Acılarına tutunarak yaşayanlar vardır. Acılarını her daim canlı tutarlar. Sürekli anar, düşünür ve anlatırlar. Dillerinden düşmez, sanki dert anlatmak için fırsat kollarlar. Acılarını konuşmaktan haz aldıklarını bile düşündüğüm olmuştur. Çile ile yoğrulmuş bir ömür belki de onların ki. Bu yüzdendir onlara sarılmaları. Başka türlü var olamıyor, hatta ayakta kalamıyorlar belki de. Bazı insanlar gerçekten dert anlatmayı seviyor. “Nasılsın?” diye soruyorsunuz. “İyiyim” yanıtının ardından nerelerinde ne ağrı sızı varsa, çocuklarından ne sıkıntıları varsa başlıyorlar anlatmaya.
‘Derdini söylemeyen derman bulamaz’ sözünü yanlış anlıyoruz galiba. Çözüm amaçlı sorunun dile getirilmesine amenna fakat çözüm için değil sadece sohbet olsun diye anlatan çok insanımız var. Herkes hayatta farklı acılar yaşıyor. Önemli olan bu acıların bizi neye dönüştürdüğü. Daha acımasız ve duygusuz mu olduk? Ya da en ufak bir rüzgarda oradan oraya savrulacak kadar zayıf. Acılara rağmen değil acılarla birlikte ayakları yere sağlam basan biri olduk mu mesela?
Acılarla güçlenmek, acılardan ders çıkarmak. İşte mesele bu. “Beni öldürmeyen acı, güçlendirir.” demiş Nietzsche. Yaşamın getirdiği zorluklar ve problemlerle başa çıkma becerisinden bahsediyorum. Acılarımızdan özgürleşme burada başlıyor.
Geçmişimizle barışmanın zamanı gelmedi mi artık? Daha ne kadar pişmanlıklarla dolu geçmişimize takılı kalacağız? Geçmişin üzüntüsü, geleceğin kaygısı ile bu günü kaçırdığımızın farkında mıyız? Şunu unutmamak gerekiyor ki, geçmişi ile hesapları kapatmayanlar mutlu bir gelecek hazırlayamaz. Yol almamızı yavaşlatır hatta engeller.
Yaşamımızda önemli olanlara odaklanmak yerine acılara odaklanmak niye? Bu acılar, hayatımızı daha anlamlı kılıyor, anlamlı yönlerini ortaya çıkarıyor ise ne güzel. Acılarımızla ilişkilerimizi değiştirmemiz gerekiyor.
Geçmişimizi unutmak, yok saymak ya da baskılamak değil benim anlatmak istediğim. Geçmişte yaşadığımız her ne varsa kabul etmek ve önce kendimizi affetmek. Bu iç dünyamızı yeniden şekillendirmemizi sağlayacak Affetmediğimiz hala nefretle andığımız olaylar, kişiler, durumlar bizde sürekli yaşıyor. Geçti desek bile dilimizden düşürmediğimiz, hep içimizde tuttuğumuz için üzerinden ne kadar zaman geçse de hep bizimledir. Geçmişimizden kaçtıkça bizi kovalayıp durur. Kabullenemediğimiz haksızlıklar, yarım kalan duygular, mahcup olduğumuz anlar ile saklambaç oynamaktan vaz geçip artık yüzleşsek mi?
Geçmişte yaşadığımız olayların tekrar ediyor olması, bizim o anıları bırakmadığımız için olabilir mi? Hafızamız da canlı tuttukça, benzer şeyleri hayatımıza çekeriz. Farkında olmadan ve istemeden kendimize çağırmış oluruz. Benzer durumlar yaşarız. Geçmiş, bu günümüze yansır. Ve sonrasında “Yine mi?” , “Neden hep ben?” serzenişinde bulunuruz. Evet yine sen çünkü bunu çağıran, o kapıyı açan sensin! Geçmişin kapısını aralık bıraktıkça, her defasında içeri girecektir. O kapıyı kapat, çağırma, kapıyı çalsa bile açma.
Bu günü değiştirmek istiyorsak geçmişimizi geçmişte bırakmak gerekir. Gelecek ile ilgili plan yaparken geçmişin çelme takmasına, hızımızı yavaşlatmasına müsaade etmeyelim. Ne zaman mı? Şimdi...
Yeniliğe kucak açmanın tam zamanı!..