Çocukluk yıllarımda Göre Kasabası’ndan gurbeti, İzmir’i, Ankara’yı ve İstanbul’u mekan tutan, orada ekmeğini kazanan Görelilerle ilgili dikkatimi çeken bir fark vardı. Giyim kuşamları, davranışları, insanlara bakış açıları ve konuşmaları bizden oldukça farklı gelirdi. Çocukları ve eşlerinde de belirli bir gelişim, eğitim ve meslek sahibi olma durumları göze çarpardı.
Bizim akrabamız Vehbi Sucu Amca, İzmir’de ticaretle geçimini sağlardı. Onun o şık giyimi, kıyafetindeki özen, iskarpini – hele beyaz olanları – ve fötr şapkasındaki zarafet, yıllar sonra ne Amsterdam’da ne de Paris’te gördüğüm başka birine benzedi. O, tam anlamıyla bir İzmirli ve İzmir beyefendisiydi.
Hollanda’da Gurbet
Hollanda’daki gurbet, ilk yıllarda daha çok kendi inançlarına, kültürlerine, geleneklerine ve mutfağına bağlı, ayrışmış mahallelerde yaşayan bir Türk göçmen toplumunu ifade ediyordu. Bu gettolar ve kenar mahalleler (örneğin, Paris’in banliyölerini andıran yerleşim bölgeleri) Türklerin ve Faslıların kültürlerini koruyabilmeleri için belediyeler, bölgesel yönetimler ve bakanlıklar tarafından sübvanse edilirdi.
Türk kültür derneklerinin faaliyet masrafları, 1990’lı yıllara kadar belediyeler tarafından karşılanıyordu. O dönem Türk göçmenleri, kalıcı bir topluluk olmayı düşünmüyor, birkaç yıl sonra geldikleri topraklara geri döneceklerini planlıyorlardı. Bu süreçte, 2000’li yıllara kadar Türkçe dili ve kültürü dersleri programları düzenlendi. Hollanda toplumuyla fazla bir etkileşim olmadığı gibi, geleneksel değerlerine ve inançlarına sıkı sıkıya bağlı bir Türk toplumu vardı.
Türkiye’nin Hollanda’daki genel kültür ve dil bağlarını koparmamak adına sürdürdüğü çabalar kapsamında, 2004 yılına kadar 700’den fazla Türkçe öğretmeni, “Türk Dili ve Kültürü” derslerini haftada dört saat, daha sonra 2,5 saat olmak üzere yürütüyordu.
Kapalı bir toplum yapısında, çocuklarının Hollandalı olmasından korkan, onları sıkı sıkıya tembih eden anne, baba ve dedeler vardı. “Bir araba tamirciliği öğren de, memlekette tamirhane açarız” gibi düşünceler yaygındı. Bu durum, toplumsal eğitim ve gelişimin uzun yıllar boyunca Hollandalılara kıyasla geriden başlamasına yol açtı. Ancak bu süreç, genelde tüm göçmen topluluklarında olduğu gibi ikinci ve üçüncü kuşaklarda olumlu bir gelişimle devam etti.
Değişim ve Katılım
Elbette akültürasyon (kültürlerin karşılıklı olarak birbirini etkilemesi) kaçınılmazdı. Bu süreçte, binlerce Türk genci uygun eğitimler alarak yeni kimlikleriyle Hollanda toplumunda kendilerine yer edindiler. Bir kısmı kendini “Hollandalı Türk” olarak tanımlasa da, yeni kimlikleri ve gelişimleriyle mutlu, iyi vatandaşlar oldular. Bu durumun toplum açısından bir sorun oluşturmadığını düşünüyorum.
Asimilasyon Süreci ve Zorluklar
Hollanda’daki göçmen karşıtı ve mülteci politikaları, koalisyon hükümetlerinin uygulama programlarına dahil edilse de, bu süreçte paylaşımcı, uyumlu ve birlikte yaşamdan ziyade hakim kültürün belirleyici olduğu bir dönemden geçiyoruz. Sömürgeci bir zihniyetten kalma dominant kültürün hakim olduğu bir toplum yapısı, göçmenlerin entegrasyon sürecini zorlaştırıyor.
Her ne kadar Hollanda’da dönemsel olarak göçmenlere yönelik “günah keçisi” politikaları uygulanıyor olsa da, bu durumun uzun vadeli çözümler üreten hükümet programlarıyla aşılacağını beklemek bir hayalden öteye gitmiyor.
Müslüman Toplumunun Hassasiyetleri
Hollanda’da yaşayan Türk ve Faslı Müslüman ailelerin önemli bir hassasiyeti, çocuklarının kültürel ve dini değerlerini koruyacak bir ortamda büyüyememesi. Özellikle, devletin çocuk koruma sistemine dahil edilen Müslüman çocukların, farklı inançlara sahip ailelere ya da LGBT bireylerin yanına yerleştirilmesi, bu aileler arasında ciddi rahatsızlık yaratıyor. Aileler, çocuklarının Müslüman bir aileye ya da kendi akrabalarına verilmesini talep etse de bu istekler genellikle karşılanamıyor. Bu durum, göçmen ailelerin kimliklerini koruma mücadelesini daha da zorlaştırıyor.
Sonuç
Hollanda’da gurbet, yalnızca bireylerin değil, toplulukların da değişim ve dönüşüm sürecini ifade ediyor. Göçmenlerin kimliklerini koruma çabası, zaman zaman zorluklarla karşılaşsa da, ikinci ve üçüncü kuşakların olumlu gelişimi bu mücadelenin başarısının bir göstergesi.
“Görecek güzel günlerimiz var” diyerek bu yolda ilerlemekten başka seçeneğimiz yok. Türk göçmen toplumu, geçmişin hikayelerini ve deneyimlerini bir gün derleyip geleceğe ışık tutacak bir kaynak haline getirecektir. Bu süreçteki düşünce ve katkılarınızı bekliyorum. Saygılarımla, hoşça kalın.