Hollanda'da yaygın bir politik gelenek vardır. Finansal sorunları ilk önce gündeme getirerek, rekabet, arz-talep, piyasa koşulları, fiyatlar ve hatta önceki yönetimlerin sorumsuz politikaları gibi nedenlerle oluşan bütçe açığını hükümetlere ve basına anlatırsın.
Kurumlar yine Korona krizi nedeniyle ek bütçeler aldılar. Bütçe eksiklikleri birkaç yıl ileriye atıldı. Raporlarda ve kayıtlarda verilen hizmet, sayılar ve hedeflere ulaşma açıklanır, ancak sosyo-ekonomik ve istihdam sorunları bir türlü çözülmez.
Peki, biz Türk göçmenleri ne yapıyoruz? Aslında, doğmamış bir çocuğa elbise dikmek gibidir. Öncelikle güncel ve geleceğe yönelik bilimsel araştırmaları yapacak kurumlarımız yok. Bu nedenle Hollandalı kurumlar bu boşluğu kısmen kendi amaçları doğrultusunda dolduruyorlar.
Neden, niçin, ne kadar ve ne zaman gerektiğini belirleyecek ve talep edecek etkili ve yetkili kurumlarımız yok. Ayrıca, kimin kimleri temsil ettiği de belirsiz. Ego sahibi, dernekler, vakıflar ve federasyonların liderleri var olanı kabul edip "Artık verimli olamıyoruz, bayrağı verimli olan ve üretenlere devretmeliyiz" diye özeleştiri yapmalıdır.
Korona sonrası neler üretebildik ?
Sanırım bilmiyoruz. Bu da bize net bir sonuç gösteriyor: Ağlamaktan çok daha fazlasına ihtiyaç varsa, artık katılarak ve uyum sağlayarak genel olanaklardan faydalanarak ve kaliteli bir yaşam isteyen yeni bir nesille karşı karşıyayız. Bu grup, asimile olma yolunda hızla ilerleyen, güçlü bireyler topluluğu gibi görünüyor.
Orhan Veli Kanık ne güzel bir analiz yapmış:
Cımbızlı Şiir
Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!
Ne olursan ol, nasıl yaşarsan yaşa, yeter ki ortak paydada barış ve güvenli yaşama saygı göster. Geleceğimizin güvencesi, yaşamın ve mutluluğun paylaşılmasıdır.