Son dönemde Hollanda’da katılım, entegrasyon ve asimilasyon programlarının rafa kaldırıldığına tanık oluyoruz. Hollanda hükümetinin politik tercihleri artık net bir şekilde ortada. Türk göçmenler olarak, kendi yağımızla kavrulup, sorunlarımıza bizzat sahip çıkma vaktimiz geldi. Çünkü kimsenin kimseyi düşünmediği, bireysel ve bencil bir yapıya sahip post-modern liberal kapitalist bir toplumda yaşıyoruz. Hollanda gibi bir ülkede birlik ve beraberlik ancak ortak haklar temelinde mümkün olabiliyor. O halde, neden kendi geleceğimizi belirleyecek kurumsal bir yapıyı inşa etmiyoruz?
ZORUNLULUK HALİNE GELEN TOPLUMSAL GERÇEKLİK
Hollanda toplumunun bireysel yapısı içinde artık kendi kurumsal varlığımızı güçlendirmek bir lüks değil, bir zorunluluk. Eğer bugün adım atmazsak, ilerleyen yıllarda göçmen sorunları daha da birikerek içinden çıkılmaz bir hal alacak. Ve bu durumda, politik ve sosyal yapılar yine bizden destek isteyecek. Peki, biz o gün geldiğinde ne yapacağız? Bugünden nasıl bir strateji geliştirmeliyiz?
YETERSİZ HAZIRLIK VE BİLİNÇ EKSİKLİĞİ
Bugün maalesef bu soruların net bir cevabı yok. Sorunların analizini yapabilecek ve çözüm üretebilecek entelektüel birikimden yoksunuz. Bireysel yetenekler ya Hollanda’ya küsüp kendilerini Türkiye ile değiştiriyor, ya kendi kabuğuna çekiliyor ya da keyif verici maddelerle gerçeklerden uzak bir yaşamın limanına sığınıyor. Halbuki bireysel başarıların ötesine geçerek, toplumsal bir vizyon yaratmak zorundayız.
ETKİSİZ SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
Var olan sivil toplum kuruluşları, ne yazık ki politik gelişmeler karşısında yeterince etkin değil. Bu kuruluşlar yalnızca mahkeme kararlarına tepki veren bir avukatın rolüyle sınırlı kalmamalı. Gerektiğinde toplumsal itaatsizlik gibi güçlü organizasyonları hayata geçirebilecek cesareti göstermeliler. Ancak şu anki yapılar, bu misyondan uzak.
ŞEHİRSEL ÖRGÜTLENMEDE ZAAFLAR
Türk toplumu olarak şehirlerde yeterince etkili örgütlenmeler gerçekleştiremiyoruz. Bir araya geldiğimizde ise çoğu zaman olmayan bir ürünü ya da kaynağı paylaşma kavgası yapıyoruz. Bu durum, bizi “ütopyatik liderlik hastalığı” olarak adlandırılabilecek bir çıkmaza sürüklüyor. Hollandalılar, var olan bir ürünü paylaşırken bile çözüm odaklı hareket ederken, biz Türkler, olmayan bir ürünün paylaşımı üzerinden tartışıyoruz.
KENARDAN İZLEMEK YERİNE HAREKETE GEÇME ZAMANI
Perdenin arkasına çekilip başkalarının hareket etmesini beklemek, bizi daha da geriye götürüyor. Bu tür bir tutum yerine, elini taşın altına koyan insanlara destek vermemiz gerekiyor. Eğer hiçbir şey yapmıyorsak, yapanlara da engel olmamalıyız.
Nazım Hikmet’in dizelerindeki gibi:
“Ben yanmasam,
Sen yanmasan,
Biz yanmasak,
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?”
BİRLİKTE UMUTLU BİR GELECEK İÇİN
Hollanda’daki Türk toplumu olarak, ortak sorunlarımıza çözümler üretmek ve güçlü bir kurumsal yapı oluşturmak için birlikte hareket etmeliyiz. Bu, bireysel çabaların ötesinde toplumsal bir sorumluluk gerektiriyor. Şimdi harekete geçme zamanı.
Saygı ve sevgilerimle,