Kültür-Sanat Köşesinden

Zaandam’daki camiler ve bazı dernekler 22 Nisan 2012 tarihinde Zaandam Sultan Ahmed Camiinin salonunda bir Kutlu Doğum Proğramı yaptılar. Burada şair ve yazar Mustafa Özçelik Türk Edebiyatında Peygamber Sevgisi başlıklı bir tebliğ sundu. Aşağıda bu tebliğin özetini bulacaksınız. Şiir yarışması dolaysıyla bu özete bu sayımızda ve bir sonraki sayımızda yer verebiliyoruz. Edebiyatmızdaki peygamber sevgisini, özellikle hz. Peygambere hitaben yazılan na’at şiir geleneğini inceleyen bu tebliği ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz.


  • Kayıt: 11.10.2012 08:47:00 Güncelleme: 11.10.2012 08:47:00

 

Değerli okuyucular!

 

Zaandam’daki camiler ve bazı dernekler 22 Nisan 2012 tarihinde Zaandam Sultan Ahmed Camiinin salonunda bir Kutlu Doğum Proğramı yaptılar. Burada şair ve yazar Mustafa Özçelik Türk Edebiyatında Peygamber Sevgisi başlıklı bir tebliğ sundu. Aşağıda bu tebliğin özetini bulacaksınız. Şiir yarışması dolaysıyla bu özete bu sayımızda ve bir sonraki sayımızda yer verebiliyoruz. Edebiyatmızdaki peygamber sevgisini, özellikle hz. Peygambere hitaben yazılan na’at şiir geleneğini inceleyen bu tebliği ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz.

Bu sayımızda ayrıca 8. Şiir yarışmasında beğenilen şiirlerden iki tanesini daha yayınlıyoruz.

 İyi okumlar dileğiyle.

 

 

 

 

 

TÜRK EDEBİYATINDA PEYGAMBER SEVGİSİ 1

“Allah sevgisi; İnsanı olgunlaştıran, kâmil hale getiren en temel duygu aşktır. İnsan sevgi hâlesinin odağındaki varlık, şüphesiz ki Allah’tır. O’nu sevmek mü’min olmanın temel şartıdır. İnsanı insan ve mü’min yapan bu sevgidir. Kemâl, bu sevgi ile mümkündür. Bu sevgi yoksa bir bir şey anlamlı değildir.

Kur’an sevgi sözüne sık sık yer verir. “Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever.” (Maide/54) ayeti gibi. Buna göre sevmek ve sevilmek Allah’ın vasfıdır.

Yunus Emre’nin “Sevelim, sevilelim” sözünün kaynağı bu ayettir.

Peygamber sevgisi; Peygamberi sevmek ilahi bir emirdir. O, bizzat Allah tarafından ‘Habibullah/Allah’ın sevdiği’ vasıflandırılmıştır. Ona salavât getirmek Kur’an’ın emridir. (Ahzab/56) Ona salavât getirmek de ona sevginin bir göstergesidir.

            Hz. Muhammed müslümanlar için bir önder, bir lider, bir örnektir. Allah (cc) tarafından peygamber olarak seçilmiş, üstün bir ahlâka sahiptir. Onun ahlâkı Kur’an ahlâkı idi. Bu durum onu sevmenin yanında onu tanımayı ve örnek almayı da gerekli kılıyor. Zira onu sevme, tanıma ve bilme olayı içtenlikle olursa gerçekleşir.

İşte bu Peygamber sevgisi müslüman şairleri onun için şiirler yazmaya sevketmiş. Edebiyatımızda bir ‘na’at’ edebiyatının doğmasının sebebi de bu peygamber sevgisidir. Na’at şiirlerinin edebiyatımızda önemli bir yeri vardır. Şairler peygamber sevgisini tarihten beri yazdıkları na’atlarla dile getirmeye çalışmışlardır.

Na’at; terim olarak Hz. Peygamberi methetmek maksadıyla yazılan manzum (şiir şeklinde) ve mensur (düz yazı şeklindeki) yazılara denir.

Genellikle kaside formunda olurlar. Gazel veya başka tarzda da yazılanları vardır. Na’atlarda Peygamber’e ait her şey, isimleri, sıfatları, hayatından sahneler, bedenî özellikleri, ahlâkîözellikleri, mucizeleri konu edilmiştir.

Peygamberin şiirle yapılmak istenen portresidir. Her şair durduğu yerden ve görme kabiliyeti öşçüsünde ona bakar, o mükemmelliği kelimelere dökmeye çalışır. Tarih boyunca yazılan bütün naatlar, tek bir portrenin farklı cephelerden birer örneği gibidir.

Neden Na’at? Na’at şiirlerinin iki önemli amacı vardır:

1-Peygamberin şafaatine nail olmak için,

2-Peygamberi tanıtıp sevdirmek için.

Na’at, arap edebiyatından bize geçen bir tüdür. Peygamber devrinde ilk na’at yazarı “Banet Suad” isimli kasideyin yazan Ka’b ibni Züheyr’dir. Peygamber (sav)  Ka’b’ın bu şiirini dinledikten sonra ona hırkasını hediye ettiği için Kaside-i Bürde diye söylenir olmuş.

“... Şüphe yok ki peygamber

En keskin bir kılıçtır kılıçlarından Allah’ın

Sonsuz bir kurtuluşa, nura ve hidâyete

Alıp götüren bizi

Ve arkadaşları O’nun

Mekke vadisinde İslâmı kabul eden

Kureyş’in ileri gelenleri

Cömertlikte ve yiğitlikte

Hiç birinin yok, dengi yok..”

Yine sahabelerden Abdullah ibni Revâha, Ka’b ibni Mâlik, Hassan ibni Sâbit , Amir ibni Sinan el-EşcâîPeygamberi öven şiirler yazdılar.

Peygamber şiirleri yazma/söyleme geleneği Hasan ibni Sâbit’le başlamıştır denilebilir. Devrinin ünlü bir şairi olan bu zat, müslüman olduktan sonra şiirini hz. Peygamber’e ve İslâm’a adamıştır. İslâm’ı ve müslümanları şiir diliyle savunmuştur. O bir şiirinde şöyle diyor:

“Bize canlı bir peygamber geldi

Umutların olmadığı

Peygamberlerin gelmediği yeryüzünde

Putlara tapılan yıllardan sonra

Geldi ve aydınlatan bir kandil oldu

Bizi doğruya ileten pırıl pırıl parlayan

Ateşe karşı uyardı bizi

Cennet müjdesi verdi

İslâm’ı öğretti hepimize

O yüzden şükrediyoruz Allah’a.”

Peygamberin vefatından sonra emeviler döneminde Muhammed ibni Zeydü’l-Esed, Farazdak, eş-Şerifu Radiy, daha sonradan İmam Bûsirî, İbni Nebate el-Mısrî, İbni Hacceti’l-Hamevî gibiler na’at şairlerinden sayılır.

Fars edebiyatında da seçkin na’at örnekleri veren şairler bulunmaktadır. Bunların ilki Hakim Senâyî’dir. Sadi Şirâzî’nin Gülistan’ın girişindeki na’at, F. Attar’ın mesnevilerindeki na’atlar bu türün örneklerindendir.

Türk edebiyatı na’at açısından oldukça zengindir. Türklerin İslâm’ı kabul etmelerinden sonra hem Çağatay hem Anadolu Türkçesiyle yazan sayısız na’at şairi yetişmiştir. Bu na’atların ilk örneğine Yusuf Has Hacibn’in Kutadgu Bilik adlı eserinde rastlanır. Yine Edip Ahmed Yükneki’nin ve Ahmed Yesevi’nin eserlerinden bol bol Peygamber sevgisinden bahsedilmektedir.

Sonraki yüzyıllarda, Haydar Tilbe, Seydi Ahmed Mirzâ, Lütfî, Gedâî, Harezmî, Sultan Baykara, Ali Şir Nevâî, Babür Şah ve Kâmran Mirzâ gibi şairler Çağatay Türkçesiyle na’atlar yazdılar.

Anadolu sahasında ise hem divan edebiyatı, hem halk edebiyatı, hem tekke edebiyatı na’at örnekleriyle doludur. Anadolu Türkçesiyle divanlarda (şiir kitaplarında) klasik tertibe göre önce bir mukaddime (önsöze) yer verilir, arkasından tevhid ve münacât bölümü, onun arkasından da bir na’ata yer verilirdi. Bazı divanlar ise söze na’at ile başlardı. Mesnevi türü eserlerde asıl hikayeye geçilmeden önce çoğu zaman tevhid ve münacât bölümünden sonra mutlaka na’atlara yer verilirdi.

Şöyle söylenebilir: O zamanlar Allah adıyla açılmayan, münacat ve na’ata yer vermeyen şiir kitapları eksik sayılırdı.

Divan edebiyatında hem şiir şeklinde (manzum), hem de düz yazı (mensur) tarzında bol bol na’atlar yazılmıştır. Sinan Paşa düz yazı biçimindeki na’ata örnektir. Yazıcıoğlu Mehmed, Karamanlı Nizâmî, Şayyad Hamza, Süleyman Çelebi, Yahya Bey, Fuzûlî, Şeyhulislam Yahya, Şeyh Galip, Esrar Dede ve daha başka pek çok isim na’at kanusunda öne çıkarlar.

Halk edebiyatının hem anonim kısmında, hem de âşık edebiyatı dediğimiz gelenekte Peygamber sevgisini konu alan sayısız şiirler yazılmış, söylenmiştir. Bunlar anonim halk edebiyaında ninni, bilmece, dua türüyle ortaya konulurdu. Aşıklık geleneğinin önde gelen isimlerinin ya dörtlük olarak ya da müstakil şiir olarak na’atlar yazdıklarını görüyoruz. Bunların başında Gevherî, Kulaoğlu, Dertlî, Bayburtlu Zihnî, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Seyrânî, Gülşenî, Çıldırlı Âşık Şenlik, Cemal Hoca, Pervânî, Aşık Şem’î, Tokatlı Nurî ve diğerleri gelir.

Tekke edebiyatı denilen ve daha çok tasavvuf ağırlıklı edebiyat geleneğinde ise Yunus Emre başta olmak üzere, Mevlânâ, Dede Ömer Rûşenî, Hâleti Rûşenî, Şah İsmail, Üftâde, Kul Himmet, Seyfullah Nizamoğlu, Şemseddin Sivasî, Aziz Mahmud Hüdâyî, Sunullah Gaybî, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Niyâzî Mısrî, Sezâyî Gülşenî, Kuddûsî na’at şiirleri yazdılar.

Bu gelenek Tanzimata kadar devam etmiştir. Tanzimatla birlikte avrupanın etkisine giren edebiyatımızda na’at yazma adeti azalmıştır. Tanzimat döneminin pek çok meşhur şairleri şiirlerinde ve kitaplarında na’ata veya peygamber sevgisine pek yer vermediler. Avrupa kültürünün etkisiyle şairler şiirlerinde dini duygular yerine dünyevi güzelliklerle, tabiatla, yaşamanın  incelikleriyle daha çok meşgul oldular. Bu da Türk şiirinin seküler bir zemine kaydığını gösterir.

Tanzimat dönemi şairlerinden Ziya Paşa, Muallim Naci, İsmail Safa, Recâizâde Ekrem, Hüseyin Siret Özsever, Mehmed Âkif, Ali Ekrem Bolayır na’at yazan bir kaç tekil örnektir.

Ancak sayıları azalsa da na’at yazma geleneği yeni edebiyat ve cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Özellikle 1960tan sonra Türk edebiyatı kaybettiği bir cevheri adeta yeniden keşfeder. Arif Nihat Asya’nın meşhur na’atı, Sezai Karakoç’un ‘Küçük Na’atı bu dönemin ürünüdür.

Tanzimattan günümüze kadar na’at yazma halkasında şu isimleri görmek mümkün: Kemal Edip Kürkçüoğlu, Yaman Dede, Enver Tuncalp, Necip Fazıl Kısakürek, Bahaddin Karakoç, Abdullah Öztemiz, Şahin Uçar, Ahmed Efe, Ali Ulvi Kurucu, Muhsin İlyas Subaşı, M. Atilla Maraş, Şükrü Karaca, Fatih Okumuş, Nurullah Genç ve diğerleri.

Modern türk şiiri na’at geleneğinden şu veya bu sebeple uzak kalsa da, günümüzde pek çok şair bu geleneği yeniden yaşatma çabasındadırlar.

İnancımızın coşkun bir verimi olan,  medeniyetimizin bu güzel mirasının, na’at geleneğinin sürmesini gönülden temenni ediyoruz.”

 

8. Platform Avrupa Şiir Yarışmasında beğenilen şiirlerden:

 

HAYALLEŞMEK 

 

Mitolojik bir destanın kahramanı olmalıyım ben

Ağaç kovuğunda bulmalıyım seni

Sövme nedeni olmamalı geçmişin

Geleceğin ise benden ibaret kalmalı.

Erkan İsa Şen

Rusya

 

İNAYET

 

İnayet, yüklemlere ait özneler

Gizli bir düş, gerçeğin kuyusunda kelimeler

İnayet, düştüm düşeli düşlere

 

Kara kalem kara kaşımı çizerken,

güzellik gözlere fenomen bir perde

Ve inayet denilecek elbet

O perdeyi rüzgarın aralamasını bekleyene

Serzenişini al ve götür en bet günlerine

Geçmişi unutkanlık hesaplarıyla eşitle

Elinde dedenden kalan son tespih tanesi

Ben demek isterim ki, tanelere temaşa et

Bedenlerimiz ruhlarımıza hizb

Köşelerde tutuklanmış gibi ruhlar,  gün boyuna diz

Takdiş ediliyor, vaftis gibi bedenler pis

 

Kendime beyaz görünümlü bir inanç yüklemek isterim

Mesela gelinlerin duvaklarını tutan çocuk

Karamela seven bir çocuk

İlla da çocuk

Mesela ben Yusuf amca kadar iyi niyetli bir çocuk

Yusuf amcanın sakalında asılan bir çocuk

İnayet gibi bir kelimenin ucunda çocuk

İlla da çocuk

 

İyi niyete anlamlar tutmak adına

Çocukların gölgelerinde yaşamayı yeğliyor gerçeklerim

İnayet, ben ve gerçeklerim

 

Bennu Musli

Üsküp-Mekadonya

 

 

SON ARZU

 

Atsınlar üstüme bolca kara toprak.

Söylenmesin arkamdan o güzel sözler,

Dokunmasın kuru eller kuru tahtaya,

İçim ağlıyor bugün, kalbim yara.

Gideyim sessiz uzak dağlara,

Oturayım yaşlı bir çınarın altına,

Gözlerim dalsın ufuktaki Güneşin batışına.

Uzaklardan, ta uzaklardan çıngırakları keçilerin,

Olsun düzensiz bir tempo yaralı atan kalbimin atışına.

Serileyim upuzun kara toprağa,

Güneş’in son ışıkları kaybolurken batıda,

Ulaşayım nihayet sana bu ebedi rüyamda.

İlk önce çakalllar ve kurtlar, sonra da kuşlar,

Milano’daki “ Son Ziyafet” gibi toplansınlar sofraya.

Ne şarap içilsin ne de şerbet,

Toprağa gübre olayım vereyim bereket.

Hayreddin Soyer

Norveç