Birgün seni, seni yazmak isterim. O kıvır, kıvır saçlarını, o kara kara bakarken gözlerinin doluşunu, ağlamamak için edeplice dudaklarının büküşünü yazmak isterim.
Nasıl bileyim, 3 bin kilometreden nasıl koklayayım, nasıl ve nerede olduĝunu bileyim ? 17 milyon ’da hangi sokakta, hangi köşeden çıkacaksın diye diye, 40 yıl oldu ne bir haber ne bir soluk ne bir ses , nede bir seda var.
Belli ki, kaçıyorsun benden. Kalmadı mı o gözlerinde cevher, güneş gibi parlayan sevgi umutları. Yüzlerin mi kırıştı ? Saçlarına ak mı düştü ? Belli ki sen sen yine cefa ve sefa içindesin. Utanmıyormuşsun o 40 önceki gibi ?.
Yeter artık beni üzme. Bana verdiğim ceza bir ömür boyu mu ?. Biliyorum ki, bir ömür boyu cezayı hak etmedim. İsyankâr değilim ama, yeter diyorum bana bir ömür verdiğim bu zülüm ve işkence. Her sokak başında, her karşıdan yürüyen emsalin kalp çarpıntılarımla seni gözlüyor ve özlüyorum.
Seni yazmak, yazabilmek ne güzel olurdu. Unutma ki içtiğimiz bir fincan Kahve nin 40 yıl hatırı vardı. Çok yazık oldu, 40 yıl boşa geçen ömre. Bilinmez ama, yine temiz gönüllerle olabildiğince yeni bir fincan kahve içeriz umuduyla.
Ben yine, seni seni, yeni yeni umutlarla yazdım.