İNSANIN PEYGAMBER’E İHTİYACI VARDIR


  • Kayıt: 12.11.2022 18:58:19 Güncelleme: 12.11.2022 19:00:19

İNSANIN PEYGAMBER’E İHTİYACI VARDIR

Hüseyin K. Ece

Değerli okuyucular, özellikle gençler!

Ortalıkta ‘deizm’ diye bir söz dolaşıyor. Son yıllarda ülkemizde ve buralarda az da olsa bazı müslüman gençlerin deizm fikrine kapıldıkları söyleniyor.

Deizm ne demektir, bir felsefe mi, din mi, bir moda mı? Kısaca değinelim...

İslam Ansiklopedisi deizm’i kısaca şöyle tanımlıyor: “Tanrı’nın varlığını ve âlemin ilk sebebi (yaratıcısı) olduğunu kabul etmekle birlikte akla dayalı bir din anlayışı çerçevesinde peygamberlik (nübüvvet) kurumunu şüphe ile karşılayan veya inkâr eden felsefî ekolün, akımın adı.

Adından da anlaşılacağı gibi bütün izm’ler gibi bu da Avrupa kökenli. Temamen onların tarihindeki Ortaçağ ve Yakınçağ döneminin ürünü... O zamanlar hıritiyanlığın geçirdiği teolojik buhranın ve değişimler sonucu doğmuş. Onlara has tarihi gelişmelerin bir sonucu ortaya çıkan bu felsefi düşüncenin İslâm dünyasında tarihten beri bir benzeri, bir karşılığı yok.

Günümüzde müslüman olduğu hâlde kendini ‘deist’ diye tanımlayanları bu yüzden anlamak zor... Böyleleri bu akımın veya fikrin arka planını, tarihi gelişimini göz ardı ediyorlar gibi...

İslâm inancında Allah, âlem ve insan ilişkileri sağlamdır. Kur’an’a göre Allah (cc) âlemi yaratıp kenara çekilen bir tanrı değildir. O her an yaratmaya devam ediyor. (Bkz: Rahman 55/29) Yani O her an kudretiyle, ilmiyle, hikmetiyle, lutfuyla, Rabliğiyle yaratıklara ve hayata müdahele ediyor. Dolaysıyla İslâmda Yaratan-varlık ilişkisi deizm’in iddia ettiği gibi, bir defa olup bitmiş bir ilişki değildir. (Erdem, H. TDV İslâm Aksiklopedisi, Deizm mad. 9/109-111)

Yine O seçtiği elçiler aracılığıyla insanlara mesajlarını, onlara görevlerini, sorumluluklarını bildirmiştir. İnsanın nasıl değerli olabileceğini veya hayat sınavını nasıl kazanabileceğini açıklamıştır.

Kur’an’ın her yönüyle tanıttığı âlemlerin Rabbi Allah (cc) kullarına, yarattığı varlığa uzak bir tanrı değildir. İnsanlar O’na dua edebilir, yardım isteyebilir, O’nun öğrettiği gibi ibadet, yani kulluk görevlerini yapabilirler. (Bkz: Bakara 2/187) Allah’a samimiyetle iletilen mesaj da karşılıksız kalmaz. O, kullarına şah damarından daha yakındır. (Kâf 50/16)

İslâmda Allah, âhiret ve nübüvvet (peygamberlik) inancı beraberdir. Ben müslümanım diye bu üçlü inanç sistemini birbirinden ayırmaz. Zira Allah ve âhiret inancını insanlara ulaştıran, açıklayan yine O’nun seçtiği elçilerdir. Allah hikmeti gereği insanlarla doğrudan konuşmaz. Dinini, ya da mesajlarını kullarına tek tek, ayrı ayrı bildirmez. Diyeceklerini, kendine ait gerçekleri, insanların görevlerini seçtiği elçilerle bildirir. (Bkz: Şûrâ 42/51) Ayrıca Allah (cc) kendine inanma ve mesajlarını kabul etme yeteneğini de insanın fıtratına (yapısına) koydu...

İslâmın konularını; “tevhid, nübüvvet, adâlet ve meâd” şeklinde de açıklamak mümkün... Tevhid; insanın Allah (cc) ile ilişkilerini, nübüvvet; tanrı-insan ilişkilerini, adâlet; insanın kendisiyle, ailesiyle, toplumla ve tabiatla ilişklerini, meâd; ölümden-sonrası ilişkilerini ifade eder.

Görüldüğü gibi din, iman, ibadet, ölüme hazırlık, sınavı kazanma, iyi insan olma, gerçek mutluluk, gerçek kurtuluş peygamberliği devre dışı bırakarak olmaz.

Müslümanlara göre Allah’ın kelâmı olan Kur’an bozulmamıştır, değişmemiştir. Alllah’tan geldiği, Peygamber’den aktarıldığı gibi duruyor. Müslümanlar, Avrupadaki deist filozof veya fikir adamlarının kendi kutsal metinlerinden kuşku duydukları gibi Kur’an’dan şüphe duymazlar.

Son Elçi Muhammed’in (sav) hayatı, elçilik görevi, İslâm adına ortaya koyduğu pratikler de bilinmektedir. Müslümanların bu konuda da kuşkuları yoktur.

Bu konuyla ilgili şöyle sorular sorulabilir:

-İslâmı hakkıyla anlayabilmek, iyi bir müslüman olabilmek, kulluk görevlerini güzelce yerine getirebilmek, imanın amaçlarını gerçekleştirebilmek konusunda bir peygambere ihtiyaç var mıdır?

-İnsan kendi başına, sadece aklı, bilgi ve yeteneği ile, sadece elindeki Kur’an ile bu hedefi gerçekleştirebilir mi?

Birinci soruya kuvvetli bir şekilde “evet”,

ikinciyi soruya kuvvetli bir şekilde “ hayır” demeliyiz.

Hiç bir insan -ne kadar bilgili olursa olsun, ne kadar zeki olursa olsun, ne kadar güçlü olursa olsun-; peygamber olmadan, onun Kur’an’ı nasıl anlayıp uyguladığına bakmadan ne Kur’an’ı iyi bir şekilde anlayabilir, ne de ilâhi davetin hedeflerini gerçekleştirebilir. İnsan bu noktada acizdir.

Kulluk görevleri konusunda bilinçli ve samimi olan her mü’min bu acziyetini bilir. Daha iyi, daha olgun (kâmil), daha muttaki (takvalı), daha sâlih (sâlih amel işleyici), daha şükredici (şâkir), daha âbid (hakkıyla ibadet edici) olmak için hz. Peygamber’i izlemesi, örnek alması gerektiğini bilir.

İnsanın zaaflarından ve ihtiyaçlardan biri de bir rehbere, bir kılavuza, bir yol göstericiye (mürşide) muhtaç olmasıdır. Bu nedenle Rabbimiz, bir amaç için yarattığı âdemoğullarına ilk insandan beri rehberler, yani peygamberler gönderdi

Peygamber modeli olmadan Kur’an’ı anlamada ve onun amaçlarını gerçekleştirmede akıl ve bilim aciz ve yetersiz kalır.

Kur’an ne yapmamız gerektiğini, Peygamber de nasıl yapmamız gerektiğini öğretir.

Peygamberin görevi açısından ona ihtiyaç vardır: Onun görevleri de; tebliğ/davet, beyan (açıklama), uygulama, usve (güzel örnek) olma ve iz bırakmaktır...

İnsan peygambersiz vahiysiz belki bir yaratıcının var olduğunu anlayabilir ama görevini, sorularının cevaplarını, ne yapması gerektiğini, ilâhi ölçüleri aklı ile bilmesi mümkün değildir. Bu konuda akıl gereklidir ama yetersizdir... Bu açıdan bir yol göstericiye muhtaçtır....