Sadece Kadının Sorunuymuş Gibi!...


  • Kayıt: 03.08.2020 19:02:00 Güncelleme: 03.08.2020 19:02:00

Sadece Kadının Sorunuymuş Gibi!...

 

Bir Deve Kuşunun misali sokmuşuz başımızı kuma. Ne yaparsak yapalım bizler topyekün değişmediğimiz sürece olmayacak. Evet 2011 yılında Kadına yönelik şiddet ve Aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi. Bir diğer adıyla “İstanbul Sözleşmesi“.

 

Toplumsal sorunu sorun görmeyene sormak gerek. 

 

Bilmediğini, görmediğini, hissetmediğini nasıl bir sorun olarak görsün kü. Öğrenmekte gerek. Çevrende öğreneceğin yoksa, doğru bildiklerinle yaşanır bizim Anadolu yaşamı.


Aile, çevre, okul, kahve ve sokakta ondan farklı hissetmiyor, görmüyor ve yaşamıyorsa nerden görsün kadına saygı ve sevgiyi. Annesi de o kadına ve kadın olmayı hiç tadamadığı için bir anne olarak verememiştir o sevgi dolu mutluluğu evladına.


Bilmez de o kadın, kadın olmayı, duygu, sevgi ve saygıyı. Kadın olarak öğrenmiştir, bir kullanılacak eşya gibi gerekli olduğu sürece bir karın tokluğuna, birkaç metre Pazen ve basmaya bir de İskarpini de oldu mu, odur onun değeri.


Bazen içi sızlar, kızlarına, gelin kızlarına ve köyün kızlarına görülen muameleye, gereken ve kesilen ölüm fermanına.


Namussuz idi geberdi gitti derler arkasından. Düşünmezler ki, erkek namussuz olmadan nasıl olurda kadın namusu ve namussuzluğu oluşur. Sanki erkek doğuştan yunmuş yıkanmış, onun o konuda hiç suçu yoktur sanki.


İkinci sınıftır kadının yeri. Ölürse yerine yenisi satın alınır. Gerekirse Uzun Yayladan, daha olmazsa Doğu’dan bir yeni Firik getirilir.

 

Var olan en büyük sorun ise;


Kadın sanki biz erkeklerin birer bağı ve bahçesi ve biz de onların bekçisiyiz. Ne olursa olsun, sahip olma ve sahip olunanı kaybetme korkusu en büyük sebeptir ölüme götüren ve kadını öldürmeye iten.

 

Halk şairimiz Nâzım Hikmet ne güzel anlatmış;


Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecek ti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlek ti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak,
ve toprak tı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafileler den kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şarapnelin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon'a doğru.


Geçekten her an, Afyona cephane taşıyan elleri öpülesi Anadolu kadınını görünce içimde bir sızıntı ve gözlerime yaşlar dolar.

 

Kadının kurtuluşu ancak, topyekün aydınlanma ve toplumsal eşit vatandaşlar olarak yetişmemizle mümkündür. Yaşamlarının genç baharında sevdiklerinden ayrılan bütün kadınlarımızı saygıyla ve sevgiyle anıyorum.

 

Nejat Mustafa