Wilders’i kim başımıza bela etti?


  • Kayıt: 08.01.2024 13:34:37 Güncelleme: 08.01.2024 13:35:48

Wilders’i kim başımıza bela etti?

Raşit BAL

Wilders’ın PVV partisinin seçimi 37 milletvekili kazanarak en büyük parti olarak öne çıkması, pek çok kişiye ‘sakın pes etmeyelim, birbirimizi tutalım’ dedirtti. Bu sonuç, pek çok kişinin kendini tehdit altında hissetmesine de neden oldu. Hollanda’nın yerleşik kurumları, demokrasinin ve hukuk devletinin geleceği gündem oldu. Herkesin geleceği ileri düzeyde belirsizleşti. Wilders’ın yaptığı seçim vaatlerinin çoğu anayasaya ve hukuk devleti ilkelerine aykırı. Bu açık. Bu vaatleri bırakması, hükümet programına yansıtmaması, Wilders’ın toplumsal desteğinin yok olmasına neden olacak gibi görünüyor. Bu vaatleri tutarak da hükümet olması mümkün olmayacak gibi. Yani bu seçim sonuçları herkesi çok derin bir ikileme soktu.

Hollanda Müslümanlarını ise daha büyük bir ikileme soktu. 

Wilders ‘Hollanda Hollandalıların, ben Hollanda’yı Hollandalılara geri vereceğim’ diyordu. Bu ifadeyi Müslümanları ve İslam’ı dışlamak için yapıyor ve ‘siz buradan değilsiniz’ demek istiyordu. Buna bağlı olarak da pek çok Müslümanın kaygılandığını ve korktuğunu görüyoruz. Nitekim geçtiğimiz birkaç gün içinde medya, pek çok Müslümana ‘nasılsınız, ne hissediyorsunuz’ soruları yöneltti. Farklı farklı cevaplar çıktı. Bunlardan en dikkat çekeni ise ‘Wilders’ın kazanması iyi oldu, ben onu destekliyorum’ diyen çok fazla Türk ve Faslı Müslümanların olması.

Gazze'de devam eden çalışma zaten Hollanda'daki ilişkileri germişti.

Gazze'deki olaylar, Hollandalı Müslümanların "Bu zulme nasıl kayıtsız kalabiliriz? Hollanda İsrail'in saldırılarına nasıl göz yumabilir ve destek verebilir?" şeklindeki itirazının etkili olmasına neden olmuştu. Hollanda'nın sol kesimi, dindar kesimlerin çoğunluğuyla birlikte "İsrail'e kayıtsız şartsız destek" fikrine karşı çıkmaya başlamıştı. Binlerce sivilin öldürülmesi, İsrail'in kendini savunma hakkını zayıflatıyor ve saldırılarının asıl amacının "işgal" ve Gazze halkını "yok etmek" olduğu izlenimini güçlendiriyordu. İçinde biraz insanlık olan hiç kimse buna kayıtsız kalamazdı. Bu ses, tabandan gelen bir tepki olarak giderek yaygınlaşıyor ve politikada karşılık buluyordu. Bu dönüşüm, Hollanda toplumundaki ilişkilerin gerilmesine neden oluyor ve birçok insanın "sakin pes etmeyelim, birbirimizi tutalım" demesine yol açıyordu.

Wilders'ın politik hedefi Müslümanların yok edilmesini içeriyordu. Bu anlamda, Wilders'ın Netanyahu'yu şartsız desteklemesi belki de buradan kaynaklanıyordu.

Her iki olay da toplumlar arası ilişkileri ciddi şekilde germişti. İlginç bir şekilde, İsrail'in Gazze saldırılarının Hollanda'ya etkisi ile PVV'in seçimleri kazanma ve hükümet olma olasılığı arasında benzer bir etki olduğunu görüyoruz. Taşlar yerinden oynuyor ve Müslümanlar daha fazla "sorunun" odağına oturuyorlar.

Wilders'ın partisi tek adamlık bir parti. Üyesi yok, idare heyeti yok, denetim yok, karar alma usulü yok. Yazılmış veya çizilmiş bir parti ideolojisi de bulunmuyor. Wilders'ın kafasındaki PVV'nin ideolojisi belirsiz. Seçim zamanları dışında tam bir İslam ve Müslüman düşmanı olan, Hollanda toplumsal kimliğinin saflığını savunan ve göçmenlere Hollanda'yı kapatmayı öneren biri. Ona göre, Hollanda Müslümanları ya İslam'dan çıkarak asimile olmalı ya da Hollanda'yı terk etmeliler. İktidara geldiğinde izleyeceği politikaların özü, Hollanda toplumunu göçmenlerden "saflaştırmak". Bu anlamda tam anlamıyla "faşist" bir tutum sergiliyor. İslam'ı işgalci bir ideoloji olarak görüyor ve Müslümanları uzun vadede Hollanda'yı işgal edecekleri ve şeriatı ilan edecekleri tehlikesini savunuyor. Bu tehlikeyi bertaraf etmek için yeni Müslümanların Hollanda'ya gelmesini engellemeyi ve bölgedeki Müslümanların İslami yaşamlarını imkânsız kılarak (camileri ve okulları kapatma, başörtüsü yasağı, Kuran yasağı gibi) yok etmeyi planlıyor. Bu "yok etme" stratejisi, Wilders'ın "kurtarma/özgürleştirme" olarak adlandırdığı bir süreci içeriyor. Gavurlaşmaya direnen Müslümanları ise suçlu duruma düşürerek ve kovarak bertaraf etmeyi amaçlıyor. Wilders'ın bu politikalarının büyük bir olasılıkla yetişkin Müslümanlarda daha fazla dindarlık oluşturacağını, ancak Müslümanlığın yeni nesillere aktarılmasını engelleyeceğini düşünüyor Wilders.

Haberlerde, küçük Müslüman çocuklarının bu seçim sonuçlarından dolayı babalarına "Baba, Hollanda artık bizim ülkemiz değil mi, biz buradan nereye gideceğiz?" sorusunu sormaları, bu sürecin bir şekilde başladığını gösteriyor.

Seçimin ortaya çıkardığı toplumsal havada, pek çok Müslüman çocuğun kimliğine, "Hollanda benim gibi insanları sevmiyor, istemiyor ve kendinden görmüyor" gibi duygular yerleşiyor. Bu duygunun sebebinin "İslam düşmanı Wilders" yerine İslam ve Müslümanların ayrıştırıcı yaşantısı olduğu izlenimi oluştuğunda, bu çocuk, Müslüman çocuğu da olsa, İslam'a ve Müslümanlara artık başka bakıyor. İslam, bir iyi şeyler çağrıştıran bir değer/kaynak olmaktan çıkıyor, olumsuzluk, aykırılık, toplumsal katılıma engel olma, topluma rahatsızlık verme, mahcubiyet ve insanın özgürlüğünü kısıtlama gibi nedenlerden dolayı bir dine dönüşüyor. Wilders'in oluşturduğu saldırgan ve uyumsuz karikatürel İslam imajı, toplumsal tartışma ve yürüttüğü dışlayıcı politikalar üzerinden Müslüman çocuklara sirayet ediyor. Wilders hükümetinin alacağı önlemler tam bu yönde gelişecektir. Wilders'in "saldırgan ve uyumsuz karikatürel İslam'ı", Müslüman çocuklara "ayrıştıran, mahcup eden ve anlaşılmayan" bir din seklinde yansıyacaktır. Bu durumda tabii ki çocukla İslam'ın arası açılacak ve yabancılaşma daha da belirginleşecektir. Önümüzde ki neslin İslam'ı içselleştirmesi daha da zor olacak gibi görünüyor. Hollanda Müslümanlarının İslam dini hakkında sahip oldukları eğitimin seviyesini ve içeriğini bilen birisi olarak, bu riski göğüsleyemeyeceklerini biliyorum.

İslam okullarının ve camilerin kapatılması ile, Wilders hükümetinin Müslümanlar için tam bir afete dönüşeceği çok açık.


Anayasa ve Hukuk devletin ilkelerinden dolayı bu kuruluşları kapatması mümkün olmasa bile, Wilders hükümetinin oluşturacağı politik ve kültürel hava dahi ileri düzeyde bir afet yol açacaktır. Bu durumda bazı Faslı ve Türk Müslümanların Wilders'in seçimi kazanması ve hükümet kurmasını hafife alması ve hatta "İyi olur" demesi daha büyük bir afet. Sanki bazı Gazzeli'lerin "İsrail'in Gazze'yi işgal etmesinden korkmuyorum, İsrail gelsin derdimiz bitsin" demeleri gibi. 20. yüzyılın başlarında Atatürk'ün liderliğinde Anadolu'da milli bağımsızlık savaşı verirken, bazılarının "Niçin direniyoruz, İngilizlerin iktidarı daha iyi olur" demeleri gibi.


Wilders'a 2,5 milyon Hollandalı oy verdi. Bu, seçmenlerin yaklaşık %25'ine denk geliyor.

Araştırmalar gösteriyor ki oy verenler oldukça geniş kesimlerden oluşuyor. Hepsi eğitim düzeyi düşük insanlardan oluşmuyor. Zenginler de var, eğitim düzeyi yüksek olan da. Önceki dönemlerde "Ben Wilders'e oyumu verdim" diyen pek çıkmıyordu. Hakim algıda mahcup olma riski vardı. Wilders'in kendisi dahi bunu sorun etmiyordu. Ancak bu seçim döneminde bu hava değişti. Wilders'in kendisi "makbul" insan oldu. Televizyon kanallarında bolca çıktı. Jeugdjournaal dahi ona yer verdi. "Şeker" gibi bir adam olduğunu gösterdiler. Diğer politikacılar da Wilders'i dışlamadılar, onunla şaka yaptılar, onu ciddi ciddi dinlediler.

Türkiye kökenli VVD lideri D. Yesilgöz'ün "Ben kimseyi dışlamam" diyerek Wilders'le anlaşabileceğini ima etmesi, Wilders'i alternatif başbakan yapıverdi. Ve birden PVV'nin desteği zirve yaptı. Bir hafta içinde Omtzigt'in önüne geçti. VVD'yi geride bıraktı. Beklenmeyen, korkulan oldu. Hollanda gibi özgürlük ve eşitlikler için "rehber" olan ülkede "aşırı sağ" bir partiyi iktidara getirmiş oldu. Üstelik eşitliği ve özgürlüğü kaldıracağını programına yazarak.

Aldığı destek %5 veya %10 değil. Tam %25. Diğer aşırı sağ partilerin aldığı desteğine buna dahil edersek aşırı sağ Hollanda toplumunda %40'a ulaşmaktadır.

Bu kadar insan neden Wilders'ı destekliyor? Neden VVD yeterli bulunmuyor? Bu kadar büyük bir kesimin Wilders gibi 'aşırı sağ' olduğunu söylemek oldukça zor. Hollanda gibi bir toplumda 'aşırı sağ'ın yüzde 10'u geçmemesi gerekir. Ancak, Wilders'ten ziyade bu kesimin algısını dikkate almak önemlidir. Bu konuda yapılan araştırmaları dikkatlice takip etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda iki faktör bu kesim için belirleyici olmuştur. İlk olarak, geçmiş hükümetlerin Hollanda'nın karşılaştığı büyük sorunları çözemediği gerçeği. Bu sorunların başında 'sağlık, konut ve sığınmacı' sorunu gelmektedir. Buna karşılık, bu kesimin algısında daha hafif veya hiç olmayan 'iklim', 'nitrojen' ve 'enerji' sorunlarının öne çıkması dikkat çekicidir. Geçmiş yıllarda iktidarda olan merkez partilerin oluşturduğu hükümetler, bu sorunların çözümünde önemli bir ilerleme kaydetmedikleri için, yeni dönemde 'alternatif' olmaktan çıktılar. Özellikle VVD lideri D. Yesilgöz'un, VVD iktidarlarına rağmen son 13 yılda hiçbir sorumluluk almadan, çok cesur bir şekilde 'biz sizin yanınızdayız', 'sorunlarınızı çözeriz' demesi, bu güveni iyice sarstı. Yesilgöz'ün bu tavrına ek olarak, 'PVV'yi hükümet kurma görüşmelerinden dışlamayız' demesi, PVV'yi ciddi şekilde öne çıkardı.


Bunlardan daha önemlisi, yerli Hollandalılar arasında zaman içinde oluşan ve giderek derinleşen 'yabancı korkusu'.

Hollanda toplumu, 2000'lere kadar göçmenleri 'entegrasyon' kavramı üzerinden işliyordu. Ancak ikinci ve üçüncü nesil göçmenlerle birlikte bu kavram kaktı, ancak yerine yeni bir kavram gelmedi. Dolayısıyla, geleneksel olarak Türk ve Faslı kökenli Müslümanlar göz ardı ediliyor. Ancak ne yapıyorlar, toplumsal konumları nereye evriliyor, hangi değişiklikleri yaşıyorlar, nasıl yerlileşiyorlar gibi sorular cevapsız kalıyor. Cevapsız sorular, belirsizliği, toplumsal kaygıyı ve korkuyu tetikliyor.

Wilders'ın yoğun olarak dile getirdiği 'İslam uyumu engelliyor ve bizi tehdit ediyor' meselesinde sadece Wilders'ın verdiği cevap kalıyor, özellikle Hollanda'nın bu kesiminde. Başka bir deyişle, Müslüman kesimden post-entegrasyon dönemiyle ilgili bir 'cevap' gelmediği için, Wilders'in cevapları yönlendirici oluyor. Bu konuda kurumsal İslam'ın yeterli olmadığı çok açık. Post-entegrasyon döneminde dahi İslami kuruluşlar içine kapalı ve cemaat ajandalarını takip etmeleri, onların 'paralel' oldukları izlenimini sürekli doğruluyor, sanki geçmiş 60 yıl içinde hiç gelişme olmamış gibi.

Denk partisinin kullandığı dil, izlediği politika ve yaptığı çağrışımlar, bu 'kapalılığı' iyice pekiştiriyor. 

Bu çağrışımda Müslümanlar toplumsal uyumu değil, ayrışmayı esas alıyorlar. GroenLinks-PvdA, D66 ve CDA gibi partilerde dahi yer edinemiyorlar. 'Bu durumda Müslümanlar nasıl sindireceğiz ki, böylece yeni göçmenlere yeni alan oluşsun?' sorusu hakim soru oluyor. Bu meseleye karşı tutum, hayal kırıklığı, şaşkınlık, cevaplanamayan sorular ve tehdit algısı ile duygusallaşıyor.

Hollanda'nın sınırlarının açık olması, globalleşme, uluslararası ticaret, Avrupa Birliği gibi konuların hepsi bu 'korkuyu' çağrıştırdı. Ya yeni göçmenler akın akın buraya gelirse? 'Bu kadar göçmeni kaldıramayız' ve 'böyle giderse Hollanda bizim olmaktan çıkacak ve kendi ülkemizde azınlık olacağız' şeklindeki algı iyice karşılık buldu ve politik tercihlere yansıdı. Neticeyi biliyoruz.

Post-entegrasyon döneminde İslami kuruluşlar, 'kapalı' ve 'paralel' tutumlarını bırakmak durumundalar, aktif bir şekilde. Üstelik bu 'dışarı çıkmanın' ne anlama geldiğini onlar anlatmalılar. Bu dönüşüm olup olmadığını tespit etmek için devletin NCTV veya bakanlıkların 'içimize' sızma ihtiyacı duymaları tam bir sorun. Hele yeni mecliste Denk partisinin 'biz Müslümanların hakları için mücadele edeceğiz' söylemi hiç olmamalı. Zaman, uyum ve birbirimize tutunma zamanı. Hollanda Müslümanlar için 'itibar' ve 'güven' hala önemli bir mesele olarak öne çıkıyor. Dönme Müslümanlardan değil, yerli ortaklar/yardımcılar bulmak geleceğimizin belirleyicisi olabilir.

Foto: AA