Hollanda, yıllardır toplumsal barışın devamlılığını yasalar, kurallar ve toplumsal yaptırımlarla sağlamaya çalışıyor. Ülkede hiçbir birey, grup, etnik ya da inanç topluluğunun yasaların üzerinde bir konumda olmasına izin verilmiyor. Bu, demokratik ve adil bir düzenin sürdürülebilmesi için temel bir prensip. Ancak günümüzde toplumun entelektüel zenginliği, bireysel ve toplumsal düşünce ekseninde ciddi bir sorgulamayla karşı karşıya.
Konuşamıyoruz, Tartışamıyoruz
Hollanda gibi özgürlüklerin ve fikir alışverişinin merkezi sayılabilecek bir ülkede, günümüz toplumu toplumsal meseleleri tartışmaktan kaçınıyor. Gelişmelerin karşısında veya yanında durma refleksimiz giderek zayıflıyor. Tartışma ortamları, yerini “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışına bıraktı. Önyargılar ve bireysel çıkarlar, toplumsal diyalogun önüne set çekmiş durumda.
Toplumda Entelektüel Kısır Döngü
Toplumda entelektüel bir fakirlik gözlemleniyor. Kendi öz eleştiri mekanizmasını geliştiremeyen bireyler, evrensel düşünce ekseninden uzaklaşıyor. Sahip olmadığımız zenginliklerden korkarak, gerçek potansiyelimizi keşfetmekte zorlanıyoruz. Düşünce kalıplarımız, ideolojik bağlılıklarımız ve geleneksel alışkanlıklarımız bizi özgür ve yaratıcı düşünceye ulaşmaktan alıkoyuyor.
Bir diğer sorun ise bireylerin bağımsız düşünme yeteneğini kaybetmesi. Sosyo-ekonomik ve politik faktörler, bireyleri belirli sistemler içinde sınırlayarak özgür düşünmeyi baskılıyor. Bu, bireylerin kolayca yönlendirilebilmesine ve mevcut düzenin sorgulanmadan kabul edilmesine yol açıyor.
40 Yılda Değişen Paradigmalar
Geçmişe dönüp bakıldığında, Hollanda’daki Türk toplumu içinde de benzer bir dönüşüm yaşanıyor. 40 yıl önce muhafazakâr bir yaşam tarzına sahip olanlar, bugün o dönemin solcu ve sosyalist yaşam biçimlerini benimser hale geldi. Ancak bu dönüşüm, bireylerin sistemli bir düşünme metoduna sahip olmamasından kaynaklanan kimlik krizlerine de neden olabiliyor.
Var olan düşünce yapısından kopan bireyler, yerine dolu ve anlamlı bir düşünce sistemi koyamadıklarında, bir boşluğa düşüyor. Bu, toplumda hem bireysel hem de toplumsal bir kimlik krizine yol açıyor. Yeniden düşünmeyi öğrenmek ve keşfetmek bu nedenle hayati bir önem taşıyor.
Aydınların Sorumluluğu
Düşünsel fakirlik sadece sıradan bireylerin değil, kendini aydın kabul eden kesimlerin de bir sorunu. Bu durum, Türk filozof Sakallı Celal’in ünlü bir sözüyle özetlenebilir:
“Türkiye’de aydın geçinenler, doğuya doğru seyreden bir geminin güvertesinde batıya doğru koşturarak batılılaştıklarını sanırlar.”
Hollanda’daki entelektüel kriz de benzer bir ironiye işaret ediyor. Toplumun, özgür düşünceyi keşfetmesi ve kutuplaşmaların ötesine geçerek gerçek bir diyalog ortamı yaratması gerekiyor. Ancak bu, bireysel ve toplumsal düzeyde çaba ve fedakârlık gerektiren bir süreç.
Yeniden Düşünmek Zorundayız
Hollanda, yasalar ve toplumsal kurallar çerçevesinde toplumsal barışı korumaya çalışırken, entelektüel ve düşünsel fakirlikle mücadele etmeli. Özgür düşünceye ulaşmak, sadece bireylerin değil, toplumun tamamının bir sorumluluğu. Bu süreç, zorluklarla dolu olsa da toplumsal gelişim için kaçınılmaz. Geçmişin kalıplarını kırıp, geleceğin özgür düşünce anlayışını inşa etmek her bireyin öncelikli görevi olmalı.