Yoldaşlar, bu yazıyı sizlere gurbetin yollarında yaşadıklarımı, yüreğime çöken Diaspora Sendromu'nun karanlığını ve Anadolu'ya olan özlemimi paylaşmak için kaleme alıyorum.
Anadolu'dan kopup Hollanda'ya göç ettiğimizde, geride kalan sadece topraklar, evler ve aileler değil, aynı zamanda kimliğimizin birer parçasıydı. Yıllar boyunca bu kopuşun acısını yüreğimde taşıdım, gurbetin soğuk duvarlarına yasladım.
Hollanda'da yeni bir hayat kurmak kolay olmadı. Dominant bir toplumun içinde kendimizi var etmeye çalışırken, kimlik bunalımı ve aidiyetsizlik duygularıyla boğuştuk. Her adımda karşılaşılan önyargılar ve engeller, Diaspora Sendromu'nun pençelerini daha da sıkılaştırdı.
Birçok kez kendimi "Hollandalı mı, Türk mü, yoksa neyim?" diye sorguladım. Bu sorunun cevabını bulmak için yıllarca çabaladım. Sonunda anladım ki, bu bir "ya ya da" sorusu değildi. Ben her ikisiydim de; hem gurbetçi bir Türk, hem de Hollanda'da kök salmaya çalışan bir birey.
Yıllar geçtikçe Diaspora Sendromu'nun etkilerini daha da derinden hissettim. Her ne kadar Hollanda'da iyi bir hayat kurmuş olsam da, kalbim hala Anadolu'da atıyordu. Anadolu'nun tozlu sokaklarında koştuğum çocukluk günlerimi, ailemin sevgi dolu bakışlarını ve köyümün huzurlu atmosferini özlüyorum.
Nazım Hikmet'in Vasiyet şiirindeki gibi, ben de bir gün Anadolu toprağına gömülmeyi arzuluyorum. Belki de o zaman Diaspora Sendromu'nun pençelerinden kurtulabilecek, aradığım huzuru ve aidiyeti bulabileceğim.
Bu yazıyı sizlere Diaspora Sendromu'nun sadece benim yaşadığım bir problem olmadığını hatırlatmak için yazdım. Gurbetin yollarında yürüyen tüm Türk göçmenlerin ortak bir acısıdır bu. Birlikte mücadele ederek, bu sendromu yenebileceğimize ve anavatanımıza olan özlemimizi dindirebileceğimize inanıyorum.
Yoldaşlar, unutmayın ki bizler gurbetin cefasını çeken kahramanlarız. Her ne kadar anavatanımızdan kopmuş olsak da, kalbimizde daima Anadolu'nun ateşi yanıyor. Bir gün o ateşi yeniden kendi topraklarımızda yakacağımıza inanıyorum.
Saygı ve sevgilerimle,