Bir Erkeğin Mini Etek Giyme Şansı Yoktur..!


  • Kayıt: 15.02.2019 11:27:00 Güncelleme: 20.12.2020 13:07:19

Bir Erkeğin Mini Etek Giyme Şansı Yoktur..!

 

Bugün her yıl gibi sevgililer günü. Sevgi ve saygıyı bir yıl boyunca bir demet çicekle olacağını düşünüyorsak yanılıyoruz. Sevgi ve saygıda artı bir tüketim toplumunun aracı olduysa vay halimize…

 

Nasıl bir erkeğin mini etek giyme şansı olmadığı gibi, bizim Türk insanının galiba mutlu

olma,mutlu yaşama vede mutluluk sanatını icra etme lüksüne ve şansına sahip olmadıĝını düşünmeye başladım.

 

Avrupa’ya gelen babalarımızın büyük bir kısmı,ilk önce bir çift öküze sahip olma veya bir Traktör satın alabilmek için Batı Avrupa ülkerine altmışlı yıllarda yerleştiler.Onların

mutsuzlukları ve mutlulukları Anadalu’da pek zor değildi. Akşam eve dönerken bir çift

somun ekmeğini ve 300 gram şeker helvasını eve götürebilmeleri onların mutluluğuydu.


Analarımıza ve Babaannelerimize elbise ve dimi yapmaları için, yılda bir kaç kere ve bir

kaç metre basma ve pazen kumaşı alınır ve bu yapılan ikramlara o kadınlarımız ne kadar

mutlu olurlar idi.

 

Hollanda’da hemen hemen tüm kadınlarımızın ve erkeklerimizin Gardırobu dolu  ve yine

elbiselerinin olmadığıyla yakınan ve  sahip olduğu maddi ve manevi değerlerden

 mutluluk payı çıkarmayan bir Türk toplumu oluştu.

 

Mutluluk maddi kazanca ve zenginliğe bağlı olmayan,mekan,dil,din ve köken kavramları ile direk bağlantısı bulunmayan,kişisel erdem,sanat ve yaşam biçimidir.Mutluluk

bazen bir satırla anlatılan  bir dörtlük, bazen’de bir çocuğun gizemli bakışlarında saklıdır.


Ayrıca mutluluk sanatı diye bir sanat vardır,ama bu sanatı icraat etmesini bilene.

 

Avrupaya ne için geldik ne bulduk ?


Avrupa’da yaşayan bizlerden, mutsuz ,huzursuz ve Kapitalist tüketim toplumunun bir parçası ve ne istediğimizi, ne olduğumuzu ve ne olacağımızı bilemeyen bir topluluk haline geldik. Tabiki bun’dan en fazla zararlı çıkan bizler ve bizlerin paha biçilmez değerleri olan sağlıklı bir gelecek nesilin oluşması için gerekli olan ,onlar için her türlü sıkıntıya katlandığımız çocuklarımız.

 

Eğitimci ve Sosyal Hizmetler Kurumlarında görev yapan arkadaşlar bu konuyla ilgili ve aile içi sorunlar ve bunun çocuklar üzerine etkilerini benden daha iyi bilirler.Sorunların olmadığını söylemek var olanı görememek, Deve Kuşunun kafasını kuma gömmesine  ve avcının orada olmadıĝını düşüneceĝine beklemesine benzer vede bilerek bu konuda bir hizmet veya çalışma yapılmıyorsa ve taşı kaldırmak için elini altına sokmamak,bir gün  gelerek o elin o taşın altında kalması demektir.

 

Çocuk eğitmek ve mutlu bir aile yaşamına sahip olmak bu zamanda ve post moderin kapitalist  sistemlerde pek de kolay sahip olunmayacak bir özlem.


Yıllarca yaşamımızda umutlarımız,sevgilerimiz ve mutluluklarımız vardı. Bunlara sahip olmaya çalışırken, geleceĝe yönelik yaşantımız gerçekçi,uygulanabilinir ve geleceğe yönelik olması gerekirdi.


Bazende yıllarca savunduğumuz ideallar uğruna  ve öldüğümüz sevgiler için verilen çaba ve zahmetin, gösterilen acı ve çilenin boşa gittiĝini bir amaca ulaşmadıĝını görür, bunun için mutsuz olur, benim ne mutsuz kaderim varmış diye sızlanırız vede hiç bir toplumun beceremediĝi mutsuzluk anından mutsuzluk payı çıkarırız..

 

Bu yukarıda sahip olduĝumuz mutsuzluk şansımızın ortaya çıkardıĝı en önemli sonuc ise

şiddet ;


Sorunlarımız hakkında gerçekçi olabilmek en güzeli, bizim Türk ailelerininde aile içi şiddeti geniş bir biçimde konuşma ve tartışmak  gerektiĝine inanmaktayım.Biz nedense bu konuda problemin ilk aşamasında,başkalarıyla paylaşmıyoruz.


Siddet aile sorunları için çözüm değildir.Yaranın üzerine serpilen tuz, yarayı azdıracağı

gibi,aile içi şiddet var olan sorunların kronikleşmesini sağlayacaktır. Şiddet kadının onurunu kıran, kendine güvenini kaybettiren ve onu mutsuz ve huzursuz kılan bir gerçektir.Kadın genellikle, sadece yaşamak için yaşayan ve mutsuz huzursuz bir evlilik sadece evliliğin devam ettirmek için ise,burada kaybeden yine eşlerin her ikiside ve özellikle çocuklar olmaktadırlar.

 

Kafalarımızı Deve Kuşu gibi kuma gömerek bu sorunlarımızı çözeceğimizi düşünürsek

yanılırız.Var olan sorunlarımızı en yakın arakadaslarımızla konuşmak ve eşler araşında

sayğı temeline dayalı konuşma kültürünü geliştirmek gerekir.Ayrıca Sosyal Yardım

Kurumların’dan yardım almakta mümkündür.Bu arada bizlerin gururlu ve utangaç bir

Ata Erkil aileden geldiğimizi biliyorum.Var olan sorunları baskı altına alarak bir çözüm

bulamıyacağımızı söyleyebilirim. Çünkü,  güneşi balçıkla sıvayabilirmisiniz?.Tabiki hayır.


Bu yazdığım sorun ile ilgili belediyelerin ve merkezi hükümetin önleyici  ve bilgilendirici

bazı tebdirler aldığını takip ediyorum.Alınan tebdirler çeşitli platformlarda inceleniyor ve

tartışılıyor vede gerekirse haklı olarak cezai yaptırımlara gidilebiliniyor.


Burada bununda bilinmesi gerekir.Aile içi şiddet  tarihin her döneminde ve her kültürde

olagelmiş ve olagelecektir.Aile içi şiddet hiç bir zaman belirli bir din veya etnik kökene endekslemek yanlış olur.

 

Her yıl AB üyesi  İspanya’da 80 kadın aile içi şiddet’ten ölmektedir.3.000 yıl öncesi Mısırda yaşayan insanların iskeletlerinde yapılan incelemede erkeklerde kırık ve çıkık oranı 20 % rastlanırken,bu kadın mumyalarda  55 % olduğu tesbit edilmiştir.Bu araştırmadan bilimsel olmamak şartıyla,3.000 yıl öncesinden  kadınlar aile içi şiddete maĝdur kaldıklarını söyleye biliriz.

 

Geçen yıllarda Almelo Kütüphanesin de yapılan bir panelde, aile içi şiddet ve Türk top-lumu tartışıldı.Her şey güzeldi ama yine yapılan aynı şey ve aynı yanlış; kahvedeki Türk erkeğine nasıl ulaşıyorsun bana göre, “Ver van mijn Bed Show “gibi bir şey oldu.


Biz genelde olayların sonunda düşünür ve geç kalırız.Aklımız sonradan gelir diye bir söz vardır,yine iş işten geçmeden kendi sorunumuza sahip çıkmamız gerekir,tabiki yerel ve merkezi otoriteye saygılı ve ortak çalışmaya açık olarak.


Bu sorunlarımıza sahip çıkmanın yolu kurumlaşmaktan geçer.Kendi kurumlaşmasını

gerçekleştiremeyen azınlıklar’da yok olmaya ve erimeye mahkumlardır.

 

Mutsuzluk bazen bir otel odasında,bazen bir yolculukta karşımıza çıkar.Bazen de

aşaĝıdaki dörlükte olduĝu gibi bir arzu ve özlem olur

“Karam,Karam,Karam,

Kaşı karam,gözü karam,

Sıla kokar,arzu tüter,

Ilgıt ılgıt,buram buram “.

Şu anda fazla düşünmeye ve mutsuz olmaya gücüm kalmadı.Gelin okurlar birazda si-

zinle birlikte düşünelim.Sizlerin yine mutsuz ve huzursuz olmasına katkım oldu ise

sizin affınıza sığınırım.

Her şey gönlünüzce olsun.

Hoşçakalın

 

Nejat Mustafa