Göçün 60. Yılında Hollanda’da Türk Kadınının İmajı


  • Kayıt: 25.01.2025 14:20:06 Güncelleme: 08.02.2025 20:35:27

Göçün 60. Yılında Hollanda’da Türk Kadınının İmajı

Ebubekir TURGUT

Hollanda'ya Türk göçünün 60. yılına girerken, bu sürecin birçok toplumsal boyutu tekrar gözden geçiriliyor. Göçmen toplulukların Hollanda’ya kattığı değerler, kültürel zenginlikler ve zorluklar geniş çapta tartışılmakta. Ancak bu süre zarfında en çok değişen ve dönüşen rollerden biri, Türk kadınının imajı olmuştur. İlk kuşak kadınların Hollanda toplumundaki yeri, ikinci ve üçüncü kuşakla birlikte önemli bir evrim geçirmiştir. Kadının aile içindeki rolünden iş hayatındaki yerine, toplumsal katkılarından kültürel kimliğini koruma çabalarına kadar birçok yönüyle yeniden şekillenen bu imaj, bugün nasıl algılanıyor? Hollanda’daki Türk kadınının kimliği, beklentileri, başarıları ve mücadeleleri nelerdir? Göçün 60. yılı dolayısıyla Türk kadınının Hollanda'daki imajını ve bu süreçte yaşadığı dönüşümleri değerlendirdik.

Hollanda’da yaşayan Türk kadınları, yaşadıkları toplumda çeşitli engellerle mücadele ederken, kendi kimliklerini koruyarak, toplumsal entegrasyon sağlamaya çalışıyorlar. Av Nursel Köse-Albayrak, Figen Arslan (UID Hollanda Ar-Ge ve Eğitim Başkanı), Selma Sayın. ( Analist, Araştırmacı, Yazar), Av.Celen Jale ve Sevtap Parlak (Stichting sanatoli ), Meral Çelik (HDV) gibi kadınların röportajları, bu mücadelenin farklı boyutlarını ve zorluklarını ortaya koyuyor. Bu yazıda, söz konusu röportajlardan yola çıkarak Hollanda’daki Türk kadınlarının karşılaştığı sorunlar ve toplumdaki yerlerini değerlendireceğiz.

Figen Arslan: Türk kadını olarak kendimi, hem Türk köklerime hem de Hollanda’daki yaşamın kazandırdığı değerleri bir arada taşıyan, bu zenginlikten beslenen bir birey olarak görüyorum

Hollanda’da bir Türk kadını olarak kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Hem Türk kimliğiniz hem de Hollanda’daki hayatınız bu tanımda nasıl bir rol oynuyor?

Figen Arslan: Hollanda’da yaşayan bir Türk kadını olarak kendimi, hem Türk köklerime hem de Hollanda’daki yaşamın kazandırdığı değerleri bir arada taşıyan, bu zenginlikten beslenen bir birey olarak görüyorum. Türk kültürüm bana güçlü aile bağları, misafirperverlik ve geleneklere bağlılık gibi değerleri kazandırıyor. Hollanda ise bana bireysel özgürlük, zamanı verimli kullanma, disiplinli iş alışkanlıkları ve çeşitlilik içinde kendimi geliştirme olanakları sunuyor. Bu iki kültür arasında bir denge kurarak yaşamıma yön veriyorum.

Hollandalılardan öğrendiğim bazı değerler, günlük yaşantıma oldukça etkili bir şekilde yansıdı. Örneğin, Hollanda’da zaman çok kıymetli bir kaynak; burada gereksiz zaman harcamamaya büyük önem veriliyor. Randevulara hassasiyetle uyulması, yapılan her işin dakik bir şekilde organize edilmesi, Hollanda kültüründen öğrendiğim en belirgin özelliklerden biri. Bu, iş hayatındaki planlama anlayışına da yansıyor. Hollanda’da bir işe başlamadan önce her detay incelikle planlanır; birkaç toplantı yapılır ve olası hatalar en aza indirilmeye çalışılır. Bu disiplin, iş hayatında başarıyı artıran bir unsur. Bizde "Kervan yolda düzülür" anlayışı yaygınken, Hollanda’da tüm adımlar titizlikle belirlenmeden işe başlanmaz.

Eğitim açısından da iki farklı sistemi deneyimleme şansım oldu. Türkiye'de eğitim almış biri olarak teoriye dayalı bir eğitim yapısının yaygın olduğunu gördüm; buna karşılık Hollanda’da staj ve uygulamalı eğitim oldukça önemseniyor. Staj fırsatlarıyla gençlerin, hem teori hem de pratiği harmanlayarak kendilerini geliştirmelerine olanak tanınıyor. Bu sayede yeni nesil, iş dünyasına daha donanımlı bir şekilde adım atabiliyor.

Hollandalıların gençlere daha fazla sorumluluk vermesi de dikkat çekici. 16 yaşına gelen çoğu genç, harçlığını çıkarmak için yarı zamanlı (part-time) işlerde çalışıyor ve ev işlerinde ailelerine destek oluyor. Bu yaklaşım, gençleri erken yaşta bağımsızlık kazanmaya ve sorumluluk almaya yönlendiriyor. Bu durum, gençlerin yetişkinliğe hazırlıklı bir şekilde adım atmasını sağlıyor.

Ancak Hollanda’da Türk kökenli bir kadın olarak iş hayatında yükselebilmek, bazı zorlukları da beraberinde getiriyor. İyi pozisyonlarda yer almak mümkün; ancak, yüksek mevkilerde görev almak çoğunlukla daha zorlayıcı. Bana göre, belirli bir seviyeye kadar gelebiliyorsun ancak daha üst kademelere çıkmak istediğinde neredeyse hiç fırsat verilmiyor.

Alışveriş ve tasarruf konularında ise Hollanda’dan çok şey öğrendim. Hollandalılar alışveriş yaparken oldukça tutumlu; bir ürün almadan önce çok düşünüyor, ihtiyaçlarını net bir şekilde belirliyorlar. Bu, biz Türklerde daha farklı; alışveriş konusunda çok daha rahat ve savurganız. Bu fark özellikle gıda israfında da kendini gösteriyor; Türk kültüründe yemek israfı fazla iken, Hollandalılar bu konuda daha bilinçli.

Hollanda’da yaşamak bana, iki kültürün olumlu yönlerini seçip hayatıma uygulama fırsatı sundu. Bu iki kültürden beslenerek daha geniş bir perspektif geliştirdim ve Türk kimliğimi korurken Hollanda kültürünün avantajlarından faydalanmayı öğrendim. Bu zenginlik, toplumda hem bir köprü kurmama hem de her iki toplum için olumlu katkılar sağlamama olanak tanıyor.

Türk kimliğim içimde kök salmış bir parçam. Örf, adet ve değerlerimizi yaşıyor ve hissediyorum

Av. Nursel Köse: Küçük yaşta Hollanda’ya geldiğim için başka bir ülkede Türk kadınına yönelik tutumlarla ilgili tecrübem yok. Bu yüzden kıyaslama yapamam ama Hollanda’da Türk kadını olmanın değerli bir durum olduğunu düşünüyorum. Günlük hayatta kadına verilen değer, sunulan imkanlar ve bireyin kendi doğrularına göre bir yaşam çizebilme özgürlüğü, huzur ve yaşam seviyesini katbekat artırıyor.

Toplumdaki yerimiz ne olursa olsun, düşüncelerimizi ifade edebilmek, eğitim alabilmek, kendimizi geliştirmek, çalışma ve aile hayatını dengeleyebilmek gibi konularda sağlanan kolaylıklar başka ülkelerde bu düzeyde bulunmayabilir.

Türk kimliğim ise içimde kök salmış bir parçam. Örf, adet ve değerlerimizi yaşıyor ve hissediyorum. Hollanda kültürüyle uyuşmayan durumlar olsa da, özümden vazgeçmek zorunda kalmadığım sürece bu farklılıklar beni güçlendiriyor. İki kültüre sahip olmak gerçekten harika bir durum.

Tabii ki herkes gibi benim de üzüldüğüm olaylar oluyor. Ama Türk kadınlığına dair hissettiğim gurur, onur ve kararlılık, beni hayatta dengede tutuyor. Kadınlığımı hiçbir zaman bir mağduriyet olarak görmedim, aksine Türk kadını olmayı her zaman bir lütuf olarak gördüm. Bu bakış açısıyla hangi ülkede olursanız olun, istikrarınızı kaybetmezsiniz.

Selma Sayın: Hollanda’da ikinci nesil Türk kadını olarak kendimi "İki kültür arasında sıkışmış, bir şeylerin eksikliğini yaşamış ve sürekli kendini ispatlamaya çalışmış biri" olarak tanımlardım.

Selma Sayın: Hollanda’da ikinci nesil Türk kadını olarak kendimi "İki kültür arasında sıkışmış, bir şeylerin eksikliğini yaşamış ve sürekli kendini ispatlamaya çalışmış biri" olarak tanımlardım.

Şahsi tecrübelerim, çoğu kişi gibi, travmatik bir geçmişe dayanıyor. Çocukluk dönemine kadar uzanan eksiklikler ve duygular bu sürecin bir parçasıydı. İlkokula tek kelime Hollandaca bilmeden başladım. Anaokulu döneminde, herkesin ebeveynleri etkinliklere katılırken, annemin çekingen tavrı nedeniyle yalnız kalırdım. Yine de annemin bana sarıldığı bir anı asla unutmam; o sevgi dolu jest içimi ısıtmıştı.

Eksikliklerle büyüdük. Bu durum, bizlere özgüven eksikliği yaşatsa da küçük yaşta mücadele etmeyi öğretti. Özellikle ikinci nesil, iki kültür arasında sıkışıp kaldı. Hollanda'nın bazı değerleri bizim için "tabu" kabul ediliyordu. Karnaval dönemlerinde kıyafet seçerken hem Hollanda kültürüne uymaya hem de Türk geleneklerinden sapmamaya çalışırdık. Özellikle kız çocukları üzerinde "el âlem ne der" baskısı yoğundu.

Eğitim hayatında da kolaylık sağlanmadı. Öğretmenler genelde Türk kızlarını ciddiye almadı ve küçümsedi. Bu dönemde ailelerimizden de duygusal bir destek göremedik. Bu, yükümüzü daha da ağırlaştırdı. Tüm bunlara rağmen, hayatımıza damga vuran başarılarımız, genelde çocukluk dönemimizdeki mücadelelerden beslendi.

Sevtap Parlak: Türk kimliğimle Hollanda’daki yaşamım arasında bazen denge kurmam gereken durumlar oluyor

Sevtap Parlak: Hollanda’da bir Türk kadını olarak kendimi hem Türk kimliğimle hem de Hollanda’da yaşamanın getirdiği deneyimlerle şekillenen çok kültürlü bir kimlik olarak tanımlıyorum. Türk kimliğim, yetiştiğim kültür, dilim, aile bağlarım ve değerlerimle şekillenmiş durumda. Bunlar bana güçlü bir kök ve aidiyet duygusu veriyor. Örneğin, Türk mutfağı, gelenekler, aileme olan bağlılık, Türkçe konuşmak ve kendimi bu dilde ifade etmek gibi değerler, hayatımda önemli bir yer tutuyor.

Hollanda’daki hayatım ise bana daha geniş bir bakış açısı, çeşitliliğe açık bir yaklaşım ve bağımsızlık sunuyor. Hollanda kültürünün bireyselliğe ve özgürlüğe olan vurgusu, kendimi ifade etme konusunda beni daha cesur ve kendine güvenen bir birey haline getirdi. Toplumdaki hoşgörü kültürü, farklılıklara saygı duyma ve herkesin kendi kimliğiyle var olabilmesi, burada kendimi rahat hissetmemi sağlıyor.

Türk kimliğimle Hollanda’daki yaşamım arasında bazen denge kurmam gereken durumlar oluyor. Örneğin, ailemin değerleriyle buradaki yaşam tarzı ve sosyal beklentiler bazen çelişebiliyor. Bu tür durumlarda iki kültür arasındaki dengeyi bulmaya çalışıyorum. Kendi kültürümden vazgeçmeden, Hollanda toplumuna katkıda bulunabileceğim, oraya da uyum sağlayabileceğim bir yol arıyorum.

Bu iki kültür arasındaki denge aslında benim kimliğimin bir parçası haline geldi. Kendimi “çift kültürlü” olarak tanımlamak en doğrusu olur. İki kültür arasında köprü görevi görmeyi, bu çeşitlilikten beslenerek güçlü bir birey olarak yol almayı seviyorum.

Meral Çelik: Hollandalılarla iş ya da çocuklarımın eğitimi gibi konular dışında birebir temasım ne yazık ki istenilen düzeyde değil

Meral Çelik: Bir Müslüman Türk kadını olarak, taşıdığım özellikleri bulunduğum toplumun değerleriyle buluşturma ve sentezleme konusunda bilinçli bir çaba sarf ettim. Bu çabamın sonucunda, Doğu kültürlerinde yetişmiş bir çok insan gibi, ben de baskın olan duygusal ve sevgi dolu yapımı Hollanda kültüründeki disiplin, zaman yönetimi ve fikirlerimi açıkça beyan etme gibi özelliklerle zenginleştirmeye çalıştım ve bunu büyük ölçüde başardığımı düşünüyorum.

Yaşadığım ülkenin dilini öğrenmenin ne kadar önemli olduğunun bilincinde olduğum için, sonradan gelmeme rağmen büyük bir gayretle Hollandaca öğrendim ve şu anda Hollandaca öğretmenliği yapıyorum. Ayrıca, içinde yaşadığım toplumda gerçekleşen sosyal, siyasal ve politik olayları da TV ve basın aracılığıyla yakından takip etmeye çalışıyorum. Bu bağlamda, bir Türk ve Müslüman olarak tam anlamıyla entegre olduğumu ve kültürümü en iyi şekilde temsil etmeye çalıştığımı söyleyebilirim.

Bu çabalarımın karşılığında Hollandalılarla iş ya da çocuklarımın eğitimi gibi konular dışında birebir temasım ne yazık ki istenilen düzeyde değil. Daha önce bu sorundan dolayı yabancılar suçlanırken, son araştırmalar en içe dönük insanların yerli halk olduğunu ortaya koydu. Bir yıldır yeni bir mahalleye taşınmış olmama rağmen komşularımla iletişimim "merhaba" ve "iyi akşamlar" gibi birkaç kelimeden öteye geçmiyor. Her iki komşuma da taşınma sırasında onları rahatsız edebileceğimi düşünerek birer buket çiçek verip, anlayışları için teşekkür etmeme rağmen bir yılın ardından herhangi bir geri dönüş ve sıcaklık göremedim. Bunda tırmanan ırkçılık ve İslamofobinin büyük etkisi olduğunu düşünüyorum.

Figen Arslan: Artık Türk kadınları hastanelerde doktor, üniversitelerde akademisyen, şirketlerde uzman ya da yönetici olarak yer alıyor

Hollanda’ya göç eden ilk kuşak Türk kadınları ile bugünkü nesil arasında en büyük fark sizce nedir?

Figen Arslan: İlk kuşak gelen kadınlarımız, Hollanda’ya büyük bir cesaretle, ancak dil ve eğitim konularında oldukça sınırlı imkanlarla geldiler. Amaçları, bir tarla, ev ya da küçük bir işletme kurabilecek kadar para kazanarak Türkiye'ye geri dönmekti. Bu nedenle, genellikle geçici misafir işçi olarak tarlalarda ve fabrikalarda fiziksel güç gerektiren işlerde çalıştılar ve eğitim veya uzun vadeli yatırımlara fazla öncelik vermediler.

Bugünkü nesil ise artık Hollanda’da kalıcı olduklarını kabul ederek burada köklü bir hayat kurmayı tercih ediyor. Çoğunluğu eğitim ve kariyer imkanlarından en iyi şekilde yararlanmaya odaklanmış durumda. Yeni nesil kadınlarımız artık şirketlerde uzman, kamu sektöründe yönetici, hastanelerde doktor, üniversitelerde akademisyen olarak yer alıyor; hatta kendi işlerini kurarak iş dünyasında girişimci bir kimlik kazanıyorlar. Bu başarılar, toplumsal hayatta daha etkin bir şekilde var olmalarını sağlıyor. İlk neslin emekleriyle oluşturulan bu temellerin üzerinde yükselen bugünkü nesil, her alanda görünür olma yolunda ilerliyor.

Ayrıca, iki nesil arasındaki en önemli farklardan biri, çocuk yetiştirme anlayışında gözlemleniyor. İlk kuşak kadınlar, Türkiye'ye geri dönme umuduyla, çocuklarını Türkiye’de büyütme eğilimindeydi. Bu süreçte birçok çocuk, anne babasından uzakta büyümek zorunda kaldı ve bu durum, aile içi iletişimde bazı zorluklar oluşturdu. Günümüzde ise anneler, çocuklarını yanlarında büyütmeyi ve onlarla sağlıklı, güçlü aile bağları kurmayı öncelik haline getiriyor. Böylece çocuklar hem kültürel bağlarını hem de duygusal gelişimlerini sağlıklı bir şekilde sürdürebiliyor.

Sonuç olarak, bugünün Türk-Hollandalı kadınları, hem topluma hem de ekonomiye güçlü katkılar sağlayarak, eğitimli, akıllı ve başarılı bireyler olarak her geçen gün daha büyük bir değer yaratıyor. Bu gelişim, iki kuşak arasındaki zorlukları ve fedakarlıkları bir arada göstererek, Hollanda’da köklü bir Türk toplumu kimliğini güçlendiriyor ve geleceğe umutla bakmamızı sağlıyor.

Av. Nursel Köse: Artık Türk kadınları Hollanda toplumunun her alanında etkin bir şekilde varlık gösteriyor.

Av. Nursel Köse: İlk kuşak Türk kadınları, dilini bilmedikleri, örf ve adetlerini tanımadıkları bir ülkeye göç ederek büyük bir cesaret sergilediler. Bu kadınlar, inanılmaz bir azimle bilinmeyenlere meydan okudular, olmayanı var ettiler ve toplumda ailelerini güçlü bir şekilde ayakta tutmayı başardılar. Eğer bugün iyi bir konumdaysak, bunu onlara borçluyuz. Güçlü kadın arıyorsak, kesinlikle ilk kuşak Türk kadınlarına bakmalıyız.

Sonraki nesiller ise iki kültürü bir arada yaşatmaya çalışırken zorlandılar. Ancak birkaç kuşak içinde ulaşılan başarıyı görmek gurur verici. Artık Türk kadınları Hollanda toplumunun her alanında etkin bir şekilde varlık gösteriyor.

Bugünkü neslin yolları, önceki kuşaklara göre daha az engebeli görünebilir. Ancak bu, her şeyin kolay olduğu anlamına gelmez. Önceki zorlukların yerini, toplumsal önyargılar ve siyasi tartışmalar gibi yeni zorluklar aldı. Buna rağmen Türk kadınları pes etmiyor ve sesini duyuruyor. Yeni nesle karşı yapılan tüm eleştirilere rağmen, şahsen bu gençlerle gurur duyuyorum.

Selma Sayın: İlk kuşak, mahalle baskısını yoğun bir şekilde yaşadı

Selma Sayın: İlk kuşak kadınlar baskılar altında muhtaç oldukları yaşam biçimini kabullenmek zorundaydı. İkinci kuşak ise denge kurmaya çalıştı. Üçüncü kuşak, tabuları yıkarak kabuğundan çıkmayı başardı; ancak bunu yanlış yorumlayanlar da oldu.

İlk kuşak, mahalle baskısını yoğun bir şekilde yaşadı. Şimdi ise bireysel özgürlüğüne düşkün, "eyvallahsız" bir nesil görüyoruz. Bu tutumu daha çok evliliklerde ve ekonomik bağımsızlıkla şekillenen yaşam biçiminde fark ediyoruz. Özgürlük anlayışı, iki kuşak arasındaki en büyük fark diyebilirim.

 Sevtap Parlak: Bugünkü nesil Türk kadınları ise eğitim ve kariyer olanaklarına daha erişilebilir bir konumda

Sevtap Parlak: Hollanda’ya göç eden ilk kuşak Türk kadınları ile bugünkü nesil arasındaki en büyük farklardan biri, toplumdaki sosyal ve ekonomik konumlarının yanı sıra özgürlük ve bireysellik konularına yaklaşımlarındaki değişimdir.

İlk kuşak Türk kadınları genellikle Türkiye’deki kırsal kesimlerden gelmişlerdi ve çoğunlukla eğitim olanaklarından yoksun, dil bariyerleriyle mücadele eden, daha geleneksel rolleri benimsemiş insanlardı. Onların önceliği, çocuklarına ve ailelerine iyi bir yaşam sunmak ve bu yeni ülkede, bildikleri değerleri koruyarak, kendilerini bir aidiyet çerçevesinde var edebilmekti. Çoğu zaman evde kalarak, sosyal hayattan uzak bir yaşam sürüyorlardı.

Bugünkü nesil Türk kadınları ise eğitim ve kariyer olanaklarına daha erişilebilir bir konumda ve Hollanda toplumuna daha entegre olmuş durumdalar. İki dili birden akıcı bir şekilde konuşabiliyorlar ve eğitim düzeyleri genellikle daha yüksek. Bu da onların hem Hollanda toplumunda aktif birer birey olarak yer almalarını hem de kariyerlerini ilerletmelerini sağlıyor. Kendi kararlarını alma ve kendilerini ifade etme konusunda daha özgüvenliler.

Bir diğer fark da kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği konularındaki bilinç düzeyidir. İlk kuşak, daha geleneksel rollere ve toplum normlarına bağlı kalırken, bugünkü nesil daha eşitlikçi bir bakış açısına sahip. İki kültürden beslenen bu nesil, geniş bir perspektife sahip.

Meral Çelik: Yeni nesil, ilk neslin yaşadığı zorlukları deneyimlemeden büyüdü

Meral Çelik: İlk nesil, hiç bilmedikleri bir ülkeye geldiğinde, onlara yol gösterecek ve deneyimlerini paylaşacak bir destekten yoksundu. Amaçları, sadece bir miktar para biriktirip ülkelerine geri dönmekti; bu yüzden içinde bulundukları kültürü öğrenmek ve ona uyum sağlamak gibi bir kaygıları yoktu. Hayatlarını sürekli bir tasarruf ederek, ikinci el eşyalar ve ucuz yiyeceklerle idare ettiler; minimum harcama ve biriktirme kaygısıyla geçirdiler. Kaliteli bir hayat yaşamak, kaliteli yemek yemek ve iyi giyinmek gibi şeyler onların önceliği değildi.

Yeni nesil, ilk neslin yaşadığı zorlukları deneyimlemeden büyüdü. Hollanda'ya gelmiş ve burada yerleşmiş ailelerin çocukları ile evlilik veya diğer nedenlerle sonradan gelenler şeklinde iki gruptan oluşan bu nesilden, ülkede doğup eğitim alanlar ilk neslin yaşadığı sıkıntıları yaşamamış olsalar da, yabancı olmanın getirdiği bazı zorluklarla karşılaşmışlardır.

Sonradan gelenler ise, dil ve kültüre aşina olmayan bireyler olarak başka bir mücadele vermek zorunda kaldılar. Bu grup, hem yeni bir dil öğrenmek hem de toplumun normlarına uyum sağlamak için daha fazla çaba sarf etmek durumunda kaldı. Onlar için bu süreç, yalnızca kendi kimliklerini koruma çabası değil, aynı zamanda yeni bir hayata adaptasyon mücadelesi de oldu. Bu durum, kültürel kimlikleri ve aidiyet duyguları üzerinde derin etkiler bıraktı.

Sonuç olarak, her iki nesil de farklı zorluklarla karşılaştı; ancak, her birinin yaşadığı deneyimler, içinde bulundukları kültürel ve sosyal bağlamlarla şekillendi. İlk nesil hayatta kalma mücadelesi verirken, yeni nesil kimlik bulma ve entegrasyon çabasına rağmen daha atılgan ve girişimci oldu. 11 Eylül saldırılarından sonra İslamofobinin yükselişi, bu nesil için "aslında iyi olduğumuzu kanıtlamak" ve "kendimizi temize çıkarmak" için sürekli bir çaba içeren yeni bir zorluk yarattı.

Figen Arslan: İş hayatında Türk kadınlarının en büyük zorluklarından biri, kendini ifade etme ve haklarını savunma konusunda çekingen davranmalar

Eğitim ve iş hayatında Türk kadınlarının yerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Karşılaşılan zorluklar ve fırsatlar nelerdir?

Figen Arslan: Türk kadınları eğitim ve iş hayatında giderek daha fazla yer almaya devam ediyor, ancak bu yolculuk çeşitli zorluklarla dolu. Dil bariyerleri, önyargılar ve kültürel uyum sorunları, en çok karşılaşılan engellerden bazıları. Örneğin, 1., 2. ve 3. nesil Türk gençlerinin aile ortamında Türkçe konuşması ve Hollanda deyimlerini ya da atasözlerini daha az duyması, yerel dil becerilerinin gelişimini yavaşlatabiliyor. Ancak 4. nesilde bu sorun büyük ölçüde çözülmüş durumda; hem Hollandacaları hem de İngilizceleri çok iyi. Burada ebeveynlere önerim, çocukları erken yaşta kütüphanelere üye yapmak ve yaşlarına uygun kitaplarla dil gelişimlerini desteklemektir. Kitap okuma alışkanlığı çocukların kelime dağarcığını zenginleştirir ve dildeki ifadeleri öğrenmelerini sağlar.

Türk kadınlarının iş hayatında asertivite, yani kendini etkin şekilde ifade etme becerisi biraz düşük. Bu yönümüzü geliştirmemiz, azimle haklarımızı savunmamız gerekiyor. Kendimizi tanıtma, yapabileceklerimizi anlatma becerisi iş görüşmelerinde çok önemli. Bu, hem iş başvurularında hem de ücret görüşmelerinde büyük bir fark yaratabilir. Ne yazık ki birçok Türk kadını, kendini öne çıkarmada ve aldığı işi layıkıyla yapabileceğini ifade etmede çekingen davranıyor. Hanımefendi olma, kendini çok övmeme gibi öğretiler bu tavrın temelinde yatabiliyor; oysa ki becerilerimizi açıkça ifade edebilmek, hak ettiğimiz ücreti almamıza yardımcı olacaktır.

İş ve staj olanaklarında da ayrımcılık halen karşımıza çıkıyor. Türk kökenlilerin iş ve staj bulma şansı yerli halka göre daha zorlayıcı olabiliyor. Bu sorunu aşmak için gençlerimizi destekleyecek projeler geliştirdik; örneğin, www.stagewerkbank.nl adlı platform sayesinde gençler staj yeri bulabiliyor ve eğitimlerini tamamlayabiliyor. Bu stajlar, gençlerin gelecekte tam zamanlı iş bulmalarına da katkı sağlayabilir.

Eğitimde de belirgin zorluklarla karşılaşıyoruz. Üniversitelerde doktoraya alınan adaylar arasında genellikle Hollandalı kökenli adayların tercih edilmesi dikkat çekiyor. Uygun şartları sağlayan Türk kadın adaylar başvursa da, yerel adaylar daha fazla tercih ediliyor. Bu durumu değiştirmek için çok çalışıp kendimizi vazgeçilmez hale getirmemiz gerekiyor. Evet, bu süreçte diğerlerinden daha fazla çalışmak zorunda kalacağız; ama bu çabalar, bizden sonra gelen nesillere daha kolay fırsatlar sunulmasını sağlayacaktır.

Ayrıca Türk kadınları arasında etkili bir profesyonel ağ oluşturma (network) alışkanlığının zayıf olduğunu gözlemliyorum. Hollandalıların iyi bir iş ağı sayesinde iş fırsatlarını daha rahat bulduklarını görüyoruz. Bizim de network oluşturma konusuna önem vermemiz ve gerekirse bu konuda eğitim almamız gerekiyor. İyi bir iş ağı kurabilmek, kariyer olanaklarını artırır; iyi bir çalışan olduğunuzda, en iyi referanslarınız iş arkadaşlarınız olacaktır.

Bu zorluklara rağmen, Hollandalı Türk kadınlarının eğitim ve iş hayatındaki yerinin güçlenmesi konusunda çok ümitvarım.

Av. Nursel Köse: ”Türk kadını iş hayatında zorlukları aşmaya devam ediyor"

Av. Nursel Köse: Türk kadını, hukuk, tıp, siyaset ve diğer birçok alanda Hollanda toplumunun önemli bir parçasını oluşturuyor. Eğitim almak isteyen herkes için yeterli fırsatlar mevcut. Ayrıca, önceki kuşaklarda olmayan örnek teşkil eden Türk kadınlarının varlığı da büyük bir avantaj.

Ancak iş hayatında hâlâ bazı zorluklarla karşılaşıyoruz. Özellikle genç kadınlar, doğurganlık sebebiyle işverenler tarafından dışlanabiliyor. Doğum izni, işverenler için bir yük olarak görülebiliyor. Elbette bu her işyeri için geçerli değil, ancak bu durum genç kadınların karşılaştığı en büyük sorunlardan biri.

Bunun yanı sıra, üst düzey pozisyonlarda kadınların yeterince temsil edilmediğini görüyoruz. Örneğin Hollanda’da geçen yıl şirketlerdeki üst düzey görevlerin sadece %14’ü kadınlara aitti. Bu durum, kadınların yeterince desteklenmediğinin bir göstergesi. Her kadın en yüksek makama ulaşmak istemeyebilir, ancak isteyenlere bu imkan sağlanmalı.

Selma Sayın :  İkinci kuşağın mücadelesi, üçüncü kuşağın önünü açtı. Bugün, eğitim ve iş hayatında gururla takip ettiğimiz gençlerimiz var. Özellikle kızlarımızın başarı oranı erkeklerden daha yüksek.

Ancak geçmişin ezikliğini üzerimizden atmamız ve olumsuzlukları kişiselleştirmememiz gerekiyor. Her zorluğu ırkçılık olarak değerlendirmek, içinde yaşadığımız topluma haksızlık olur. Manevi bir olgunlukla, "Yaşandı, bitti" diyebilmeliyiz.

Yeni nesil kadar ikinci kuşak Türk kadınlarının da aktif olduğunu görüyoruz. Gönüllü işler, ticaret, yazarlık gibi birçok alanda kendilerini gösteriyorlar. Ancak sosyal medyada, gösteriş odaklı bir "başarı" anlayışı rahatsız edici bir eğilim haline geldi. Türk kadını, dünyalık değil, manevi ve topluma faydalı adımlarla başarıya ulaşmalı.

Sevtap Parlak: Eğitim ve iş hayatında artan görünürlük, Türk kadınlarının gücünü ve bağımsızlıklarını daha net bir şekilde ortaya koyuyor

Sevtap Parlak: Türk kadınlarının Hollanda’daki eğitim ve iş hayatında daha aktif rol üstlendiklerini görüyoruz. Ancak bu süreçte bazı zorluklarla karşılaşıyorlar:

Zorluklar:

Önyargılar ve ayrımcılık: İş başvurularında ya da toplumda yanlış algılarla mücadele etmek zorunda kalıyorlar.

Dil engeli ve sosyal bağ eksikliği: Dil hakimiyeti eksik olan kadınlar için bu durum ciddi bir dezavantaj oluşturuyor.

Aile ve toplumsal beklentiler: Geleneksel rollerle modern beklentiler arasında bir denge kurmaya çalışıyorlar.

Rol modellerin eksikliği: Başarıya ulaşmış yeterince kadın rol model olmaması bazıları için yol gösterici eksikliği yaratıyor.

Fırsatlar:

Yüksek eğitim olanaklarına erişim,

Çok kültürlü yapının avantajları,

Kadın hakları ve toplumsal eşitliğin yaygınlaşması,

Girişimcilik eğilimleri.

Eğitim ve iş hayatında artan görünürlük, Türk kadınlarının gücünü ve bağımsızlıklarını daha net bir şekilde ortaya koyuyor.

Selma Sayın: Görünürlük yalnızca bireysel başarılarla değil, eğitim, siyaset ve sanat gibi alanlarda da desteklenmeli

Toplumda Türk kadınlarının daha görünür hale gelmesi sizce ne kadar önemli? Bu görünürlükte hangi alanlar (eğitim, sanat, siyaset) daha fazla öne çıkmalı?

Selma Sayın: Türk kadınlarının toplumda daha görünür hale gelmesi için, üretken bir yapıya sahip olmaları gerekiyor. Kişisel gelişim, özgün bir karakter oluşturmanın temelidir. Kadınlar, dünya görüşleriyle öne çıkmalı. İlmin, bir kadını süsleyen en önemli değer olduğunu unutmamalıyız.

Görünürlük yalnızca bireysel başarılarla değil, eğitim, siyaset ve sanat gibi alanlarda da desteklenmeli. Kadınlarımız, duruşları ve özgüvenleriyle her ortamda takdir edilmelidir.

Figen Arslan: En çok sanatta görünür hale gelmeliyiz, çünkü dünyaya iletmek istediğimiz mesajları kalıcı olarak aktarmanın en güçlü yollarından biri sanat

Figen Arslan: Türk kadınlarının toplumda daha görünür hale gelmesi, hem özgüvenimizi artırmak hem de farklı kesimlerde temsili sağlamak için çok önemli. Özellikle eğitim, sanat ve siyaset gibi alanlarda aktif rol almamız, toplumdaki kalıcı önyargıları kırmak ve algıyı pozitif yönde değiştirmek adına çok güçlü bir etkendir.

Görünür hale gelmek zorundayız. Kendi hikayemden örnek verecek olursam, eğitim hayatımda ve akademik kariyerimde karşılaştığım zorluklara rağmen pes etmeden hedeflerime ulaştım. Tıp Fakültesi'nde araştırma grubuna katılmak istediğimi dile getirdiğimde, çevremdekiler hem Türk, hem kadın, hem evli, hem anne, hem de başörtülü olmam nedeniyle bunu başaramayacağımı düşündüler. Ancak çok çalışarak bu engelleri aştım. Şimdi ise genç kadınlar, benim hikayemi örnek alarak bu alanlara cesaretle başvuruyor. Başarı hikayelerimizi paylaşarak genç nesle ilham vermek ve onların da hedeflerine ulaşabileceğine dair güven kazanmalarını sağlamak çok değerli.

En çok sanatta görünür hale gelmeliyiz, çünkü dünyaya iletmek istediğimiz mesajları kalıcı olarak aktarmanın en güçlü yollarından biri sanat. Amerika, Hollywood aracılığıyla mesajlarını tüm dünyaya yayarak bunu başardı. Biz de anlatmak istediklerimizi sanat yoluyla duyurabilir ve insanların zihinlerinde derin izler bırakabiliriz. Sanatla vermemiz gereken en temel mesaj, cinsiyet veya köken fark etmeksizin insan olmanın değerini ve önemini vurgulamaktır. Bir kişiyi işe alırken ya da bir göreve seçerken onun insan olarak sahip olduğu potansiyel ve yeteneklere bakılmalı; önyargılar yerine, evrensel değerlere sahip “dünya vatandaşları” olarak hareket edilmelidir.

Siyasette de yer almamız gerekiyor. Siyaset, kadınlara ve yabancılara yönelik haksızlıkları dile getirmek ve çözüm üretmek için etkili bir alan. Toplumsal sorunları meclise taşıyarak değişim sağlayabiliriz.

Eğitimde ise “ilk emri oku” olan bir dinin mensupları olarak kendimizi en iyi şekilde yetiştirmeli ve toplumda karşılaşılan önyargıları bilgimizle aşmalıyız. Bu, toplumdaki algıyı değiştirmek ve daha adil bir dünya oluşturmak için yapabileceğimiz en değerli katkılardan biridir.

Av. Nursel Köse: Türk kadınları zaten birçok alanda görünür durumda. Eğitimden sanata, siyasetten ticarete kadar geniş bir yelpazede önemli bir rol oynuyorlar. Elbette daha iyileştirme için yer var, ancak bu hızla devam edildiğinde Türk kadınları zaten doğal olarak daha fazla öne çıkacaktır.

Gönül ister ki herkes, cinsiyetine veya kökenine bakılmaksızın hak ettiği yerlere gelebilsin. Önemli olan azmin ödüllendirilmesi.

Sevtap Parlak: Türk kadınlarının görünür hale gelmesi, toplumdaki önyargıları yıkmak, çok kültürlülüğü güçlendirmek ve başarılarına dair farkındalık yaratmak açısından büyük önem taşıyor. Farklı kültürlerden kadınların görünürlüğü, genç kuşaklara ilham veriyor ve toplumun daha kapsayıcı bir yapıya sahip olmasını sağlıyor.

Eğitim, sanat, siyaset, iş dünyası, bilim ve teknoloji gibi her alanda Türk kadınlarının yer alması gerektiğine inanıyorum. Toplumdaki çeşitlilik duyarlılığını artırmak, önyargıları kırmak ve çok kültürlü yapıyı zenginleştirmek adına kadınların görünürlüğü teşvik edilmelidir.

Av. Nursel Köse: Türk kadını olarak ya mağduriyeti kabullenip vazgeçeceğiz ya da zorluklara göğüs gerip üstesinden geleceğiz

Hollanda toplumundaki Türk kadınının imajı sizce nasıl? Toplumda hangi önyargılarla veya yanlış algılarla karşılaşıyorsunuz?

Selma Sayın: Genel olarak Türk kadınının imajı, Türk erkekleri arasında çok da iyi değil. Bu durumu iş dünyasında daha net fark ettim. Türk erkeklerinin kadınlara bakışı, genelde objeye indirgenmiş bir anlayışa dayanıyor.

Boşandıktan sonra, kendi imajımı geliştirmeye karar verdim. Belediyenin sağladığı imkanlarla sanat okuluna başladım. Hollandalılar, saygı çerçevesinde benimle ilgilendi ve destek sağladı. Ancak Türk toplumunda, disiplinsizlik ve tutarsızlık nedeniyle hayal kırıklıkları yaşadım.

Kendi medyamı kurarak, maddi ve manevi çıkar gözetmeksizin topluma faydalı işler yapmaya devam ediyorum. Türk kadını, güçlü duruşuyla önyargıları yıkabilir. Özgürlük ve başarı, ancak bireysel gelişimle mümkün.

Sevgili Türk kadınları, yeteneklerinizi keşfedin, kendinizi tanıyın ve toplumda saygın bir yer edinin. İmajımız, bizden sorulur ve bizlere emanettir.

Av. Nursel Köse: Türk kadınlarının imajı konusunda hâlâ yapılması gerekenler var. Her ne kadar birçok alanda başarılar elde edilmiş olsa da, hâlâ bu başarıları şaşkınlıkla karşılayan bir kesim mevcut.

Bazen “Ne güzel Hollandaca konuşuyorsunuz” gibi yorumlar alıyorum. Bu, göçün üzerinden 50 yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ bu tarz önyargıların devam ettiğini gösteriyor. Ancak ben bu tür durumlara gülümseyerek “Siz de güzel konuşuyorsunuz” diyerek geçiyorum.

Daha ciddi bir mesele ise “Toeslagenschandaal” (Çocuk Bakım Yardımı Skandalı) gibi olaylar. Hollanda hükümeti, özellikle yalnız ve Hollandalı olmayan kadınları hedef alarak onları mağdur etti. Bu tür olaylar, toplumdaki önyargıların ne kadar derin olduğunu gözler önüne seriyor.

Sonuç olarak, Türk kadını olarak ya mağduriyeti kabullenip vazgeçeceğiz ya da zorluklara göğüs gerip üstesinden geleceğiz. Benim tercihim, mücadele etmekten yana. Azmi olan engel tanımaz!

Figen Arslan: Yeni nesil, bu önyargıları başarılarıyla kırmaya devam ediyor. Gençlerimize önerim, olumsuz algılara takılmadan, kendi yollarını azimle çizmeleri

Figen Arslan: Hollanda'da Türk kadınının imajı, eğitimli ve başarılı örneklerle her geçen gün olumlu yönde gelişse de, bazı önyargılar hâlâ mevcut. Örneğin, Türk kadınlarının yalnızca geleneksel değerlere bağlı ve aileye odaklı oldukları gibi bir algı var. Oysa günümüzde birçok Türk kadını, akademik başarılar elde ederek, iş ve sosyal hayatta etkin roller üstleniyor. Ancak, Türkiye hakkında olumsuz yorumlar yapan kadınların medyada daha çok öne çıkarıldığını ve bu sayede yer bulduklarını görüyoruz. Buna karşın, kendi kimliğini koruyarak başarılı olmuş, örnek teşkil eden Türk kadınları da var; örneğin, Günay Uslu, Huriye Şahin, Emine Bozkurt ve Fadime Örgü gibi.

Akademik hayatta Türk kadınlarının sayısı giderek artıyor, ancak bu alanda başarılı olabilmek için yoğun bir çalışma temposu gerekiyor. Bu nedenle akademisyenler, sivil toplum kuruluşlarında daha az yer alabiliyor, fakat pek çok değerli projeye imza atıyorlar.

Ayrıca, Türklerin dil yeterliliği konusunda bazı önyargılarla da karşılaşıyoruz; örneğin, iş başvurularında İngilizce seviyeleri nedeniyle elendikleri algısı sıkça yaşanıyor. Oysa yeni nesil Türk gençleri İngilizceyi oldukça iyi biliyor ve bu önyargıları kırmaya devam ediyorlar.

Eğitim seviyeleriyle ilgili de yanlış bir algı var; evli olanların eğitim fırsatlarına katılmadığı düşünülüyor, ancak eğitimini sürdüren ve başarılı olan çok sayıda evli Türk kadını mevcut.

Genç nesillere önerim, bu tür önyargılara takılmadan, olumlu örneklere odaklanmaları. Her geçen gün artan başarı hikayelerimiz, toplumdaki algıyı değiştirmemize katkıda bulunacak.

Hollandalı bir Türk kadını olarak hem kendi kimliğimden hem de bulunduğum toplumdaki yerimden memnunum. Bu röportaj fırsatını sunduğu için Platform Dergisi’ne ve Ebubekir Bey’e teşekkür ederim.

Sevtap Parlak: Önyargıları kırmak için daha fazla kadının toplumun her kesiminde yer alması gerekiyor

Sevtap Parlak: Hollanda toplumundaki Türk kadını imajı karmaşık ve çok boyutlu. Algılar göçmenlik tarihine ve ilk kuşak göçmenlerin yaşam tarzına dayanıyor. Bazı önyargılar hala varlığını sürdürüyor. Örneğin:

Geleneksel ve dışa kapalı oldukları,

Eğitim seviyelerinin düşük olduğu,

Özgürlüklerinin kısıtlı olduğu,

Aile bağlarının zayıf olduğu gibi yanlış algılar mevcut.

Bu algılar, Türk kadınlarının potansiyellerini gösterme süreçlerini olumsuz etkileyebiliyor. Ancak biz bu önyargıları kırmak için sanat alanında birçok çalışmayla toplumda fark yaratmaya çalışıyoruz. Tiyatromuzda çocuklardan kadınlara kadar eğitimler vererek görünürlüklerini artırmayı hedefliyoruz. Türk kadınlarının başarı hikayeleri, Hollanda’nın çok kültürlü yapısına büyük katkı sağlıyor.

Önyargıları kırmak için daha fazla kadının toplumun her kesiminde yer alması gerekiyor.

Hollanda’daki Türk Kökenli Kadınların Başarı Hikayesi ve Gelecek Perspektifi

Av. Celen Jale: Hollanda’da 60 yıllık bir geçmişe sahip Türk kökenli kadınlar, toplumsal alanda yazdıkları başarı hikayeleriyle hem kendi topluluklarına hem de Hollanda’ya ilham kaynağı olmuştur. Siyasetten iş dünyasına, sağlıktan hukuka kadar pek çok alanda öne çıkan bu kadınlar, cesaretleri ve kararlılıklarıyla toplumsal yapının gelişiminde öncü bir rol üstlenmiştir.

Türk kökenli kadınlar, Hollanda siyasetine etkili bir şekilde katılarak önemli bir temsil gücü elde etmiştir. Huri Şahin, Songül Mutluer ve Fatma Köser Kaya gibi isimler, göçmen toplumların ihtiyaçlarını anlayarak politikalar üretmiş ve toplumsal uyuma katkı sağlamıştır. Onların çalışmaları, Hollanda’da daha kapsayıcı ve eşitlikçi bir yapı oluşmasına öncülük etmektedir.

Türk kökenli kadınlar, iş dünyasında da cesur girişimleriyle dikkat çekmektedir. Kendi işlerini kurarak hem ailelerine ekonomik destek sağlamış hem de topluma katkıda bulunmuşlardır. Girişimci kadınların bu başarısı, yeni nesillere ilham kaynağı olmaktadır.

Sağlık ve hukuk alanında çalışan Türk kökenli kadınlar, mesleklerindeki başarılarıyla göçmen topluluklara güven kaynağı olmuştur. Özverili çalışmalarıyla insan hakları ve sağlık gibi kritik konularda topluma değer katmışlardır.

Türk kökenli kadınların başarıları, Hollanda toplumunda kalıcı etkiler bırakmıştır. Ancak eşitlik ve katılım için daha yapılacak çok şey bulunmaktadır. Gelecekte daha kapsayıcı bir toplum için, kadınların liderliklerini sürdürerek genç nesilleri bu sürece dahil etmeleri büyük önem taşımaktadır.

Türk kökenli kadınlar, hem topluma hem de geleceğe yön veren çalışmalarıyla önemli bir rol üstlenmektedir. Onların başarıları, yalnızca bugün için değil, gelecek nesiller için de ilham verici bir model sunmaktadır. Daha eşit ve dayanışmacı bir toplumun inşasında, Türk kökenli kadınların liderliği vazgeçilmezdir.

Saadet Var’ın Göç Hikayesi: Zorluklarla Yoğrulan Bir Hayat

Göç hikayeleri, sadece bir ailenin değil, aynı zamanda kimlik, aidiyet ve direnişin öyküsüdür. Dedem ve babaannemin 1965 yılında başlayan göç yolculuğu, bizim neslimize uzanan uzun ve zorlu bir serüvenin kapısını aralamış oldu. Bu hikaye, yalnızca bir geçim kaygısı değil; mücadele, uyum ve hayatta kalma çabasının da bir yansımasıdır.

Göçün İlk Adımları

Dedem, 1965 yılında Hollanda’ya giderek Rotterdam’da bir fabrikada çalışmaya başladı. Ailesine daha iyi bir gelecek sunma hayaliyle çıktığı bu yol, ekonomik kazançların yanı sıra beraberinde kültürel ve duygusal zorluklar da getirdi. Ancak bu süreçte babaannem, dedemin yanına Hollanda’ya gitmek için yaptığı başvurunun reddedilmesiyle başka yollar aramak zorunda kaldı. Almanya üzerinden yaptığı başvuru sayesinde babamla birlikte 1967 yılında Almanya’ya göç etti.

Almanya’dan Hollanda’ya geçişleri ise ayrı bir mücadeleydi. Babaannem, dedeme haber göndererek kendilerini almasını istedi ve Hollanda’da yeni bir hayata başlamak üzere birleştiler. Zorlu geçen ilk yıllar, kalabalık evlerde paylaşılmak zorunda kalan mekanlarla daha da karmaşık bir hal aldı.

Ailenin Dayanağı: Babaannem 

Babaannem, göç hayatının zorluklarını omuzlayan güçlü bir kadındı. Çeşitli fabrikalarda çalışarak hem ailesine destek oldu hem de dil öğrenerek topluma uyum sağladı. Balon fabrikası, London Rubber ve cam fabrikası gibi farklı iş yerlerinde çalıştı. Sadece bir anne değil, aynı zamanda ailesinin ayakta kalmasını sağlayan bir liderdi.

1983 yılında dedem ve babaannem kesin dönüş yapmaya karar verdiler. Ancak babaannem için Hollanda’ya olan bağ tam olarak kopmadı. 1989 yılında yeniden Hollanda’ya döndü ve hayatının geri kalanını burada geçirdi. Onun güçlü karakteri, bugün yazdığım Çiçek Açan Umutlar kitabımda önemli bir yer tutuyor.

Benim Hikayem

Ben, 26 Kasım 1974’te Hollanda’nın Arnhem şehrinde doğdum. Ailemin taşınmaları ve çalışma koşulları nedeniyle bebeklik dönemimde babaannem tarafından büyütüldüm. 1983 yılında, babaannemin kesin dönüş kararıyla Türkiye’ye götürüldüm. Annem ve babamın Hollanda’ya geri dönmesiyle, çocuk yaşta aileden ayrı kalmanın zorluklarını yaşadım.

Türkiye’de geçen 11 yılın ardından Hollanda’ya geri döndüğümde, yabancı bir dünyaya adım atmış gibiydim. Kardeşlerim bile bana yabancı geliyordu. Ancak zorluklara alışmayı öğrendim. Hem ev işleri hem de kardeşlerimin bakımı gibi sorumluluklar üstlenerek çocukluğumu geride bırakmak zorunda kaldım.

Hayata Atılma ve Çalışma Hayatı

16 yaşımda iş hayatına atıldım. İlk işim bir süpermarkette çalışmaktı. 18 yaşımda evlendim ve 2001 yılında Kruidvat’ta işe başladım. Online eğitimlerle kendimi geliştirdim ve Drogist diploması aldım. Bu süreçte hem anne oldum hem de kariyerime devam ettim. Şube müdürlüğüne kadar yükseldiğim Kruidvat’ta 18 yıl çalıştım.

Daha sonra Holland & Barrett’te vitaminler ve mineraller üzerine eğitim aldım ve Herbalife ile kişisel gelişim sürecime yeni bir kapı açtım. Ancak network marketingin bana uygun olmadığını fark edince hasta bakımına yöneldim. Parkinson, Alzheimer ve felçli hastalarla çalışarak yeni bir mesleki yolculuğa başladım.

Yeni Bir Başlangıç ve Kişisel Gelişim

Son yıllarda kişisel gelişimime odaklanarak “Helpende Plus” diplomasını aldım. Şimdi, “VIG Met Maatschappelijk Zorg” eğitimi için çalışıyorum. Ayrıca yazarlık eğitimleri alarak kendimi ifade etmeye devam ediyorum.

Saadet Var’ın Kitapları

Tüm Yönleriyle Hasta Bakımı (Hem Türkçe hem de Hollandaca yayımlandı)

Çiçek Açan Umutlar

Bu hikaye, sadece benim değil, aynı zamanda göç eden binlerce insanın hikayesidir. Bir kadının ve bir ailenin azimle mücadele ederek ayakta kalma çabasını anlatır.

“Dil bilmemek ve özlem en büyük zorluktu”

Röportaj: Hülya Taş

Ferda Alka: Samsun doğumluyum ve 1975 yılında, henüz ilkokulu bitirmiş bir çocukken aile birleşimi kapsamında Hollanda’ya göç ettim. En büyük zorluğum dil bilmemekti. Ayrıca babaannem, dedem, Türkiye’de kalan kardeşlerim ve ülkeme duyduğum özlem tarif edilemezdi. Ancak buraya geldiğimden birkaç ay sonra okula başladım ve alışmaya çalıştım.

Hollanda’da geçen yıllar içinde eğitimime ve iş hayatıma odaklandım. 41 yıllık evliliğim boyunca iki çocuk ve iki torun sahibi oldum. Bugün kendimi sanat, siyaset, kültür ve el işleri gibi birçok alanda aktif bir birey olarak tanımlıyorum.

“Hollanda, ikinci vatanım oldu”

Ferda Alka: Burası benim doğduğum yer olmasa da doyduğum yer. Hollanda’da altyapının sağlam olması, kurallara uyulması ve genel düzen çok hoşuma gidiyor. Ülkem Türkiye’ye her gittiğimde, oradaki zengin kaynaklara rağmen refah seviyesinin neden hâlâ yükselmediğini sorguluyorum. Hollanda’nın yüzölçümü Konya kadar, her tarafı su ama tarımda dünya lideri. Bu farkı görmek insanı düşündürüyor.

“İlk kuşak ürkek ve özgüvensizdi”

Ferda Alka: Göçün ilk yıllarındaki Türk kadınları ile günümüz neslini karşılaştırdığımda arada büyük bir uçurum görüyorum. İlk kuşak kadınlar genelde okuma yazma bilmeyen, köyünden çıkmamış, özgüvensiz bireylerdi. Bugünkü nesil ise eğitimli, dili bilen ve iş hayatında daha aktif. Ancak hâlâ geleneksel değerlerin etkisi altındalar. Bu, hem baskıcı kültür hem de aile içindeki roller nedeniyle nesiller arasında bir ikilem yaratıyor.

“Türk kadını görünür olmalı”

Ferda Alka: Eğitim, sanat ve siyasette kadınların daha fazla yer alması gerektiğini düşünüyorum. Ancak kadınların önündeki en büyük engeller toplumsal baskılar ve tabular. Mahalle baskısı, sosyal kontrol ve kadının eve hapsedilmesi bu görünürlüğü kısıtlıyor. Ancak kadınlara fırsat verildiğinde, kendilerini ispat ediyorlar.

“Hollandalılar Türk kadınlarını farklı algılıyor”

Ferda Alka: Türk kadınlarının Hollanda toplumundaki algısını değerlendirdiğimde, kültürel farklılıkların etkili olduğunu görüyorum. Hollandalılar, Türk kadınlarının giyim tarzını Faslı kadınlarla karıştırıyor. Anadolu’ya özgü geleneksel kıyafetler artık kaybolmuş durumda. Ne yazık ki bir kısım kadınlarımız Arap kültürüne yakın bir imaj sergiliyor. Baskılar kalksa ve kadınlarımız özgün kimliklerine dönebilse, neler başarmazlar ki?

Kadın Dergisi