Hollanda eğitim sisteminde göçmenlerin geçmişi ve geleceği


  • Kayıt: 09.06.2023 10:26:59 Güncelleme: 09.06.2023 19:51:56

Hollanda eğitim sisteminde göçmenlerin geçmişi ve geleceği

Raşit BAL

Eğitimde dezavantajlı yıllar

Geçtiğimiz 80’li yılların ikinci yarısından itibaren okullarda ‘ikinci nesil’ Türkler ve Faslılar dikkat çeken bu grup oldu. Bu öğrencilerin sayısına bağlı olarak okullar ikiye ayrıldılar: siyah ve beyaz okullar.

‘Siyah’ okullar iki nedenden dolayı oluşuyorlardı. Okulun bulunduğu semt yoğun olarak göçmenlerden oluştuğunda, bu okulun da rengini belirliyordu. Diğer taraftan, mahallede oturan ‘beyaz’ veliler çocuklarını ‘siyahlaşan’ semt okuldan alıyor ve başka, ‘beyaz’ okullara gönderiyordu. Bu son mekanizmaya ‘beyaz kaçış’ diyorduk. Böylece eğitim de ‘bölünmüşlük’ ta iki binli yılların ilk on yılına kadar sürdü. ‘Siyah’ okulların en önemli özelliği eğitimde ‘geri’ ve ‘dezavantajlı ’ olan çocukların toplandığı yer olması idi. Seksenli yılların ikinci yarısından itibaren açılmaya başlayan İslami okullar da ‘siyah’ okullar olarak görülüyordu. Bu çocukların geriden gelişi ve dezavantajlı olmaları çok boyutlu oluyordu. Eğitimin temel becerilerde (matematik, okuma ve anlama) geri olmaları genellikle iki sene idi. Sosyal ve duygusal becerilerde de bu çocuklar yerli ekranlarına nazaran geriden geliyorlar ve açığı bir türlü kapatamıyorlardı. 30 sene boyunca Hollanda eğitim sisteminde en dikkat çeken konu bu oldu. Sayısız araştırmalar ve kamu tartışmaları yapıldı.

Eğitimde sürekli ‘geriden’ gelen bu nesil ‘ikinci’ nesil olarak nitelendirildi

Hollanda eğitim sistemi ve uzman eğitimciler bu ‘geri’ kalmışlığın sebebini hep çocukların ‘ev ortamında’ aradı. Bu açıklamaya göre, Hollandacayı ve Hollanda toplumunun nasıl çalıştığını bilmeyen veliler, çocukların gelişimine hiçbir konuda yardımcı olamıyorlardı. Evde konuşulan ‘göçmen dili’ bir donanım olmak yerine çocuk için bir yük oluyordu. Göçmenlerin evleri genellikle küçük ve kalabalık oluyor. Okula giden çocuklar evlerinde, ders çalışmak için, teşvik edici eğitim ortamı bulamıyor ve gelişmek için yoğunlaşma imkanına sahip olamıyorlardı. Ekonomik kırılganlık ev ortamının göreceli olarak daha gerilimli yapıyordu. Göçmen velilerin okuma kültürü olmaması da çocuklarına yansıyordu. Bu nedenlere bağlı olarak ta çocukların hem birinci dili (Türkçe) hem de ikinci dili (Hollandaca), okulun bütün çabasına rağmen, yeteri kadar gelişmiyordu. Yine bu nedenlere bağlı olarak çocukların sosyalleşmesi de hakim toplumun kültürel kodlarına ve ilişkilerine göre de, aykırı ve yetersiz oluyordu. Hollanda eğitim sistemi (profesyonel eğitimciler, araştırmacılar, üniversiteler ve politik kesim) bu sorunu bu şekilde açıklıyordu. Buna bağlı olarak ta sorunu çözmek için önlem aldıklarını görüyoruz. Bu önlemlerin başında ‘dil destekleme programları’ ve ‘okul öncesi eğitim’ geliyor. Çocuğu, ekonomik ve toplumsal hiçbir işlevi olmadığı düşünülen, üstelik güdük te kalan, Türkçe ve Berberce dillerinden çok erken bir aşamada ‘kurtarıp’ Hollandacayı öğrenmesini başlatmayı amaçlıyordu. Zorunlu eğitim döneminde ise (4-18 yaşları), çocukların daha küçük sınıflarda daha yoğunlaştırılmış programlarla desteklenmesini sağlamak oldu. Ancak tüm bu çabalara rağmen, sorun bir türlü, hedeflendiği düzeyde, çözülemiyordu.

Dışlanmış ve öfkeli olan nesil 

Sosyal donanımları yetersiz veya ‘aykırı’ olan genç yüksek okula geldiğinde ve daha sonra da toplumsal hayata atıldığında topluma, çevreye ve çalıştığı ortamlara ‘uyumsuzlukla’ karşılaşıyordu. Bu ‘uyumsuzluk’ çoğu zaman ‘zahmete’, ‘ürkekliğe’ ve ‘sosyal mütevaziliğe’ neden oluyor. Seksenli yılların ikinci yarısından itibaren eğitime başlayan, göçmen kökenli ikinci nesil 2000’li yıllara gelindiğinde yetişkin olarak hayata ‘dezavantajlı ve göreceli olarak ‘geriden’ atıldı. Göçmenliği ile ilintili olduğu düşünülen sosyal becerileri ve donanımları ‘geri’ olduğu varsayılan bu ikinci nesil Müslümanları, bir de 11 Eylül 2001 saldırılarından kaynaklanan ‘güvenlik’ politikalarının hakim olduğu toplumsal ortamla baş etmek durumunda kaldı. Yerli kesimin bu nesli ‘z-kuşağı’ olarak nitelendirilirken, göçmen kökenli ikinci nesil daha çok ’11 Eylül nesli’ olarak nitelendiriliyorlar. Bu neslin baş etmek durumunda olduğu kültürel ve politik ortamın en dikkat çeken yönü, hakim toplumun ‘milliyetçi sağa kayması’, politikanın ideolojik olarak kutuplaşması, Müslümanların ‘dışlanması’ ve yoğun ‘ayrımcılık’ oldu. Güvenlik politikaları ve yaygın ayrımcılık daha sonraları kurumsal ayrımcılığa (polis, eğitim, bakanlıklar, devlet kurumları, uluslararası işletmeler vb.) dönüştüğünü görmekteyiz. NCTV, ESS ve belediyelerin radikalleşme ile mücadele ekipleri hep dikkat çekti.

Hollanda’da İslami cevreden gelebilecek bir saldırıyı önlemek için binlerce ‘uzman’ ve güvenlik personeli harıl harıl çalıştı. Kurumlarda yaygın olarak kullanılan yardımcı dijital otomatik sistemler, geçmişte toplanan verilerden hareketle insanları kategorilere ayırt ediyor ve sonra da onlar için belli bir muameleye tabi tutuyordu. Bu sistemlerin pratikte yoğun olarak ayrımcılığa neden olduğu ortaya çıktı. Üstelik bu sistemlerin insanlar tarafından düzeltilmiyordu. Bilakis, insanlar da (profesyonel görevliler özellikle) bu ayrımcı sistemlerden cesaret alarak, daha cesur ayrımcılık yapıkları ortaya çıktı. İş piyasasında uygulanan ‘isim’ ve ‘staj’ ayrımcılığı gibi. Bu durumun neticesi, toplumsal dayanışma ve beraberlik için zorunlu olan toplumsal güven büyük oranda yok oldu. Devlet kurumları ile Müslüman kesim arasında güvenin zerresi kalmadı. Bu durumda mağdur olan tabi ki Müslümanlar oldu.

Bu neslin dışlanmaya ve ayrımcılığa olan tutumumda büyük bir hayal kırıklığı ve topluma karşı ise ‘öfkenin’ olduğu dikkat çekmektedir. Anayasa ve ilgili kanunlar ‘ayrımcılığı’ çok keskin bir şekilde yasaklıyor olmasına rağmen toplumda bu kadar ayrımcılığın yaygın olması bu nesli haklı olarak öfkelendirmektedir. Bu öfkenin ortaya çıktığı en belirgin yer Denk politiğinin politikalarında görüyoruz.

Son on yılda birinci nesil göçmenler geri çekilirken, göçmen kökenli ikinci nesil Müslümanlar öne çıkmakta olduğunu görüyoruz

Göçmen kökenli Müslüman ikinci nesil Hollanda’da doğma ve büyüme. Kendisinin ‘yabancı’ olarak nitelenmesinden rahatsızlar. Yoğun ayrımcılıkla karşılaşmaları, yerleşik kuruluşlarda tutunmayı zorlaştırmakta ve onlarda ‘demokratik hukuk toplumuna olan güveni’ ve toplumsal aidiyeti derinden sarsmaktadır. Bu neslin toplumsal katılım ve yer edinme sürecini ‘entegrasyon’ kavramı ile ifade etmek oldukça zor görünmektedir. Birinci neslin geldikleri ülkeler açısından onları ‘gurbetçi’, ‘diaspora’ veya ‘yurt dişi Türkleri’ olarak nitelendirmek ise gerçeklikle hiç örtüşmemektedir. Ikinci nesil için ‘emasipasyon’ sürecinden bahsetmek mümkün görünmektedir. Ancak bu ifade de durumu ve yaşanan süreci tam olarak ifade etmemektedir. Ancak sunu söylemek mümkün görünmektedir: ikinci neslin zorunlu eğitim aşamasında ortaya çıkan ‘geri’ kalmış olması, sonraları toplumsal dezavantaja ve ayrımcılığa dönüştüğüdür. İşin bu yönünü başka bir yazıya bırakmak durumundayım.

Üçüncü neslin geleceği 

İkinci nesil yukarıda genel olarak ifade ettiğim bu sorunlarla baş etmek için uğraşırlarken, bir taraftan da evleniyorlar ve çocuk ediniyorlar. Böylece ‘üçüncü’ (her iki velisi de Hollanda doğumlu) nesil ortaya çıkıyor. Bu aşamada üçüncü nesil Müslümanların henüz oldukça küçük yasta olduğunu söylemek mümkün. Bu neslin zorunlu eğitimde belirginleşmesine bağlı olarak ta ‘siyah’ okullar ortadan kalkmaktadır. İkinci neslin daha çok Hollanda odaklı yaşantıları olmasına bağlı olarak çocuklarını eğitimini de yerel dilde vermektedirler. Birinci neslin eğitiminde dini ve kültürel unsurları aktarılma odakta iken, ikinci neslin verdiği eğitimde çocuğun bireysel başarısı öne çıkmaktadır. Bu ‘üçüncü nesli’ ‘göçmen kökenli’ olarak nitelendirmek pek doğru olmaz gibi. Devlet İstatistik Kurumu bu nesli ‘Hollanda kökenli’ olarak nitelendirmektedir. Bu nesil kimliğinde, yönelişlerinde ve sosyalleşmesinde göçmenliği, Türkiye’ye kaynaklı unsurları bulmak oldukça zor olacak gibi. Ancak bu neslin dini kimliği ve hayat anlayışı için bunu söylemek pek mümkün görünmemektedir. Bir din olarak İslam’ın, üniversal olmasını var saydığımızda, Hollanda’da da yerleşmesi mümkün görünüyor. Buna bağlı olarak ta, artık kültürel olarak ta yerli olan yeni nesillerin bireysel kimliklerinde İslam dininin izleri belirgin olma ihtimali oldukça fazla görünmektedir.

Göçmen kökenli ikinci neslin eğitildiği yöntemler ve sosyalize oldukları ortamla ve koşullarla, üçüncü neslin eğitimi ve sosyalleşmesi oldukça değişik olacağı gözüküyor. Her şeyden önce ev dilinin ve aile kültürünün değişik oluşundan (göçmen ve azınlık) kaynaklanan hayata acemi, hazırlıksız ve ‘dezavantajlı’ başlama sorunu yok. Üstelik bu neslin velileri (ikinci nesil) Hollanda toplumunu iyi düzeyde biliyor ve toplumsal dışlanma, eleme ve entegre mekanizmalarının farkındalar. Bu farkı İslami okullarda belirgin olarak görüyoruz. Veliler katılımcı, eleştirel ve çocuklarının en iyi eğitimi almaları için gerekli çabayı gösterecek nitelikteler. Diğer bir husus ise sosyal medya araçlarının çocuklar düzeyinde de ileri düzeyde yaygın olması. Akılı telefon ve tap gibi cihazların çocukların ellerinden hiç düşmediğini görüyoruz. Bu imkan çocukların eğlence ihtiyaçlarının değiştirdiğini ve sosyalleşme süreçlerini ciddi şekilde etkilemektedir. Dışarı çıkma ve erkânları ile arkadaşlık yapma ihtiyacı gittikçe azalmakta. Çocukların eğitimi bağlamında dikkat çeken diğer bir husus ise toplumsal dayanışmanın ve kolektif değerlerin ciddi düzeyde belirsizleşmesi ve yönlendirici olmakta çıkmaları. Bu durumda eğitimin çocuk ve eğitici için açık olması. Yeni nesil nereye yönelik eğitiliyor belli değil. Toplumsal birlikteliğin, ulusal kimliğin ve dayanışmanın ciddi şekilde çözülme gösterdiği, buna karşı bireyin kendisini daha çok ‘özgür’, ‘uluslararası’ ve ‘kozmopolit’ konumlandırdığı görüyoruz. Yerleşik kurumlara ve otoriteye itiraz, kuralları yok sayma, ulus ve cemaat kimliklerin dışına çıkmak gittikçe yaygınlaşıyor.

Temel becerileri yetersiz olmasına bağlı olarak on binlerce genç diploma almadan, bir meslek edinemeden okulları terk ediyorlar

Bu yeni koşul ve imkanlar içerisinde yetişmek sadece yerli gençler için geçerli olmamakta. Müslümanların üçüncü nesli için de bu geçerlidir. Başka bir deyişle, yerli nesil ile ‘bizim’ üçüncü nesil aynı koşullarda ve düzeyde hayata başlamaktalar. Ortaya çıkan bazı eşitsizlikleri devlet ve okullar oluşturdukları imkanlarda gidermeye çalışmakta. ‘Hiçbir çocuk ailesinin (gelir düzeyleri düşük olduğu için) mağduru olmamalı’ diye. Buna rağmen yukarıda kısaca ifade ettiğim değişikliğin etkileri ortaya çıkmaya başladığını görüyoruz. En dikkat çeken husus, çocuklarda temel eğitimin odağında olan ‘temel becerilerde’ belirgin olarak geri gitmeleri. Pek çok çocuk ileri yaşta dahi matematiği ve okuma becerisini yeteri düzeyde bilmediği anlaşılıyor. Hiç kitap okumayan, okuduğu kitabi anlamayan, edebiyat kültürünü hiç bilmeden yetişen ciddi bir kesim oluşuyor. Temel becerileri yetersiz olmasına bağlı olarak on binlerce genç diploma almadan, bir meslek edinemeden okulları terk ediyorlar. Ve bu gençlerin ciddi bir kısmı kıriminel dünyası için oldukça kolay lokma oluyor. Rotterdam gibi büyük şehirlerde bu ciddi bir sorun olarak dikkat çekiyor.

Bu yeni belirsizliğin hakim olduğu koşullarda dayanıklı, istikrarlı, donanımlı ve güvenilir bir kimlik oluşturmak oldukça zor görünüyor 

Çocuklar için cazibesi büyük olan haz odaklı seçeneklere bırakıp, okumayı, öğrenmeyi, donanmayı ve sosyalleşmeyi seçmesi gerekiyor. Bu durumda, çocukların yardıma ihtiyacı oldukları açık. Etkin yöntemlerle Okuyan, sosyal olan ve donanımlı veliler tarafından.

Her zaman olduğu gibi velilerin kendi becerileri ve kimlikleri, bir oranda, çocuklarına aktarıyorlar. Güveni az olan veli güvensizliğini çocuğuna aktarıyor. Öfkeli veli çocuğuna öfkesini aktarıyor. Bu durumda ‘bizim’ üçüncü nesil ne bekliyor? Sosyal yapılanma, yeni koşulların zorunlu kıldığı beceriler üzerinden oluşuyor ve bu becerilerin odağında ‘dayanıklılık’ ‘güven’ ve ‘okuma’ geliyor gibi. Bu yeteneklerin genel de gittikçe kıtlaştığı için. ‘Bizim’ üçüncü neslin bu beceriler üzerinden ‘geri’ düşme riski var mı?