliğindedir. Şiirde anlatılan zaman, çoğunlukla birinci dönemin bitişi ile ikinci dönemin başlayışı arasındaki bunalım ve arayış içerisindeki dönemdir. Fakat şiirin sonuna doğru Şair bu bunalımı aşar ve gitmesi gereken yolu bulur.
Şair, şiirde, kendi bunalım başlangıcım adeta bir kıyamet olarak görür. Yıllardır tepesinde kendisini koruyan dam birdenbire uçmuş ve onu korumasız bırakmıştır. Kızıl kıyametin başladığı her şeyin altüst olduğu bir anda "Avcı"onu avlayacaktır ve ona sonsuzluğu uzatacaktır. Ama Şair, sonsuzluğu yakalamanın o kadar da kolay olmadığım görür. Şimdi kendi gerçeklerinden de öte, bir başka dünyanın gerçekleriyle baş başadır.daha önce farkında olmadığı bir dünyadır bu:
Bütün bir kainat muşamba dekor
Bütün bir insanlık yalana teslim.
Bu yalanlar ona körlüğü tercih ettirecek, hakikat bile olsalar onları görmek istemeyecektir.
Adeta kendi labirentinde kaybolmuştur. 'Yıkık ve şaşkın'dır. Benliğinde olup bitenleri anlamaya çalışsa da bu onu deliliğe bir adım daha yaklaştırır. Dünyanın anlamına, kendi varlığa dair içinden çıkılmaz sorular karşısında bulur kendisini:
Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl ?
Çözemediği bilmecesiyle, çıkamadığı labirentin ortasında uykuları kaçacak; uyumayı kendini, bilmecesinden bir adım daha uzaklaştıran bir eziyet olarak görecektir. O uyku ki A katillere bile ilaç, inançsızlara bile sığınaktır. Oysa Şair için bir işkenceye dönüşmüştür. Israrla sorusunun cevabım arar, benliğinin karanlık yollarında sonu gelmez yolculuklar yapar. Fakat uyanık kalmak dayanılmaz bir azap haline gelir zamanla. Rüyalarında geçirdiği cinnet bile hakikatlerin karşısında gördüğü kabusun yanında hiç kalır;her hakikat onu daha da sarsmaktadır:
Yeşil asmalarda depreniş, şehvet
Karınca sarayı kupkuru kelle
Gitgide çilelerin en büyüğüne, en korkuncuna varır: Fikir çilesine. Bu, tüm fiziksel çileleri geride bırakan, Şair'in ruhunu akrep sokmasma çeviren bir işkencedir. Mevsimler geçtikçe ıstırabı daha da artar:
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Kendisine küçüklüğünü, acizliğim hatırlatan her şey onda korku uyandırmaktadır: sonsuzluk hissi uyandıran gökler, aşılamayan mesafeler...
E. Ersöz