Kültür-Sanat Köşesinden


  • Kayıt: 08.02.2015 16:00:00 Güncelleme: 08.02.2015 16:00:00

Değerli okuyucular...

 

“Su gider kum kalır” derler.

 

“Söz gider yazı kalır” da buna benzer bir şey. Sözün güzeline, kalıcı olanına kelâm denir. Kelâm da kısmen kalıcıdır. Ancak kayıt altına alınmazsa o da kaybolabilir.
İşin uzmanları İslâm medeniyeti için “söz medeniyeti”, “kitap medeniyeti” derler. Yani sözü güzel kullanan, yerinde kullanan, sözü bilginin, hikmetin ve edebiyatın aracı yapan medeniyet. Söze değer kazandıran, sözü gücünü keşfeden, söz ile insan eğiten bir medeniyet. Bu medeniyet tarihte, söz kaybolmasın diye kitabı keşfetti. Sözü satırlara nakşetti. Satırlar sayfa, sayfalar kitap, kitaplar uygarlık oldu.
Müslüman toplumların tarihlerindeki kitap yazma, kitap alış-verişi, kitap tekniği ve kitapları bir mekanda koruma altına alma anlayışı, günümüz insanını şaşırtacak kadar yoğun idi. Kaynaklar, adı tarihe şeref levhası olarak kaydedilen alimlerin evlerindeki kütüphanelerden övgüyle söz ederler. Bu gibi alimler varislerine maddi servet değil, bilgi hazinesi miras bırakmışlardı.

 

“Söz uçar yazı kalır”. Sözün kelâma dönüşeni yüreklerde yerleşir. Sonra yüreklerden yüreklere ulaşır. Hele bir de kayıt altına alınırsa, ömürleri uzar, yüzyıllarca yaşarlar. Bu yaşayan sözler (kelâm) ya atasözüdür, ya şiirdir, ya hikmetli deyişlerdir, ya bilgi ve mana yüklü yürek nağmeleridir, akıldan dökülen incilerdir.
Sözün gücünü keşfedenler iyi bir imkanı buldular demektir. Kalıcı söz söyleyenlere ne mutlu. Kalıcı sözü imbiğinden süzüp alanlara ne mutlu.
İyi okumalar dileğiyle.

 

Yazışma adresi:kerimece@hotmail.com

 

ANAYURT NOTLARI 4

 

(Özay Arslan’ın hac hatıralarına bu sayıda da devam ediyoruz.)


Neden Sa´y tavaftan ve Makam-ı İbrahim´de iki rekat namaz kıldıktan sonra geliyor da önce değil?
Hacer ne arıyordu? Su ve yardım. Nerede arıyordu? Safa ve Merve tepeleri arasında.
O an İsmail neredeydi? Șu an Kâbe´nin bulunduğu yerin hemen yanında.
Su hayattı ve ölüm kimin elindeyse hayat da onun elindeydi. O halde hayatı dıșarıda değil merkezde aramalı. Ama önce tașrada dolașarak, yanarak, yakılarak tecrübe etmeli, yanıldığını anlamalı. Ki ancak o zaman merkeze dönüldüğünde bulunsun hayat. Dıșarda, tașrada , uzakta aramanın boșunalığını ancak o zaman anlamalı. O dıșarda değil bilakis en merkezdeydi. O uzakta değil bilakis yakında, o kadar yakındaki șahdamarından daha yakındaydı. Ama bu ancak uzaklașarak bilinebilirdi.
İnsan aceleciydi. Nefsin yedi tepesine çıkmalı inmeli, vadilerinde kaybolmalıydı. Bu mukadderdi. Șu gayet iyi bilinmeliydi ki hiç bir șey aramakla bulunmuyordu lakin bulanlar da yalnızca arayanlardı.

 

Her șey bir yana hakikat șu; İnsan mutlaka bir merkeze sahip olmalı. Ki nereye giderse gitsin, hangi dağa hangi tepeye çıkarsa çıksın, hangi vadiye inerse insin yönünü, istikametini bilsin. Olaki bir gün döne gele.
Modern zamanların insanı iște bu merkezden yoksun ve habersiz. Kaybolmuș modern insan. Sen bize buldurmazsan biz bulamayız… Yitiğiz.
Safa tepesine çıkıp merkezi selâmlıyorum önce. Orada duruyor. Sonra iniyor koșar adım Merveye doğru ilerliyorum. Kâbe görünmüyor, o halde biraz daha hızlanmalı. Merveye çıkıp tekrar Merkeze yönelip onu görünce içim rahatlıyor. Tekrar selâmlıyorum.

O halde aramaya, taramaya devam.

Safa´dan Merve´ye dört, Merve´den Safa´ya üç, toplam yedi gidiș dönüș.
Artık umut yok. Dönelim öze. Tam her șey bitti derken hayat yeniden bașlıyor; Zemzem. İște hayat. Kana kana içmeli. Az daha kırılacaktık susuzluktan. Kana kana içmeli ve selâm durmalı.
Mülk suresinin son âyeti miydi? ; „De ki; görmüyormusunuz, eğer suyunuz çekilecek olsa artık size kim bir akar su getirebilir?“
Kim diyordu su=H2O? Avusturya da bir dağa tırmanmıș, nehrin kaynağını görmek için dağın zirvesine kadar çıkmak zorunda kalmıștık. Dağın en uç noktasında, büyük kayaların arasından suyun nasıl kaynatıldığına gözlerimizle șahit olmuștuk. Oysa ben, memlekette su çıkarmak için en az 6-7 metre derinliğinde toprağa kuyu kazıldığını biliyorum. Kayadan ve kumdan bașka hiç bir șeyin olmadığı bu diyarda bu zemzemde nerden çıktı șimdi?

 

Hakikaten SEN muhteșemsin. Gel de șimdi hayran olma, hayrete düșme. HAMD yani.
İbn Arabi șöyle der Fütûhat´ında;“ Haccın öbür ibadetlerden farkı hiç bir șekilde illet ve sebebinin bilinmemesidir. O sırf kulluktur. Bunun anlamı aklen bilinemez ve özü itibariyle hikmettir. Onun dıșında onu gerekli kılan bir hikmet sözkonusu değildir. Bundan dolayıda bașka ibadetlerde olmayan sevab haccda vardır. Haccdaki ilâhi tecelliler diğer ibadetlerde mevcut değildir. „

 

DİVANİ Hasret diyarında virane bir han Gelen olmaz benim gittiğim yere Ovası engelli dağları duman Şafak atmaz derdim bittiği yere Arzular umutlar kalmışlar yarım Kurumuş su vermez sevda pınarım Arayanlar bulamazlar mezarım Makberde yapmazlar yattığım yere Bende tükenmedi elemle keder Dünya çok sultanı etmiş derbeder Ömür tükenecek ecel mukadder Şivan taşımışım yetttğim yere Bu dünyada nice cana kıymışlar Niceleri bu kurala uymuşlar Biraz alev birazda kül koymuşlar Önceden yanıp da tüttüğüm yere Kul Cemal Divani adımı yazın Kalmaz ki önemi mızrabın sazın Üç beş yaren ile bir kabir kazın Ömür güneşimle yittiğim yere Aşık

 

Cemal Divani

 

BAYRAMLAR BAYRAM OLA 2

 

Ana bu bayram mı? Aman çok ayıp
Çocukken gördüğüm bayramlar hani?
Mübarek elleri öpüp, koklayıp
Yüzüme sürdüğüm bayramlar hani?
. . .
Hani ya o özlem, hani ya o tat?
Ne dışım kaygusuz, ne içim rahat
Haftalar öncesi her gün, her saat
Babamdan sorduğum bayramlar hani?
. . .
Nur yağan geceler, gündüzler nerde?
Neşe paylaştığım öksüzler nerde?
Dost yollar, dost evler, dost yüzler nerde
Huzura erdiğim bayramlar hani?
. . .
Kar çiçeğim solmuş kar yatağında
Can verir ırmağım dar yatağında
Arife gecesi yer yatağında
Üstüme serdiğim bayramlar hani?
. . .
Bayram demek takvimdeki yazı mı?
Bayram hasret, bayram ağrı, sızı mı?
Açıp yüreğimi, yumup gözümü
Özüne girdiğim bayramlar hani?
. . .
Bayram af günüdür, barış günüdür
Bayramlar rahmete giriş günüdür
Bayram Hak menzile varış günüdür
Gönlümü verdiğim bayramlar hani?

 

Abdurrahim KARAKOÇ

 

NEREDEN BİLECEKTİN

 

Gecenin üçünde şehrin tam ortasında
Yapayalnız
Çaresiz kaldığımı nereden bilecektin
Yağmurunda ıslanıp asit şehrinin,
Koca ömrü boşa tükettiğimi
Söyle! Nereden bilcektin
Günlerdir uykusuz, gözlerime kan dolduğunu
Beynimin düşüncenin kıskacında kaldığını
Çizgi çizgi şakaklarım yarılsa da
Sakallarıma aklar düştüğünü nereden bilecektin
Abidesi önünde dimdik durduğum anı benim
Ya şu silik hatıralar anılmaya değmeyen
Aşağılayıcı gözler karşısında yıkılmadan
Ayakta kaldığımı nereden bilecektin
Makina hırıltıları arasında kaybettiğim kimliğimi
Bir resim sergisi kadar teşhir ettiğim iffetimi
Esamesini unuttuğum neslimin varlığını
Nihayet yalnız kaldığımı nerden bilecektin
Sorduğum adresleri çoktan unuttuğumu
Tekrar dirilmeye nemzet olduğumu
Yüreğimden kan geçse de seni sevdiğimi
Adına türküler yaktığımı nereden bilecektin
Hazan gülleri solalı çok zaman oldu
Unutmadı deli gönül seninle yaşadıklarını
Kıytırık numûleri gördükçe insanlığın
Yapayalnız bu girdapta kaldığını
Söyle ha nereden bilecektin
Meş’âleler yakarak seni aradığımı
Adına destanlar yazdığımı
Aklımı yele verdiğimi
Çaresizliğe umut beslediğimi
Son kez de olsa yenildiğimi
Nihayet seni sevdiğimi
Söyle ha nereden bilecektin
Nereden bilecektin...

 

 

Salim Yüksel / Zaandam