Hollanda, tarihinin en kritik seçimlerinden birine hazırlanıyor.
29 Ekim 2025’te yapılacak erken genel seçimler, sadece yeni bir hükümeti değil, ülkenin toplumsal yönelimini de belirleyecek. Son yıllarda giderek derinleşen siyasi kırılmalar, vatandaşın devlete ve siyasete olan güvenini zayıflatırken, bu seçim “yeniden denge arayışı” anlamı taşıyor.
Kırılgan Koalisyonlardan Erken Seçime
2023 seçimlerinin ardından güçlükle kurulan koalisyon hükümeti, kısa sürede fikir ayrılıklarına takıldı. Göç ve iltica politikalarındaki keskin tartışmalar, hükümetin düşmesine yol açtı.
3 Haziran 2025’te Geert Wilders liderliğindeki PVV’nin (Özgürlük Partisi) koalisyondan çekilmesiyle, ülke yeniden seçim atmosferine girdi. Bu, Hollanda demokrasisinde sıkça görülen bir tablo: çoğulculuk zenginlik olarak görülse de, istikrarın önünde ciddi bir engel haline geliyor.
Hükümetler sık değişiyor, ama sorunlar aynı kalıyor: konut sıkıntısı, artan yaşam maliyetleri, göçmen politikaları ve toplumsal güvensizlik.
Toplumun Nabzı: Kırgın Ama Umutlu
Sokaktaki seçmen, artık siyasetin vaatlerinden çok gerçekliğe bakıyor. “Kim daha iyi yönetir?” sorusundan çok, “kime daha az güvenmiyorum?” sorusu belirleyici hale gelmiş durumda.
Ipsos I&O verilerine göre seçmenlerin yüzde 80’inden fazlası hâlâ kararını netleştirmemiş. Bu da, küçük bir söylem değişikliğinin bile seçim sonuçlarını etkileyebileceği anlamına geliyor.
Seçmen kırgın ama tamamen umutsuz değil. Hollanda halkı, çok kültürlü yapısını kaybetmeden bir çıkış yolu arıyor.
Parti Programlarında Derin Ayrılıklar
2025 seçimlerinin en dikkat çekici yönü, partilerin göç ve kimlik politikalarındaki sert farklılıklar.
PVV programında şu ifade yer alıyor:
“Hollanda, artık göç yükünü taşıyamaz. Sığınma sistemi tamamen kapatılmalı, ülkemiz kimliğini korumalıdır.”
Wilders’ın partisi, göçü durdurmak, İslam’ın kamusal görünürlüğünü sınırlamak ve AB’nin iltica yükümlülüklerinden çekilmek istiyor.
Bu yaklaşım, Hollanda toplumunda korku ve dışlama duygularını körüklerken, göçmen topluluklar arasında da tedirginlik yaratıyor.
Buna karşılık GL-PvdA ve D66, daha insancıl ve kapsayıcı bir politika öneriyor. GL-PvdA programında şöyle deniyor:
“Hollanda, tarih boyunca farklı kimliklerin bir arada yaşadığı bir ülke olmuştur. Entegrasyon, dışlama değil; adalet ve fırsat eşitliği temelinde sağlanmalıdır.”
Bu ifadeler, Hollanda’daki merkez-sol çizginin hâlâ toplumsal uyumdan yana olduğunu gösteriyor.
DENK ise bu seçimde yine göçmenlerin ve Müslümanların sesi olmayı hedefliyor. Parti, ayrımcılıkla mücadele, eşit temsil ve dış politika eleştirileriyle dikkat çekiyor.
DENK programında yer alan şu cümle, aslında birçok göçmen seçmenin hislerine tercüman oluyor:
“Biz bu ülkenin geleceğinde varız; dışlanmak değil, katkı sunmak istiyoruz.”
Ekonomi ve Konut Krizi: Seçimin Sessiz Başlığı
Göç ve kimlik tartışmaları manşetlerde yer bulurken, sıradan vatandaşın asıl gündemi geçim sıkıntısı.
Artan kiralar, enerji maliyetleri ve düşük gelirli kesimin yaşam zorluğu, her seçimde olduğu gibi bu defa da sandığa yansıyacak.
Ancak siyasetçiler bu konuyu yeterince konuşmuyor. Herkes göçü tartışırken, asıl krizin “evinde ısınamayan, çocuğuna öğle yemeği hazırlayamayan” Hollandalı seçmen olduğunu kimse dillendirmiyor.
29 Ekim’de Ne Olacak?
Anketlere göre PVV önde, ancak bu fark garanti değil. Hollanda seçimlerinin kaderini genellikle kararsızlar belirliyor.
Eğer merkez ve sol partiler oylarını koruyabilir ya da bir araya gelmeyi başarırsa, aşırı sağın yükselişi dengelenebilir.
Fakat PVV ve JA21 gibi partiler oylarını artırırsa, göçmenler ve Müslümanlar açısından daha sert bir siyasal iklimin kapısı aralanabilir.
Hollanda’nın Kimliği Sandıkta Belirlenecek
29 Ekim 2025 seçimleri, sadece partilerin değil, Hollanda toplumunun da kendisiyle yüzleşeceği bir dönüm noktası olacak.
Bu seçim, “hangi parti kazanacak” sorusundan çok, “Hollanda nasıl bir ülke olmak istiyor?” sorusunun cevabını arayacak.
Belki de asıl mesele, göçmenleri dışlamak ya da kucaklamak değil; korkunun değil, adaletin siyasetine geri dönebilmek.
Çünkü hiçbir ulus, kendi içinde bölünerek güçlü kalamaz.
Sandık başına gidecek her seçmen, sadece bir partiye değil; ortak geleceğine de oy verecek.
Ve o geleceğin adı — eğer hâlâ mümkünse — birlikte yaşamak olacak.