“Tatsız Demokrasimize” Politika Tat Katamıyor…


  • Kayıt: 19.11.2014 21:22:00 Güncelleme: 19.11.2014 21:22:00

Sorun demokrasinin kendisinde değil, bilakis onu renksiz yapan ve böyle kalmasını arzu edenlerde değerli Okurlarım. Zira iyi işleyen bir demokrasi tadını direk yada dolaylı olarak halkından alır ve halk kanalı ile beslenir. Politik Partiler ve siyasetciler halkın hizmetinde olup demokrasi mutfağına halkın gereksinim duyduğu tadı taşırlar. Bu şekilde toplumu sorunlarını çözekerek onu ileriye taşımayı ve geliştirmeyi amaçlar.

 

Hollanda değişik etnik kökene sahip değişik halk guruplarının yaşadığı, zengin bir kültüre sahip ülke. Sizlere bu etnik gurupların kimler olduğunu burada belirtmek istemiyorum. Bukadar geniş etnik toplukuktan oluşan Hollanda’da herkesin uyumlu ve huzur içinde bir arada yaşamasını sağlayacak politikaların yapılması önem arzetmektedir. Hemen bu insanların etnik geçmişlerine ve renklerine bakıp ön yargılı olmak yerine, bu değişik zengin farklı yetenek ve kabiliyetlerden nasıl verim alınır, bir ülke siyasetinin yapması gereken en akıllı iş olduğuna inanıyorum. Şayet bu guruplarda bir eksiklik görüyor ise siyaset, yapması gereken dışlamak değil bu topluluk için gerekli olan eğitimi ve yeteneği verip, topluma kazandırmalıdır. Toplumu ayrıştırmamalı, kenara itmemeli ve toplum üzerinde sürekli politik baskı oluşturmamalıdır. Bunun aksine toplumu kucaklamalı, kabul etmeli ve saygı duymalıdır. Zira geleceğimiz ve iyi bir ekonomik refah için herkesin katkısına ihtiyacımız olduğunu bilmeliyiz. Yeniden eskimiş "Uyum" tartışmasını başlatmanın bu ülkeye hiç bir şey kazandırmadığını tam tersine çok şeyler kayıp ettirdiğini yaşayarak tesbit ettik. Bilakis zamanımıza uygun yeni kavramlar geliştirmemiz gerekir. Örneğin D66 (Demokratlar 66) partisi "uyum" kavramını siyasi terminolojisinde sıkca dile getirmememeye çalıştı. Diğer politik Partilerin "Uyum" çukurunda boğulurken, D66 Partisi "katılım" kavramını kullanarak toplumda ki insanları önemsediğini katılımın topluma neler kazandıracağı üzerinde durmaya çalıştı. Uyum konusunu bir süreç olarak görüp toplumu hırpalamak yerine, eğitim yolu ile desteklemeyi ve böylece topluma katılım için gerekli alt yapıyı sunmayı hedefledi. Şimdilerde ise yeni kavram olarak "kabullenme" üzerinde çaba sarf etmeye çalışıyoruz. Sonuçta toplum olarak başarmak istediğimiz de bunlar değilmi?

 

Sosyal demokrat İşci Partisi (PvdA) politik arenada yeni bir çıkış yolu arayışı içinde. Fakat gittikleri yol malesef yol değil. Çünkü onların gittiği yol ırkçı parti Geert Wilders’ın PVV’si tarafından zaten uygulanıyor bu ülkede. Malesef İşci Partisinde işlerin iyi gitmediği gün yüzüne çıkmaya başladı. Aslında sorun belli İşci Partisi artık 50 yıl önce kontrol atında bir oy deposu olarak bağımlı tuttuğu "misafir işcileri" bulamıyor. Onları bu ülkenin ağır işlerinde, sağlıksız ortamlarında çalıştırıp sonrasında çoğunun bu büyüklerimizi erken yıpratıp emekliliklerini bile yaşayamadan ya bu dünyadan göçtüler yada buradaki olumsuz iklimden ülkelerine dönuş yaptılar. Fakat kendileri geri dönen bu "misafir işciler" geride bu ülkede kalıcı bir nesil bıraktı bu nesil bugün kendini iyi bir şekilde geliştirerek haklarını ve hukukunu arayabilmekte, ekonomik bağımsızlığının mücadelesini verebilmekte, zengin bir donanıma sahip olarak en az iki dil ve iki kültürün zenginlikleri ile donanmış girişimci bir ruha sahipler. Bu kitle işci Partisi (PvdA) tarafından artık bağımlı olarak kontrol edilebilecek bir kitle olarak görülmemesi, partiyi yeni arayışlara yönelmeye zorladı. Her seçimde giderek kayıp olan tabanlarını yeniden güçlendirmek için sosyal demokrat ideolojilerinden sert ve sağ siyasi çizgiye kayarak kayıplarını telafi etmek istiyorlar. Bunun için Sosyal işlerden sorumlu bakan

 

Asscher’ı yabancı toplumun üzerine saldırtarak sağ seçmene mesaj verdirmek yabancı toplum üzerinde baskı kurma arzusu içindeler.Bunun ülkeye nelerin kayıp ettirdiği ise göz ardı ediliyor. Söz konusu bakan’a eskimiş uyum meselesi gerekçe gösterilerek Türk kurumlarını göz hapsine alması istenmekte. Bu siyasi yaklasım ne ülkeye nede siyasetin amacına fayda sağlayacaktır. Bakanın yapması gereken toplumu bloke ve engelleyen bu uyum konusunu rafa kaldırıp, asıl onun önünde en büyük engel olan ayrımcılık, iş sahasında herkes için eşit fırsatkar için çaba sarfetmesidir.

 

İste bu konuda kendi partisinin iki Milletvekilini, Tunahan Kuzu ve Selçuk Öztürk’ü kendilerinden farklı çizgide görerek ani bir kararla partiden ihraç etmeleri bu konuda kararlı olduklarının işaretlerini vermiş olduklar. Tam aksine bu iki Milletvekili ile Partisinin uyum yasasını zenginleştireceğine dışlamayı tercih ettiler. Gerekçe diğer partili arkadaşları ile aynı çizgide olmamaları gösterildi. Herkesin aynı düşündüğü bir yapıda, yeni ve farklı fikirlerin katkı sağlamadı bir konu ne derece sağlıklı çözüme ulaşabilir? Malesef bu iki Milletvekilini Parti yönetimi ihraç ederek dürüst ve adil bir çözüm politikalarınında oluşmasının önüne set çekmiş oldular. Hollanda demokrasi için bu yazık oldu.

 

Peki şimdi soruyorum: Tam Partinin ulaşmak istedikleri kitlelerle yakın bağı olan bu Milletvekillerini ihraç ederek, bu hedef kitle ile nasil bir irtibat kuracaklar? Bu iki Milletvekilini uyum konusunda tatmin edemeyen bir Parti, nasıl diğer yönetmeliklerle bu ülkeyi zor süreçte yönetecekler? Aslında hepimiz bu olaydan sonra işci Partisinin (PvdA) bundan sonraki politikaları konusunda endişe duymalıyız.

 

Toplum tarafından beslenen ve toplumun hizmetinde olan siyasetcilerin sayıları okadar çok değildir. Bu vekiller hem siyasetiyle hemde gelmiş oldukları toplumla bağlarını muhafaza etmeyi başardılar. Bu aslında politik katılımın ve toplumla olan uzak mesafesinin iyileştirilmesi için de önemli bir fırsattı oluşturmuştu. Her gün toplumun siysetciye ve siyaset kurumuna olan güveninin azaldığı günümüzde bunun nekadar önem arzettiğini dikkate almamak büyük bir eksiklik olarak değerlendirilmelidir.

 

Demokrasi ile her hangi bir problemim yok, fakat onu tadsızlaştıran ve tadsız kalmasını isteyenlerle tabiki mücadelem olacak. Çünkü demokrasi halkın tadını kendinde hissetmelidir. Malesef bu "tadsız demokrasiye" tad katmaya çalışan Milletvekilleri 21.ci asırda partilerinden ihraç edilebiliyorlar.

 

Ne olursa olsun bizler bu "tadsiz demokrasimize" halkın arzuladığı tadı katma mucadelesine devam etmeliyiz. Demokrasinin tadı Den Haag’da belirlenmemeli halk tarafından belirlenmeli. Halkın tad katmadığı bir demokrasi belirli bir zaman sonra tadını zaten kayıp edecektir. Hapsedilmiş demokrasimizin tadı Den Haag’ da belirlenip vatandaşlara servis edilmememelidir. Bu tad halkın kendi muhtevasını içermeli. Şayet bu tadı değiştirmek istiyorsak, toplumun siyasete etkisini güçlendirmek zorundayız.

 

 

 

 

 

Ali Osman Biçen

 

Yazar - Siyasetçi