Hayat, insanın omuzlarına yüklenmiş en büyük muamma. Her gün, her an, onun anlamını çözmeye çalışırken aslında zamanın akışına kapılıp gidiyoruz. Cahit Sıtkı Tarancı, “Ne ölümün hüznü var, ne hayatın neşesi… Nasılsın samimiyetsizliği ile iyiyim sahtekârlığı arasında bir yerdeyiz,” derken, insanın ruh halindeki bu büyük boşluğu bir cümlede özetliyor. Peki, gerçekten de bu iki uç arasında sıkışıp kalmak bizim kaderimiz mi?
Ne Ölümün Hüznü Var…
Ölüm, hayatın son durağı gibi görünse de aslında onun en derin anlamlarından birini oluşturur. İnsan, ölümü düşündükçe yaşamın değerini anlamaya çalışır. Ama modern insan, ölümden bahsetmekten korkar. Ölüm, toplumlarda bir tabu hâline gelirken, onun ağırlığını hissetmek yerine ölümün varlığını görmezden geliriz. Bu görmezden geliş, aslında yaşamla olan bağımızı da koparır. Ölümün hüznünü hissetmek, yaşadığımızı idrak etmenin ilk adımıdır. Tarancı’nın da işaret ettiği gibi, bu hüzün bile bir anlam taşır. Ama ya o anlamın da yokluğunu hissettiğimizde ne olur?
Ne Hayatın Neşesi…
Hayat, kendisiyle birlikte bir coşkuyu da barındırır. Güneşin doğuşu, bir çocuğun gülüşü, sevgilinin sesi… Ancak bu güzelliklerin farkında olmak için önce onları hissetmeye açık olmak gerekir. Günümüz insanı, yaşamın bu doğal neşesini görmezden gelecek kadar meşgul. Ya geleceği planlamakla ya da geçmişe takılıp kalmakla günlerini harcıyor. Bu durum, hayata dair coşkuyu silikleştiriyor. Tarancı’nın bahsettiği “neşe”nin kaybolması işte tam da burada devreye giriyor. Hayatı yaşamak yerine sadece onun içinde sürükleniyoruz.
“Nasılsın” Samimiyetsizliği…
Birbirimize “Nasılsın?” derken aslında çoğu zaman cevabını merak etmiyoruz. Bu soru, adeta bir nezaket kuralına dönüşmüş durumda. Tarancı’nın bu cümlesindeki “samimiyetsizlik” vurgusu, insan ilişkilerindeki yapaylıkla doğrudan ilişkilidir. Kendimizi gerçekten anlatabileceğimiz, içimizi dökebileceğimiz bir samimiyet ortamı bulmak neredeyse imkânsız hâle geldi. Ve bizler, “İyiyim” demeyi bir sahtekârlık gibi hissederek bu düzenin bir parçası olmaya devam ediyoruz.
Arada Kalmak
Cahit Sıtkı Tarancı, bu kısa cümlesiyle insanın iki uç arasında sıkışıp kalışını anlatır: Ne ölümün hüznüne sığınabiliriz, ne de hayatın neşesine. O hâlde insan, bu iki duygunun tam ortasında durup anlam arar. Hayat bir dengedir; ölümün ağırlığıyla, hayatın hafifliği arasında bir salıncak gibidir. Ancak bu salıncağın içinde sürekli hareket eden insan, gerçek huzuru bulmak için her iki ucu da kabullenmelidir.
Cahit Sıtkı’nın söylediği bu derin söz, modern insanın ruh hâlini anlatan en etkili ifadelerden biridir. İnsan, çoğu zaman duygularını bastırır, gerçekliği göz ardı eder ve toplumun dayattığı bu “arada kalmışlık” duygusunu benimser. Ancak bu sözü bir rehber olarak alırsak, belki de hayatın anlamını iki uç arasında denge kurmakta bulabiliriz. Ölümden korkmamak, yaşamdan kaçmamak… Belki de tüm mesele, bu iki zıtlığı bir bütün hâline getirebilmektir.