Hümanizminin Beşiği olarak Hollanda


  • Kayıt: 03.09.2021 14:59:56 Güncelleme: 03.09.2021 15:01:11

Hümanizminin Beşiği olarak Hollanda

Zafer AYDOĞDU

İçinde yaşadığımız Hollanda toplumunu ve siyasal olarak oluşumunu daha iyi anlayabilmek için, tarihte başlatmış olduğumuz geziye kaldığımız yerden devam ediyoruz. Eğer Hollanda’yı ve bu ülkedeki kültürel ve siyasal anlayışı çok iyi kavramak istiyorsak, bu ülkenin tarihine ilgi duymamız gerekli. Biz Türkler malum bu ülkede çok yeniyiz. Aşağı yukarı 55 yıldır Türk ve Müslüman toplumu olarak yaşamaktayız. Yeni yeni bu ülkeye adapte olmaktayız. Kurumlaşarak, kök salmaktayız. Siyasal olarak 1986’da ilk defa yerel seçimlerde seçme seçilme hakkından kavuştuk. Kuşkusuz geldiğimiz nokta da bir hayli yol aldık. Yerel yönetimlerde, Eyalet yönetimlerinde ve ülke yönetiminde temsilciler seçtik, söz sahibi olduk. On binlerce iş yerleri ve birçok kültürel kurumlarımızla bir bakıma Hollanda toplumunda, siyasi, iktisadi ve kültürel bakımdan artık yabana atılması mümkün olmayan bir unsur haline dönüştük. Hayatın hemen hemen her alanında varız. Demokratik ve toplumsal katılımcılığı daha da geliştirerek, bu ülkenin kaderine (yerli halkla birlikte yaşayarak) ortağız.

Göçmenlikten yerliliğe geçiyoruz. Her ne kadar henüz kafamızla Türkiye’de, ayaklarımızla Hollanda’da yaşasak ta, bu durum elbette gün geçtikçe değişmektedir. Yerli olmanın yolu kurumlaşarak kök salmaktan geçse de belki de en önemlisi, yaşadığımız şehirlerin ve ülkenin tarihini tanımak ve kavramaktan geçmektedir. Bu kendi aidiyat ve menşeimizi reddetmek anlamına gelmez. Eşit ve eşdeğer bir vatandaş olmamız için en önemli unsur, içinde yaşadığımız toplumun gelenek, görenek ve sahip olduğu felsefi arka planı (yani üzerinde yükseldiği kuruluş felsefesini) tanımak ve özümsemekten geçer. Fikirsel ve duygusal bir bağ kurmak için Hollanda’nın tarihini öğrenmemiz gerekmektedir. Bu yazı dizisinin sonunda bu yaptığım tespitler daha iyi anlaşılacaktır. Kısa kısa ana başlıklarla anlattığım tarihsel momentler ve dönüşümler, sırf birer tarihi olgu ve veri değil, Hollanda’nın üzerinde yükseldiği temel direklerdir. Malum Hollanda’nın zemini çok kumsal (ki binlerce yıl deniz altında kaldığı için), evler yapılırken devasa demir kazıklar çakılır ve onun üstüne evler inşa edilir. Evlerin çökmemesi ve sağlam temel üstüne inşa edilmesi bu şekilde sağlanmış olur. Böyle bir kıyaslama Hollanda’nın tarihsel ve siyasal oluşumunu anlamak için, aktardığım bilgiler yerinde olsa gerek. Bazı okuyucularımız haklı olarak sorabilirler, bu anlatılanların hangi bağlamda aktarıldığını. Hollanda’daki varlığımızı sağlam temeller üstüne inşa etmemiz için, bu ülkenin izlediği tarihsel seyri tanımaya devam edelim.

Geert Grote’nun başlattığı hareketin etkileri ve devamı

Moderne Devotie (Devotio Moderna) hareketin sadece bir yerel gelişme olmadığını ifade etmeliyim. Neredeyse tüm Batı Avrupa’da tesirini göstermiştir. Gerek Geert Grote gerekse Thomas a Kempis (ki yazdığı kitap: ‘’İsa’nın taklidi’’, İncil’den sonra en çok okunan kitaptı), temel olarak, dinin (Hristiyanlığın) kilisenin (papaz ve rahiplerin) ve bir takım gücünü dinden alan kurum ve kişilerin (feodal derebeylerinin) halktan uzaklaştığını, onların sırtından geçinen kişi ve kurum haline dönüştüğünün altını çizerek, alternatif dinsel hayat tarzlarını idame etmişlerdir. Daha çok pratik ve bireysel hayata yönelik olarak geliştirilen dini veya inançsal ruhsal bir anlayış, dogmatik ve hiyerarşik yapılanmaların yerini almıştır. Dinin sırf kilise ve manastırla sınırlı olmayacağını, insanların vicdan ve kişisel gelişmelerinin bir parçası olduğunu vurgulayan bu hareket, aynı zamanda kolektif (yani komün veya ortak) bir yaşamı Hollanda’da topraklarında kurgulamışlar ve hayata geçirmişlerdir. Önceleri kadınlar için başlatılan ‘bacı-kardeşlik’ hareketi ve yaşam komünleri, daha sonra erkekler için de kurulmuştur. Geert Grote Deventer’deki evini kadınlara açarak, bu hareketi başlatmıştır. Bir bakıma o güne kadar kadınların, toplum ve dinsel kurumlardan tecrit edilerek, eve hapsedilmesini de başlatmış olduğu hareketle değiştirmiştir. Kadınların toplumsal ve dinsel yaşamda önemli bir yere gelmesini sağlamıştır. Bu bağlamda eşitlikçi ve özgürlükçü bir hareketin de temelini atmıştır. Aynı zamanda da hümanizm olarak tanıdığımız hareketi etkilemiştir.

Hollanda Hümanizmi 

Bir bakıma Geert Grote ile başlayan, dogmatik ve pederşahi kilise öğretisinin eleştirisi, aslen Alman kökenli olan Nicolaus Cusanus (1401 – 1464) ile bir adım daha ileriye geçmiştir. Kendisi Vatikan’nın (papanın) çok önemli bir kardinalı olan Cusanus, felsefeci, astronom ve matematikçi olarak, çok önemli eserler yazmıştır. Aynı zamanda papanın resmi temsilcisi olarak, İstanbul’a (1437) giderek her iki kilisenin birleşmesi teklifini iletmiştir. Cusanu büyük bir hümanist olarak, sadece Hristiyanların (Ortodoks ve Katolik) birleşmesini değil, tüm dinlerin birleşerek, tek bir dinsel konsey etrafında örgütlenmelerini savunmuştur. Aynı zamanda Kuran’ın mealini okumuş ve incelemiştir. Dinler arası diyalog ve hoşgörünün Avrupa’da temelini atan belki de ilk düşünürdür. Cusanus’un Hollanda’ya geldiği (Nijmegen ve Deventer) bilinmektedir. Üstelik bu bölgelerinde Vatikan bünyesinde temsilcisiydi bir bakıma. Anlaşılan o ki, bu düşünürde Geert Grote’nun hareketinden etkilemiştir. Üstelik mirasını, Deventer’e, maddi nedenlerden ötürü okumakta zorlanan yoksul aile çocuklarına burs olarak (Bursa Cusanus) armağan etmiştir. Bugün Deventer’de bu ismi taşıyan bir sokak var (bir plaket ile).

Hümanist hareket, Geert Grote ve Thomas a Kempis’in başlattığı ruhani (manevi) hareketi aşarak, felsefi ve edebi temellerde geliştirmiştir. Malum hümanizm dendiği zaman ilk akla gelen Rotterdamlı Erasmus (1466 – 1536), tüm bir dünyayı vatanı olarak gören, evrensel bir düşünürdür. Rotterdam’da mı yoksa Gouda’da mı doğdu tartışmasına girmeden, asıl Erasmus’un 13 yaşında Deventer’e gelmesi ve orada Hollanda’nın ilk üniversitesi olan, Latin Okulu’nda okuması çok daha önemlidir. Deventer’in neden tesadüf olmadığını biliyoruz. Hem Geert Grote’nın hareketini başlattığı, ilk matbaaların ve üniversitesinin kurulduğu, Hollanda’nın Orta Çağ’da en büyük kültürel merkezi olmasından ötürü dür. Erasmu bir bakıma Geert Grote ve Luther – Kalvin arasında Cusanus’un yanı sıra belki de en önemli halkadır. Keskin eleştirici kalemi ile adeta bir çığır açtı Erasmus. Terk ettiği ülkesine bir daha geri dönmedi. Bir dünya vatandaşı olarak yaşadı. Dinde, dilde ve düşünce de reform hareketinin temelini attı.

Devrimden önce reform: ‘Önce reform oldu sonra devrim’

Aydınlanma ve hümanizm kuşkusuz iç içe hareketlerdir. Geçen sayıda gördüğümüz gibi, dinde reform olmadan aydınlanma ve hümanizm gelişmemiştir. Klasik tarih anlayışında kronik olarak, önce Orta Çağ ve Rönesans ve Reform hareketleri (Luther ve Kalvin gibi), sonra da Fransız Aydınlanması ve Devrimi anlatılır. Bu hareketler bir şekilde karanlık çağ olarak sıfatlandırılan Orta Çağ’a bir tepkime olduğu anlatılır. Kaldı ki bu oluşumlar Orta Çağ’daki dinsel, felsefi, bilimsel ve toplumsal gelişmelerden kopuk olarak anlaşılamaz. Kökleri binyıllık bir tarihsel evrime dayanır. Bir başka ifade ile bu hareket ve tarihsel yeniliklerin arka planında yatan inanç, felsefi, bilimsel ve sanatsal akımlara değinilmeden anlatılır. Her ne kadar suyun suya benzediği gibi tarihsel dönemler birbirlerine benzemeseler de birbirlerinden de kopuk değildirler. Tarihteki birikimler ve gelişmeler, belirli momentlerde niceliksel gelişmeden (yani olayların arka arkaya sıralanması, ki bize tarih kitaplarını okurken öyle gözüküyor), niteliksel değişimlere dönüşür. Bu değişimler mesela Rönesans, Reformasyon, Aydınlama ve Fransız Devrimi gibi sıçramalar ve dönüşümler olarak ifade edilir. Hollanda örneğinde gördüğümüz gibi, toplumların içsel değişim ve dönüşümü olmadan, bu tarz sıçramalar olmaz. İlerde de göreceğimiz gibi, ‘Hollanda Devrimi’, bu içsel değişimler sonunda gelişmiş ve olgunlaşmıştır. Bir bakıma, nasıl ki 1776-77’de ABD’nin kuruluşu devrim ise, Hollanda’nın kuruluşu ve bağımsızlığı da bir devrimdir. Çünkü bu ülkenin kuruluşu Avrupa’da ve dünyada birçok değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Her şeyden önce Geert Grote, Erasmus, Hugo de Groot, Spinoza gibi birçok düşünürün geliştirdiği dünya görüşü üzerine inşa edilmiştir. Hollanda genellikle ressamlar ülkesi olarak bilinse de birçok önemli filozof ve bilim insanı yetiştirmiştir. Hollanda’nın 17ci yüzyılda hoşgörülü ve özgürlükçü bir ülke olması, ülkesinde özgürce kendisini ifade edemeyen birçok filozofa (Descartes ve Tyssot de Patot gibi) ve topluluğa (Hugenoten ve Musevileri) ev sahipliği yapmış olması tesadüf değil. Daha sonra Aydınlanma dönemi filozofları olarak tanıyacağımız birçok filozofun kitapları Hollanda’da basılarak, dünyaya yayılmıştır.

Büyük filozof Hegel’in de ifade ettiği gibi (Tarih felsefesine giriş), ‘devrimden önce dinde reformun’ olması gerekliydi. Reform deyince bizde genellikle, dinde değişiklik akla geliyor. Hollanda ve Batı Avrupa’da cereyan eden dinsel reformların aslında dinsel değişimin ve yeni yorumların ötesinde, çok geniş kitlelere hitap eden, toplumu, devleti (veya siyaseti), bilimi dönüştüren hareketler olduğunun altını çizmek lazım. Bu değişimler durup dururken olmamış, sırf Luther ve Kalvin ile sınırlı kalan hareketler de değildi. Tarihsel olarak derinliğe sahip olan reform hareketleri birçok bakımdan Avrupa’yı ve akabinde dünyayı değiştirerek dönüştürmüşlerdir. Bu değişim ve dönüşümün toplumsal, siyasi ve iktisadi gelişmelerden bağımsız olmadığını da belirtmekte fayda var. Fikirsel değişimleri taşıyan ve onların gelişmesine alan açan sınıfsal güçlerdir. Elbette sınıfsal güçlerin ufkunu açan ve onlara yeni bir ideoloji (vizyon ve fikirsel meşruiyet) sağlayan da felsefi (henüz bilimin felsefeden ayrılmadığı dönemlerde) fikirlerdir. Ticari kapitalizmin anavatanı olan Hollanda’nın genç burjuvazisi bu felsefenin savunucusu ve taşıyıcı sınıfı olmuştur. Bir bakıma Fransız Devrimi’ne zemin hazırlamıştır.